Cemil ERTEM

Bundan sonrasının dinamikleri üzerine...
14.08.2015
2224

 Bundan sonrası nasıl olacak; hiç şüphesiz bu yeni bir dönem, bu dönemin dinamiklerini yalnız içerideki siyasi dinamiklere bakarak çözemeyiz. Dolayısıyla bundan sonrası nasıl olacak sorusu bugün parlamentodaki partilerin iktidar oyununa bakarak cevaplandırılamaz. Yakın bir gelecekte Türkiye’de nasıl bir hükümet kurulursa kurulsun, siyasetin yolu ne olursa olsun, içinde bulunduğumuz bölgeye baktığımızda nereye doğru gitmemiz gerektiğini ya da bizi nereye “savurmak” istediklerini görebiliriz. 

Tarih ve güncel... 

Yalnız ulusal sınırlar içindeki dinamikler artık ülkelerin kaderi için belirleyici değil, küresel ve bölgesel dinamikler giderek daha fazla öne çıkıyor. Türkiye için Avrupa, kısaca MENA dediğimiz Ortadoğu/Kuzey Afrika ve sonra Kafkasya bölgesi öncelikle ele alınması gerekiyor. Zaten Arap Yarımadası ile birlikte bu bölge insanlık tarihini de belirleyen, yazan sosyolojiyi oluşturmuştur. 

20. yüzyılın başına kadar bu topraklarda ekonomik dinamik olarak Asya ve Avrupa ticareti ve ticari geçiş yolları, su kaynaklarının paylaşımı ve buna bağlı yerleşik tarım siyasetin ve toplumların oluşumunun ana harcı olmuştur. Ama 20. yüzyılın başı itibarıyla petrol ve daha sonra doğal gaz, MENA ve Kafkasya ana hinterlandını ekonomik paylaşımın merkezi yapmıştır. Her iki büyük paylaşım savaşının temel hedeflerinden biri, bu bölgedeki kaynakların ve giderek pazarın paylaşımıdır.

Şimdi olan biten aynen budur. Çünkü 2. Dünya Savaşı’nın oluşturduğu bütün ekonomik, siyasi ve diplomatik paradigma ve bu paradigmanın kurumları tam şimdi çöküyor. Burada tartışmamız gereken Türkiye’nin bu yeni paradigmada nasıl yer alacağıdır. İnanın bütün yapılan siyasi tartışmalar, çözüm süreci tartışmalarından, koalisyon tartışmalarına kadar her şey bu tarihsel ve güncel gerçeğin tartışmasıdır aslında. 

Enerji üzerinden politik strateji 

Geçen gün Brüksel merkezli düşünce kuruluşu Bruegel, “Türkiye-AB arasında stratejik bir enerji ortaklığının kurulması üzerine” başlıklı bir not yayınladı. Bu not, aslında enerji (ağırlıkla doğalgaz) üzerine olsa da, buradan yola koyularak yeni bir ekonomik ve siyasi entegrasyon arayışını sorguluyor. Şöyle deniyor: “ 2014 Ukrayna krizinden sonra, AB’nin enerji güvenliği arayışlarını öne çıkardı ve şubat ayında AB Komisyonu bir enerji tebliği yayınlayarak, Güney Gaz Koridoru üzerine yoğunlaşılması ve Türkiye’ye yeni bir enerji stratejik ortaklığı kurulması konusunda çağrı yaptı. Hemen hemen aynı tarihlerde, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin AB üyelik süreci ile ilgili olarak iki stratejik başlığın neden ısrarla açılmadığını AB yetkililerine soruyordu. Bu iki stratejik başlık savunma ve enerji başlıkları idi. Şunu anlıyoruz ki, AB Komisyonu'nun bu çağrısına rağmen, Türkiye ile özellikle enerji, savunma gibi stratejik başlıklarda “ortaklık” kurmayı istemeyen, daha geniş bir perspektiften söylersek, Türkiye’yi AB’ye kesinlikle istemeyen bir güç var. Tabii bu gücü biz tarihsel ve somut olarak biliyoruz. Almanya burada başı çekiyor ve Almanya, Rusya’ya rağmen tercihini, AB Komisyonu'nun çağrısına rağmen, Türkiye’den yana kullanmıyor. Ama iş burada başlık açmamak ya da AB Komisyonu’nun önerdiği stratejik işbirliğini oluşturmamak gibi pasif bir Türkiye karşıtlığıyla de kalmıyor. 

