Ayhan AKTAR
Seçimlerin birinci turu yapıldıktan sonraki cumartesi akşamı sevgili dostum Prof. Selim Deringil’i eve yemeğe davet etmiştim. Selim’in sevdiği İtalyan yemeği lazanya pişirmeyi kafaya koymuştum.
Aynı günün sabahı Selim aradı ve “Yahu, bu akşam Roni’yi de getireyim mi?” diye sordu. Ben de “Harika olur” diye cevap verdim. O akşam yedik içtik, bir güzel kaynattık. Roni bir süre önce akciğer kanseri geçirmiş, ameliyat olmuştu. Sigarayı da bırakmıştı. O gece keyfi yerindeydi
Gecenin sonunda taksi çağırmaya niyet ettik, ama tabii ki duraklarda taksi yoktu. Selim’in evi metro güzergahı üzerindeydi, o metroya yöneldi. Ben de arabamı otoparktan çıkarıp Roni’yi Fulya’daki evine bırakmaya karar verdim.
Bilenler bilir, cuma-cumartesi akşamları İstanbul’da tuhaf bir trafik oluşur. Şehrin varoşlarında gece hayatı olmayan, görece karanlık semtlerde oturan gençler babalarının araçlarını ödünç alarak şehrin merkezindeki parlak ışıklı ve hayat dolu semtlerine doğru akar. Genellikle yeni yetme gençlerin doluştuğu aracın ses sistemi sonuna kadar açılır ve içindekiler ‘cıstak cıstak‘ gürültüsü içinde etrafı hayran hayran seyrederek Beşiktaş-Taksim-Nişantaşı-Şişli-Levent güzergahında birkaç tur atarlar. Bu nedenle gece 24.00-03.00 civarında Boğaz Köprüsü’nün Rumeli tarafında ciddi bir yığılma oluşur.
Milliyetçi-muhafazakâr kesim, ‘yerli ve milli‘ doğrultuda yetiştirdiklerini sandıkları gençlerin parlak ışıkların ve tüketim nesnelerinin peşine takılmalarından hep rahatsız olmuştur. Azgın milliyetçi Peyami Safa’nın Fatih-Harbiye (1931) romanında Fatihli Faiz beyin kızı Neriman, Harbiyeli alafranga genç Macit ile kırıştırmaktadır. Şehrin parlak ışıkları Neriman’ı da kendine çeker. Sınıf arkadaşı ve ‘yerli ve milli’ tornadan geçmiş kemençeci Şinasi ile Beyoğlu’nda gezinirken, Neriman bir parfümeri dükkanının vitrinine bakmaya başlar. Şinasi’nin yorumu şöyledir: “Bu camekânlar kimbilir kaç Türk kızını baştan çıkardı ve çıkaracak!” Müthiş değil mi?
Aynı kitapta, Neriman, Doğu ve Batı uygarlıklarını karşılaştırırken babasına bir itirafta bulunur: “Şark da böyle miskin, uykucu, lâpacı… Bakın şimdi [Fatih’te] her taraf uyuyor. Bir de şimdi Beyoğlu’na çıkın… Ortalık mahşer gibi… Herkes ayakta, uyanık…” Bu sürekli ayakta olma hâli, uyanıklık, parlak ışıklar ve enerjik tavırlar ‘Ağır ol, molla desinler‘ havasındaki muhafazakâr abilere ters gelir.
Roni ile birlikte trafik sıkışıklığında yol almaya çalışırken, önümüzdeki ‘Doğan görünümlü Şahin‘ tipinde bir aracın arkasında ‘Ya sev ya terk et‘ yazdığını gördüm. “Roni, bak ne yazıyor” dedim. Roni, hemen patladı: “Hadi oradan. Ben, itin kopuğun lafıyla doğduğu memleketi, dostlarını ve yoldaşlarını terk edecek bir değilim. Beğenmiyorlarsa onlar gitsinler!” Ben de “Yahu Roni, çocuklar Schengen vizesi alabilseler gidecekler zaten. Ama vatanımızın ve milletimizin bütünlüğüne kastetmiş Batılı emperyalistler bu genç kardeşlerimize vize vermiyorlar” dedim. Bastık kahkahayı.
Sonra, ikimizin de aklına meşhur gri pasaport yolsuzluğu geldi. ‘Yerli ve milli’ siyasi kadrolar tarafından yönetilen bazı belediyelerde ‘Çevreye Duyarlı Bireyler Yetiştirmek Projesi’ adlı bir proje kapsamında Hannover kentine gitmek için Gri Hizmet Pasaportu çıkaran 43 kişinin tümünün Almanya’ya iltica etmesiyle başlayan skandalı hatırladık. Tekrar gülmeye başladık.
