Ali Türer
Vicdanı insanın görgü ve bilgilerine dayalı olarak kendini değerlendirme, yargılama, gideceği yolu belirleme yetisi olarak tanımlayabiliriz. İyi ve kötü olan hakkındaki değerlendirmelerimize bağlı olarak davranışlarımızın yargılandığı bize ait bir iç hukuktur vicdan. Sahip olduğumuz, yaşattığımız, koruduğumuz, içimizde işlettiğimiz demokrasi düzeyini gösteren barometredir.
Vicdani tutumumuz kendimize karşı ne ölçüde dürüst olduğumuzu belirler. Karşımızdakini ölçtüğümüz terazide kendimizi de ölçüp ölçemediğimizi gösterir. Bu açıdan çevrenin bireyi algılayışında, bireyin çevre tarafından model alınmasında, çevrenin bireye gösterdiği saygıda belirleyici rol oynar.
Bireyler sahip oldukları vicdani tutumla toplumun demokratik işleyişine katkıda bulunurlar. Bireysel kararların vicdani bir tutum içinde özgürce alınamadığı bir ülkede demokrasiden söz edilemez. Vicdanların kilitlendiği yerde bireyler ideolojik, siyasi bağlantılarına dayalı olarak kendi gibi yaşamayanları, inanmayanları, düşünmeyenleri ötekileştirirler, “düşman” ilan ederler. Böyle bir ülkede insanlar birbirlerinin sorunlarına duyarlı değildirler. Beni sokmayan yılan bin yaşasın durumu yaşanan bir ülke huzuru bulamaz.
Vicdan bireyseldir, ama işleyişi toplumsal alanda olur. Çünkü kendi içimizdeki değerlendirmeler sonucunda ortaya koyduğumuz edimler, davranış örüntüleri topluluk içinde kurduğumuz ilişkilerin yönünü belirler.
Tutumlarınızı vicdan muhasebesine dayalı olarak sürdürmediğiniz yerde karşınızdaki insanla duygudaşlık (empati) kurumazsınız, onu anlayamazsınız. Karşınızdakini yeterince anlamadığınız yerde kurduğunuz ilişkiler açık, içten, samimi olmaz. İlişkilerinizde kendinizi koruma güdüsüyle hareket edersiniz. Kendinizi hep bir maskenin altına gizleme ihtiyacı duyarsınız. İster istemez ön yargılar, yapmacıklık, isteksizlik, bencillik ilişkilere egemen olur.
Vicdanımız kendimizi bağlı hissettiğimiz ilkeler, değerler, ölçütler, kurallar etrafında şekillenir. Bu ilkeler, kurallar da kişilik yapımızda sonuçta toplumsal kuralların belirleyici olduğu süper egodan gelir. O nedenle insandaki vicdan duygusu, aynı zamanda insanın sosyalleşmesinin bir göstergesidir.
Çocuğunuzu çok seviyorsunuz, herkes sever; ama siz onu hayatınızı biçimlendiren her türlü olayın merkezine alıyorsunuz. Davranışlarına hiç sınırlama getirmiyorsunuz. Her davranışını ya hoş karşılıyor ya da görmezden geliyor, olumluyorsunuz. Sofrada herkesin içinde yemeğin en güzel yerini ya da herkese düşenden fazlasını ona ayırıyorsunuz. Siz böyle bir davranış örüntüsü içindeyken çocukta vicdan duygusu gelişemez. Çocuk duygu, istek ve dürtülerini denetleyebilme yeteneği geliştiremez. Bu koşullarda yetişmiş bir çocuk, gerçek dünyada özel olmadığı hatırlatıldığında nasıl tepki verir? El bebek gül bebek yetişen, her istediği yapılan bu çocuk vicdan duygusu geliştiremediği için büyük olasılıkla aşırı bencil, daha kötüsü belki de aşırı saldırgan bir kişilik yapısına sahip olacak tır. Aşırı hoş görülü tutum sonucunda ortaya acımasızca, zorbaca davranan bir kişilik ortaya çıkarırsa hiç şaşırmayın.
Vicdan duygusu, bireyin toplumla kurduğu ilişki içinde ortaya çıksa da temsili olarak kullanılabilecek bir yeti, bir ön görü değildir. Yani bir kamu vicdanından ya da kamusal vicdandan bahsedemezsiniz. Kamusal vicdan arayışı sonuçta kaçınılamaz biçimde vicdanları ipotek altına alma girişimi haline gelir. Mahalle baskısı vicdanı bozar. İnsanlar kararlarını özgür vicdanlarıyla alamadıklarında tek tipleşmeye zorlandıklarında giderek kamplaşırlar, birbirlerine düşerler.
Türkiye’de toplum mühendisliğine dayalı siyasi birlik arayışı içinde yıllarca yaşanan da budur.
Çok kültürlü bir toplumda eğitimin tek bir etnik kültüre, ya da belirli bir mezhebe dayalı verildiği yerde vicdanların özgür biçimde gelişebilmesi, işleyebilmesi mümkün değildir. Milli ve dini eğitim adı altında bu topraklarda vicdanlar yıllarca tek bir etnik kültürün ve mezhebin ipoteği altında şekillendirilmeye çalışıldı. Bugün yaşadığımız çatışma ve karmaşada bunun payı büyük.
