Cafer Solgun
Herhalde vicdanı kararmamış herkesin o fotoğrafı görünce içi yanmıştır. Geçtiğimiz 29 Ağustos günü Mezopotamya Haber Ajansı’nın paylaştığı o fotoğrafta, başında takkesiyle yaşlıca bir yurttaş kucağında beyaz bir torba tutuyordu. Torbanın içerisine ise bir kutunun konulmuş olduğu anlaşılıyordu. Hazin olan, fotoğrafın hikâyesi idi. Fotoğraftaki kişi Ali Rıza Arslan’dı ve kucağında taşıdığı kutuda oğlu Hakan Arslan’ın kemikleri vardı…
28 yaşındaki Hakan Arslan 22 Ocak 2016 günü Diyarbakır Sur’daki sokak çatışmalarında hayatını kaybetmiş ve orada gömülmüştü.
Erzurum’un Karayazı ilçesine bağlı Çavuşköy’de oturan Arslan ailesi, çocuklarının cenazesi için defalarca Diyarbakır’a gelmiş, ilgili devlet kurumlarına, başsavcılığa başvurularda bulunmuştu. Aile ve avukatlarının uğraşları nihayet sonuç vermiş ve 7 yıl Sur’da gömülü kalan, 10 ay DNA ve kimlik tespiti için İstanbul Adli Tıp’ta bekletilen Hakan Arslan’ın kemikleri Diyarbakır Adliyesi’ne getirilmişti.
Baba Arslan yıllar sonra oğlunun cenazesini teslim almak için Diyarbakır’a geldi bir kez daha. Çağrıldığı adliyeye giderken muhtemelen bazı evrak işleri olduğunu düşünmüş; yaşayacağı şoktan habersiz…
“O an Diyarbakır başıma yıkıldı”
Baba Arslan oğlunun cenazesini Adli Tıp morgundan bir tabut içerisinde teslim almayı beklerken eline bir kutu tutuşturulmuş olmasının şokunu BBC muhabirine şu sözlerle anlatıyor: “(Adliyede) Ne savcı vardı ne de hakim, bir memur vardı, 28 yaşındaki oğlumun kemiklerinin olduğu kutuyu dolaptan çıkarıp elime verdiler, bunu hiç beklemiyordum, gözlerim karardı, nefesim kesildi, sanki o an tüm Diyarbakır başıma yıkıldı. İçinde oğlumun kemiklerinin olduğu o kutuyu nasıl teslim aldım, nasıl götürdüm hatırlamıyorum, kahroldum.” (Haberin tamamı burada: 'Oğlumun kemiklerinin olduğu kutuyu verdiklerinde Diyarbakır başıma yıkıldı'' - BBC News Türkçe )
Olayın ardından Diyarbakır Barosu, mevzuatı hatırlatarak sorumlu savcılık hakkında suç duyurusunda bulundu…
Cenazeye saygı
Cenazeye saygı, bütün din ve inançlarda açık ve net bir dille telkin edilen bir şey. Semavi dinlerin öncesinde de pagan toplumlarda cenazeye saygının paylaşılan bir değer yargısı olduğu biliniyor. Cenazeye saygı, “düşman” bile olsa hayatını yitiren kişinin naaşına özen göstermeyi, inandığı dini vecibelerine göre toprağa verilmesini ve geride bıraktığı aile ve diğer yakınlarının acısına saygı gösterilmesini içeren bir anlam ve muhtevaya sahip.
İslam Ansiklopedisi’nde “İslam’da cenaze” maddesinin karşılığı olarak Mehmet Şener imzasıyla şunlar yazılı:
“İslâm’a göre insan dünya hayatında da öldükten sonra da sevgi ve hürmete lâyıktır. Dolayısıyla cenazeye saygı duygularını rencide edecek hareketlerden kaçınılmalıdır. İslâm dininin cenazeye karşı gösterdiği bu ihtimamın onun geride kalan yakınları, komşu ve dostlarına yönelik teselli edici tarafları da vardır. Ölülere saygı göstermek, yaşayanlara karşı saygılı olmanın bir başka ifadesidir.”