Sonra, alaturka milliyetçiliğin Batı medeniyetiyle kurmuş olduğu aşk-nefret ilişkisi üzerine biraz konuştuk. ‘Yerli ve milli‘ siyasal seçkinlerimizin çocuklarını Saint Joseph Lisesi veya Robert Kolej gibi yabancı okullara veya yurt dışına okumaya gönderirken, fakir aile çocuklarına da imam hatip okullarını münasip gördükleri aklımıza geldi. Roni, Murathan Mungan’ın, “TC’nin resmi dini ikiyüzlülüktür” tespitini hatırlatarak, “Murathan çok haklı” dedi.
Roni’yi evine bırakırken artık kendisinin yemek pişirip bizleri davet etmesinin iyi olacağına karar verdik. Ne yazık ki Roni iki gün sonra hastaneye kaldırıldı ve uzun süre yoğun bakımda kaldıktan sonra kendisini 19 Temmu’da kaybettik.
Ben Roni’yi yıllar önce Selim’in arkadaşı olarak tanıdım. O dönemde bir sahaflık şirketinde ortak olduğum için antika dünyasıyla yakın ilişkim vardı. Roni ise Londra’da evi olan, ara sıra İstanbul’a gelen ve her geldiğinde ilginç bir şeyler satın almak için eskici ve sahaf gezen bir koleksiyoncuydu. Fulya’daki evinin salonunda o yıllarda toplamış olduğu nefis cam altı resim koleksiyonu olduğunu biliyorum. O günlerde, Londra’da profesyonel resmi çevirmen olarak çalışır, iyi para kazanırdı. East Anglia Üniversitesi’nden iktisat doktorası vardı. Ama hiçbir zaman akademik hayata girmek istemedi.
İlk kez, 2000’de Michigan Üniversite’sinde misafir öğretim üyesi olarak ders verirken internette Roni’nin Gökçeada Rumlarını anlattığı bir şiirini okuyup vurulmuştum:
MUHASARA
Gökçeada’nın terkedilmiş bir Rum köyü
Nüfus kırk sekiz, en genci yetmiş yaşında.
Oturmuş bir kahvede masalar etrafında,
Çay içip tavla oynarlar takır takır,
Herkes buradaymış, her şey aynıymış gibi.
Köşede balkonu çökmüş o büyük ev
Boş değilmiş, yemek pişiyormuş gibi;
Oğullar Atina’da, kızlar Almanya’da,
Avustralya’da değilmiş gibi yeğenler,
Oyun oynuyorlarmış gibi çocuklar meydanda.
Bir balkon daha da çökse, biri daha gitse,
Çay içip tavla oynayacaklar takır takır
Direnecekler. Elden başka ne gelir ki.
Erkekler her an dönebilirmiş gibi tarladan,
Herkes buradaymış, her şey aynıymış gibi.
Bir garip karanlık var ama gözlerinin ardında,
Her an düşebilirmiş gibi tüm savundukları,
Çok uzak değilmiş gibi artık son yenilgi.
Dört bir yanına ulak yollamışlar da dünyanın.
Umutsuzca yıllardır haber bekliyorlar sanki.
Yıllardır gayrimüslim azınlıklar üzerine okuyup yazan bir akademisyen olarak o ‘kuşatılmışlık‘ duygusunu bundan daha iyi anlatan bir şey okuduğumu hatırlamıyorum. O günlerde Michigan’a bir konferans için gelecek Prof. Yeşim Arat’tan Roni’nin şiir kitabını alıp getirmesini rica ettik. Sevgili Yeşim, gelir gelmez Uzaklıklar (2000) isimli kitabı önümüze atarak, “Yahu, bu ne biçim kitap. Bütün yol boyunca bu şiirleri okuyup ağladım. THY hostesleri de bana acıyıp sürekli bir şeyler ikram ettiler” demişti.