Senin ana dilinde kendini geliştirme fırsatı bulduğun yerde, inancına özgürce sahip çıktığın yerde, komşun ana dilinde eğitim alıp kendini geliştiremiyor, inancına sahip çıkamıyorsa orada huzur olmaz. Okullarda verilen Türk Tarihi, Türk Dili, Din kültürü derslerinde hep belirli bir din ve kültür dayatıldı. Bu durum bizi hiç rahatsız etti mi? Tersine aldığımız bu eğitim ile övündük. Damarlarımızda akan asil kandan gurur duyduk. Türk olunca doğru ve çalışkan olmak kaderimizdi. Türk olarak tek başına dünyaya bedeldik. Bize bizden başka dost da olmazdı. En iyi, en güzel din bizimkiydi.
Hitler’de Alman toplumunu savaşa hazırlarken benzer demagojiden yararlandı.
Aldığımız eğitim gururumuzu okşarken, komşumuzun yıllarca nasıl örselendiğini göremedik. Çünkü vicdanımız kilitlenmişti. Oysa insanların ana dilini kullanması bile yasaktı. İnançlarını özgürce yaşayamıyorlardı. Kiliselerin kapısına kilit vurduk, Alevi köylerine Cami yaptık. Nasıl nerede ibadet edeceklerine karar veremiyorlardı. Kimi din değiştirdi, kimi kendini gizledi. Baskıya dayanamayan elindekini avucundakini yok pahasına başkasına devredip doğup büyüdüğü toprakları terk etti. Vicdanımız sızladı mı?
Bütün bunlar bize gayet normal, olması gereken rutin işler gibi gösterildi. Olup bitenlerde bir tuhaflık olduğunu görmememiz için yıllarca sloganlarla, boş böbürlenmelerle yaşadık. İsmail Beşikçi gibi bu işleri araştıran insanların başına gelmedik kalmadı.
Böylece bizim de komşumuzun da vicdanı yıllarca zehirledi. Hrant’ın “kirli kan” dediği tam da buydu. Yıllardır vicdanlarımızda süren bu tutulmanın yeni yeni farkına varıyoruz. Bu farkında oluşun sendromlarını yaşıyoruz, olan biteni kabul edemiyoruz. İçinde yaşadığımız karmaşa da bunun da payı var.
Kabul edelim ki bunu bir ölçüde AKP iktidarlarına borçluyuz. AKP vicdanların “mili” zehirlenmeden kurtulmasına giden yolda -amacı bu olmasa da- koşulları olgunlaştırdı. Fakat iktidar olunca Sünni referansları kullanarak bu sefer kendisi vicdanlara ipotek koymaya başladı.
Son günlerde basında vicdan algımızı sorgulayan yazılara sıkça rastlamaya başladık. Eski zehirlenmeleri elbette sorgulayacağız sorgulamasına, ama yeni zehirlemelerle geleneğin sürdürülmeye çalışmasına da izin vermemek gerekiyor. Bunu eski zehirlenmiş vicdanlarla yapamayacağımız da çok açık.
Artık “vicdanım ne kadar özgür”, “içimde, işleyen, davranışlarımı sorgulayan bir iç hukuk taşıyor muyum?” diye kendimize sormanın zamanı geldi.
Vicdan imandan mı gelir? İman kitabına bakıp davranışlarınızla ilgili hüküm veren içinizdeki hâkim; sizin gibi inanmayanların, düşünmeyenlerin hakkını, hukukunu gözetebiliyor mu? Bunun olmadığı yerde vicdan sahibi olduğunuz söylenebilir mi? Kendinden olmayanın trajedisine sevinende “vicdan” olur mu? Karşıt düşüncede doğruyu arayamayan vicdana özgür denir mi?
Öldürülen çocuklar, gençler üzerinde “senin, benim” kavgasının yapıldığı yerde vicdandan söz edebilir miyiz?
Polisin silahından çıkan gaz mermisinin öldürdüğü çocuğun yaşama hakkının nasıl gasp edildiğini değil de mezarına bırakılan bilyeleri sorgulayana; çocuğu öldürülen anneyi miting alanlarında yuhalayana vicdan sahibi denebilir mi?
Sonradan düzmece olduğu ortaya çıkan olaylar üzerinden dini duygularımızı kullandırarak bizim gibi düşünmeyen, inanmayanlara dönük kışkırtıldığımız yerde vicdanlarımızın özgür olduğunu söyleyebilir miyiz?
Hukuk önünde hesap vermesi gerekenlerin kirli çamaşırlarının seçim sandıklarında yıkandığı yerde vicdanların kararlarını özgürce verdikleri söylenebilir mi?
Cinayetlerin faili meçhul kaldığı yerde hesap vermesi gerekenler birer kahraman muamelesi görüyorsa, cinayetten serbest kalanlar devlete hakaretten tutuklanıyorsa orada bir vicdan muhasebesinden söz edilebilir mi?
İl ve ilçe seçim kurullarının ihmali, sandık görevlilerini gerektiği gibi yetiştirilmemesi nedeniyle tercihleri açıkça belli olduğu halde insanların oyları geçersiz ilan ediliyor ve buna rağmen vicdanlar sızlamıyorsa, koltuklarda rahat rahat oturuluyorsa; orada adalet, orada hukuk, orda demokrasiden söz edilebilir mi?
İman gücünün, siyasi gücün, ideolojinin, milli duyguların vicdanlarımızı ipotek altında almasına izin verdiğimiz sürece bu topraklara demokrasi de, huzur da gelmeyecek.
Bırakın içinizdeki hâkim konuşsun, belki de ihtiyacımız olan tam da budur!
Yazarlar
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları












































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
15.11.2025
6.09.2025
18.07.2025
12.06.2025
22.12.2024
3.12.2024
26.09.2024
2.09.2024
5.08.2024
7.07.2024