Bunun yanında, Hz. Muhammed’in gayrimüslim cenazeleri için de saygı gereği ayağa kalktığı ve bu tutumunu bütün inananlara da telkin ettiği söylenir. Bunun “Allah’a saygı” gereği olduğu vurgulanır. (Hz. Muhammed’in bu telkiniyle gerçekleşen tarih ayrı ve başlı başına tartışılması gerekli bir konu elbette. Hele ki IŞİD’in İslam adına gerçekleştirdiği barbarlıklar hâlâ hafızalarda taze iken…)
Cenazeye saygı, insanın kendini gerçekleştirdiği tarih içerisinde geliştirdiği bir etik norm. Cenazeye saygı ritüellerinin ölüm gerçeğine rağmen hayatın devam ettiği ve etmesi gerektiği fikrini canlı tutmak gibi bir işlevi var. Semavi dinlerin tamamında var olan cennet, cehennem, “öteki dünya”, ahiret inancı insanın ölüm karşısında yaşadığı korku ve çaresizliğe yönelik “doğru ve dürüst yaşamayı” telkin eden bir anlam da taşır. Denilebilir ki ölüye gösterilen saygı, biraz da kendi ölüsüne saygı gösterilmesine dair insanın içinde yaşlandıkça büyüyen beklentinin bir ifadesidir.
İster dini, ister sosyo-kültürel ve moral-etik, hatta psikolojik açıdan bakalım, ölüye, cenazeye saygı, bütün renk ve inançlarında insanlığın paylaştığı bir değer yargısıdır ve bu, bu ortak değer yargısını ihlal eden pratiklere rağmen böyledir.
Ölüye saygı, uluslararası hukukun güvence altına aldığı normlardan biri aynı zamanda. Kızılhaç’ın derlediği insancıl hukuk kurallarında ölüye saygının anlam ve gerekleri gayet açık biçimde somutlaştırılmış. Buna göre “taraflar” ölüleri aramalı, bulmalı, karşı tarafa veya yakınlarına teslim etmeli, edemiyorsa ölenin dini vecibelerine göre defnedilmesini sağlamalı, mezarı işaretlenmeli/belli olmalı, ölenin kişisel eşyaları yakınlarına teslim edilmek üzere kayıt altına alınmalı.
Ölünün bedenine işkence yapılması, bedenine zarar verilmesi mutlak şekilde yasaklanmıştır. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde (AİHS) ölüye saygı, işkence ve özel hayata saygı çerçevesinde ele alınırken Anayasa’nın 130. Maddesinde de “Kişinin hatırasına hakaret” bir “suç” olarak düzenlenmiştir. (Konuyla ilgili Diyarbakır Barosu avukatlarından Mehmet Kaya’nın sorunu uluslararası hukukun gündemine getirmenin önemine de vurgu yapan yazısı için bkz.: İnsanlık Diyarbakır Adliyesi'nde: Kutuda, ölü... (gazeteduvar.com.tr) )
Hakan Arslan ilk değil…
Hakan Arslan’ın kemiklerinin bir kutuda babasına teslim edilmesi vakası maalesef “ilk” değil. Bırakalım cenazeye saygıyı, ölü bedenlere ve geride kalan yakınlarına işkence ve eziyet eden vahşi uygulamaların kamuoyuna yansıyan başka örnekleri de var. Öncesi bir yana 90’lı yıllarda “terörle mücadele” gerekçe gösterilerek çatışmalarda hayatını kaybeden PKK militanlarının kesilmiş kafalarıyla fotoğraf çeken özel tim ve askeri birlik mensupları vardı… Kesik kulak koleksiyonu yapanlar vardı… Tankların, panzerlerin arkasına bağlanmış cesetleri şehirlerde sürüklenerek dolaştırılan insanlar vardı… “Faili meçhul” cinayetlerde öldürülen insanların tamamı, öldürülmeden önce işkence görmüş, bazılarının cesetleri parçalanmıştı… Muş Vartinis Köyü örneğinde olduğu gibi çoluk çocuk yakılarak öldürülen sivil insanlar vardı…
“Savaştır olur böyle şeyler” denilebilir mi? Veya “ama onlar terörist, ne yapsan mubah” denilebilir mi? Denilebilir ve bu vahşi uygulamalar aklanabilir, failleri temize çıkarılabilir mi?