Roni’nin şiiri, 1950’lerde İstanbul’da doğan, merhum Ara Güler’in fotoğraflarını çektiği 2 milyondan az nüfuslu İstanbul’da çocukluğunu geçiren, görece düzgün okullarda okuyan, şehrin hâlâ imparatorluk bakiyesi kozmopolit dokusunu koruduğu bir ortamdaki kültürel hassasiyetlerin farkında olan İstanbullu haylaz çocukları can evlerinden vurur. Devrimci sosyalist siyaseti benimsediği için, Roni kendi edebi tavrını “Önce komitacı, sonra şair oldum” diye özetler. Şiir, Yahudilik vesaire (2004) başlıklı kitabında etliye sütlüye karışmayan ve ‘bir şey söylemeyen şiir‘ anlayışını ‘hokkabazlık‘ olarak niteler. Roni’nin şiiri biraz aykırı kalır onların yanında:
VOR
Yaz aylarında Yeşilköy’de
saatlerce basketbol oynardık,
Mişel’le ben, Agop, Ara ve Aret
eski Rum Okulunun bahçesinde.
“Vor dedik” cevabını verirdik
“Vor” diye selam verdiklerinde
ve kahkahalarla karşılıklı gülerdik:
“Göt” demekmiş Ermenice.
Alabildiğine büyüktü Aret’lerin bahçesi
(sonradan üç apartman olacak kadar):
ağaçlardan incir toplar bir ucunda,
bir ucunda top oynardık beş kafadar.
Amerika’ya gittiler Aret’le Ara sonra.
Ben Londra’ya. Agop’tansa haber yok.
Salt Mişel İstanbul’da kalan hala.
Beş bire düşmüş işte yirmi yılda.
Sokaklarında vor denilmiyorsa artık bir kentin,
İstanbul değildir, kentim değildir benim.
Beni yaratan bir başka kenttir.
Onu bilir ben, onu söyler,
onu özlerim.
Roni’nin şair dürbünü yaşanmış her türlü toplumsal olayın üzerinde yoğunlaşır. Başka şairlerimizin dert etmediği konular onun şiir süzgecinden geçer. Örneğin, Doğu Bloku’nun çözülmesinden sonra, İstanbul’un yaşadığı uluslararası göç dalgasını anlatır ve sonunda artık ‘her yerde yabancı‘ olduğumuzu yüzümüze vurur:
AKORDEON
Bir çocuk bindi Kadıköy vapuruna
kocaman, ölü bir deniz kuşu gibi
boynuna asılı bir akordeonla.
Filikalardan birine yaslandı, yakınında
olmak istermiş gibi batarsa vapur.
Ne kimse gördü çocuğu, ne duydu kimse
kendinden büyük akordeonunu, ağır,
çekingen bir tavırla çalmaya başladığında.
Biliriz, beğeniriz umuduyla en sevilen
Şarkılarını çaldı bilmem kaç ülkenin:
‘Oçi Çorniya’, ‘Oh Suzannah’, bir Viyana
valsi, bir Polonez, Beatles. Çaldıkça
açıldı. Elinin altındaydı tüm dünya.
İşine giden, kendi derdine dalmış
insanlardan dilenen bir çocuk değil artık,
kanatlanmış uçan bir martıydı adeta.
Kimbilir, diye düşündüm, ne zaman gelmiş
doğduğu yemyeşil dağ köyünden Kosova’da.
Ben yeni dönmüştüm doğduğum yere Londra’dan.
İndim vapurdan, dudaklarımda Suzannah.
Hem avucumuzun içi kadar küçük artık dünya,
hem de yabancıyız nereye gitsek aslında.
Roni’nin Uzaklıklar kitabını okuduktan sonra mail adresini bulup kendisine bir kutlama mesajı yazmıştım. Bir süre sonra ondan çok sıcak bir cevap aldım. Ayrıca, daha sonra çıkacak Saat Farkı isimli kitabında yer almasını istediği 19 şiirini bir dosya halinde yollamıştı. Çok duygulandım, teşekkür ettim ve yazışmalarımız bir süre daha devam etti. Roni, neden şiir yazdığını 13 Kasım 2000 tarihli mesajında şöyle anlatıyordu:
“Şiir yazmanın iki yararı var. Biri, bir şiiri yazıp bitirip iyi olduğunu düşününce insanın duyduğu eşsiz zevk; ikincisi, normal koşullarda temas halinde bulunmadığın bir kişiye dokunmuş olduğunu öğrenmenin verdiği daha da eşsiz zevk.“
Evet, Roni eskilerin deyimiyle gönül tellerimize dokunan şiirler yazdı. Roni’nin şiiri, laf kalabalığından uzak ‘yerli, sahici ve sahih‘ bir şiirdi. Roni, asla ‘milli‘ olmak istemedi. 1997’de yazdığı bir yazıda, “Benim daha şimdiden vatanım, dinim, etnik kimliğim yok. Ben Roni’yim, dostlarım var, yoldaşlarım var. Bunlar bana yetiyor. Başkaca kimliğe ihtiyacım yok” demişti. Ölümünden sonra, yakınları daha yayımlanmamış birkaç şiirini yolladılar. Hepsini okudum, ama aşağıdaki şiir bambaşka:
SON SİGARA
Bu sokaklar, köşebaşları,
karakol, kaldırım taşları,
kapı ağızları, dörtyollar,
doğup büyüdüğüm mahallenin
bitki örtüsü gibidir bunlar;
nişan taşları gibi gençliğimin.