Böyle düşünenlere verilecek cevap şu olabilir; vahşet, faili kim olursa olsun vahşettir, işkence işkencedir, alçaklık alçaklıktır ve suç da suç. “Devlet” olmak bir vahşet uygulamasını meşru veya makul kılmaz; aksine o suçu daha da ağırlaştırır…
Öte yandan bir de özellikle “eski Türkiye-yeni Türkiye” muhabbeti yapanların iddiaları var; “Bunlar eski Türkiye’de oldu, bizim zamanımızda olmadı” diye. Bu yaklaşım iki açıdan buz gibi yanlış. Birincisi, yeri geldiğinde “devlette süreklilik esastır” denir. Bu, herhalde devlet ya da birtakım devlet görevlilerinin devlet adına işledikleri suçlar için de geçerlidir. 90’ların hangi suçları açığa çıkarıldı ve failleri cezalandırıldı? (Aslında bu haftaki yazımın konusu da önceki yazıdan devamla bu olacaktı.) İkincisi ise, “Bizim zamanımızda olmadı hiç” demek ne tür bir yüzsüzlük, ne biçim bir pişkinlik anlayabilmek gerçekten zor…
Çünkü Hakan Arslan olayı bir “ilk” değil. Çok da hafızanızı zorlamadan yakın tarihten sadece dört örnek vermekle yetineceğim.
Lokman Birlik… 4 Ekim 2015 günü dönemin HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Şırnak’ta “hendek” operasyonlarında öldürülen HDP Şırnak Milletvekili Leyla Birlik’in akrabası Lokman Birlik’in cansız bedeninin bir polis aracının arkasına bağlanarak sürüklendiğini gösteren bir fotoğrafı kamuoyu ile paylaştı. Bu paylaşımdan kısa süre sonra olayın video görüntüleri ortaya çıktı…
Taybet İnan… 57 yaşındaki Taybet İnan ve kayınbiraderi 53 yaşındaki Yusuf İnan, Şırnak’ın Silopi ilçesinde 14 Aralık 2015 tarihinde ilan edilen sokağa çıkma yasağının beşinci gününde “keskin nişancı” ateşiyle öldürüldüler. Cansız bedenleri 7 gün boyunca vuruldukları sokak ortasında kaldı.
11 çocuk annesi Taybet İnan’ın oğlu Mehmet İnan olaydan sonra yazdığı mektupta, “Annem tamı tamına 7 gün sokakta kaldı… Hiçbirimiz uyuyamadık, köpekler gelir, kuşlar konar diye, o orada yattı biz 150 metre ilerisinde öldük… Bir insan bir insana ne kadar acı çektirebilirse devlet de bize 7 günde bunu yaptı. 7 gün tam 7 gün annenizin cenazesi sokak ortasında kalsın… İnsan çok iyi olamıyor, insan kalamıyor… Annemin elleri kaskatı olmuş ve öyle sıkmış ki eşarbını, belli ki canı hayli acımış, öptüm ellerinden helal et hakkını diye ama… Kanı kurumuş annemin, elleri, yüzü ki yüzü düşerken toprak olmuş, elbiseleri kandan ıslanmış sonra kurumuş, sonra taş olmuş annemin… Kokusu gitmiş, toprak ve kan kokuyor annem, saçları sertleşmiş, kirlenmiş, annemin canından can almışlar Allah’a inananlar!” demişti…
Taybet İnan ve Yusuf İnan 23 gün sonra defnedildi. Cenazesine Taybet İnan’ın iki oğlu ve birkaç akrabası katıldı. Eşi ve 9 çocuğu dâhil başka hiç kimsenin cenazeye katılmasına izin verilmedi.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
15.06.2025
1.06.2025
23.05.2025
10.05.2025
27.04.2025
19.04.2025
13.04.2025
4.04.2025
29.03.2025
24.03.2025