Baktığımda şu binalara,
bilirim şimdi, hangisinde
hangi çocukluk arkadaşım,
hangisinde dedelerim yaşardı.
O tasasız, heyecanlı günlerde,
bir insan oluştu benden habersiz,
anılarım, belleğim, kim olduğum.
Ve sonra her köşe yıllarca bana
çocukluğumu hatırlattı.
Dün bakkalın önünden geçerken,
farklıydı ama artık aklıma gelen:
“Son sigaramı yakmak için
kibrit almıştım bu adamdan,
hastaneye giderken.”
Bu yazıyı yazdıktan sonra bir an durup Roni’nin şu anda olması gerektiği yeri düşündüm. Roni, bir yazısında çocukluk arkadaşı Hulusi’nin erken ölümünden bahsederken, “Onu keşif kolu olarak dünya ötesi meyhanelere yolcu ettik” diye anlatır.
2006, Orhan Pamuk’un Nobel ödülünü aldığı yıldır. O sene TÜYAP Kitap Fuarı’na gidenler, ‘ulusalcı’ ideolojiye sahip fuar yönetiminin adeta ‘ölü taklidi‘ yapmakta olduğunu gözlemlemişlerdir. Orhan Pamuk’a verilen Nobel ödülü, aslında Türk diline verilmiş bir ödüldür. Ama kitap fuarı yönetimi bunu kabul etmek istemez, Nobel’i görmez. Fuarda, Orhan Pamuk’un posteri sadece kitaplarını yayımlayan İletişim Yayınları standında bulunmaktadır.
O günlerde Çetin Altan nefis bir yazı yazar. Rahmetli Çetin bey, Pamuk’un gördüğü muamelenin farkındadır:
“Romanları şimdiye dek 45 dile çevrilmiş olan Orhan Pamuk’u, kendi ülkesinde anadili Türkçe olanlardan, daha çok benimseyenler çıkacak tüm dünyada neredeyse… “(13 Ekim 2006, Milliyet)
Çetin Altan, aynı yazıda Türkçenin büyük üstatlarının Pamuk’un ödülüne sevinmiş olacaklarını anlatır:
“Türkiye’den de, insanlığın ortak deha bahçelerine, açtıkları özel çiçeklerle layık değerde, yaratıcı kalemler geçti; Nâzım Hikmet’ler geçti, Sabahattin Ali’ler geçti, Kemal Tahir’ler geçti, Orhan Kemal’ler geçti, Rıfat Ilgaz’lar geçti, Peyami Sefa’lar geçti, Haldun Taner’ler geçti, Sait Faik’ler geçti… Öylesine renkli bir büyük buket içinde Yahya Kemal de vardı, Necip Fazıl da vardı, Kerim Korcan da vardı, Abbas Sayar da vardı, Fakir Baykurt da vardı… Kimler kimler yoktu ki; Refik Halit’ler, Yakup Kadri’ler, Memduh Şevket’ler, Reşat Nuri’ler… Orhan Pamuk’un 2006 Nobel Edebiyat Ödülü’ne, hepsi galaksilerden el çırpıyor olmalı…“
Çetin Altan’ın yazısını tekrar okuduktan sonra, ‘dünya ötesi meyhaneleri’ keşfetmek üzere yola çıkmış Hulusi’nin, Çetin beyin saydığı isimlerin takıldıkları ve her akşam masa donattıkları meyhaneyi bulmuş olabileceğini ummak istiyorum. Oralara yeni intikal eden sevgili Roni’yi de masanın ucuna, Çetin beyin yamacına ilişmiş ve yüzünde her zamanki çarpık gülümsemesiyle büyüklerin muhabbetine karışmak için fırsat kollayan haylaz bir çocuk olarak hayal ediyorum. Benimki de böyle bir hayal işte…
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları






















































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
4.02.2016
25.01.2015
3.01.2015
19.03.2014
30.11.2012
29.11.2012
28.11.2012
30.04.2012
16.04.2012
9.04.2012