Kritik tarih: Şubat-2015 

Özellikle Cumhurbaşkanı üzerinden Türkiye’ye dönük bir medya saldırısı, Almanya ve İngiltere ana akım medyası ağırlıklı olmak üzere, tam da AB Komisyonu’nun Türkiye ile stratejik işbirliği kurulmalı çağrısından sonra-yani 2015 Şubat ayından sonra- artıyor. Tabii bu “dış” medya saldırısını, Goebbels yöntemlerini kullanarak, “bizim” paralel medya ve şu bildik amiral medyası takip ediyor. 

Şubat sonrası hem bu dış medyanın hem de “bizim” paralel medyanın yalnız manşetlerine bakın, çözüm sürecini zaten bunlar bitirmişti. Yaklaşan seçimlerde AK-Parti’nin tek başına iktidar olmaması ve sandıktan bir koalisyon çıkması için HDP’nin devreye sokulması da, yine şubattan sonra hızla oluşturulan bir strateji idi... Yine tam burada Bruegel’in Raporu’ndan devam edelim. 

Burada şu ilginç tespit de yapılıyor: “AB ve Türkiye, eğer Güney Gaz Koridoru’nun stratejik öneminde anlaşırsa (burada aslında AB, GGK’nun ve Türkiye’nin stratejik önemini kabul ederse denmek istiyor) buraya Azerbaycan dışında, İran, Türkmenistan ve Kuzey Irak Kürt Yönetimi girebilir. Raporda bu entegrasyon için dört temel işbirliğinin bir genel kümede buluşması ve bunun diplomasinin yapılması öneriliyor. Bu dört temel işbirliği ise; AB-Türkiye Azerbaycan, AB-Türkiye-Türkmenistan, AB-Türkiye-İran ve AB-Türkiye Irak Kürt yönetimi olarak tarif ediliyor. Şimdi rapordaki bu dört temel ayağa dikkat edelim. Zaten bunlardan üçünü-İran hariç- Türkiye oluşturmuş durumda. Kuzey Irak ve Azerbaycan geçişleri fiziki olarak oluşan/oluşmakta olan projeler, Türkmenistan ise üzerinde çalışılan proje... İran-Türkiye ise, dikkat ederseniz, İran’ın Batı ile anlaşmasından sonra, İran tarafının Türkiye’nin istikrarsızlaştırılmasına dönük çabalarıyla güncellikten giderek uzaklaşıyor. 

İran’ın sorunu 

İran, Avrupa’da Almanya’nın Türkiye için düşündüğünü düşünmeye başladı. Almanya, Türkiye’yi hem Avrupa hem de doğu için nasıl rakip görüyorsa İran’da MENA bölgesi için görüyor. Ve istikrarsız ya da kendi çıkarlarını bölgesel olarak savunmayan enerji ve ticari geçişleri İran inisiyatifine bırakan bir Türkiye İran için bulunmaz fırsat. Bunun için İran Dışişleri Bakanı-ki nükleer anlaşmayla tarihe geçtiğini iddia ediyor- Cumhuriyet Gazetesi'ne kadar düştü. İran, tıpkı Almanya gibi, GGK’nun kendisi için kaçınılmaz bir geçiş olduğunu biliyor ama burada GGK’nun Türkiye’nin kolu kanadı kırıldıktan sonra işlevlendirilmesini istiyor. 

Koalisyon olmadı, nereye gidiyoruz? 

Geçen gün Aljazeera Türkiye sitesinde yayınlanan bir haberde şu ayrıntı vardı: KDP’ye yakın Rudaw yayın organının editörlerinden Rabwar Kerim şöyle diyor; 

“Geçen sene Başkan Barzani’nin yaptığı ‘bağımsızlığa hazırlanıyoruz’ açıklaması, Kerkük petrollerinin Bölgesel Kürt Yönetimi tarafından ihraç edilme kararı Tahran’ın canını epey sıktı. Bir de Türkiye ile olan iyi ilişkiler var.” Şu sıralar, işte bu nedenden dolayı İran ile Barzani’nin arası açık. Tabii operasyonlardan sonra bazı PKK üst düzey yöneticilerinin İran’a kaçtığı haberi de bu haberle daha anlamlı hale geliyor. 

O zaman buradaki kapışma ve Türkiye’deki siyasi gerilim, koalisyon kurulamaması gerilimi değildir, buradaki gerilim, Türkiye’nin hem yeni bir AB hem de yeni bir MENA ve Kafkasya bölgesi için anahtar ülke olmasındandır. 
Bu ekonomik ve siyasi belirsizlik ancak Türkiye’de bu süreci okuyan ve bölgesel entegrasyonu, kalkınmayı öne çıkartan güçlü ve her alanda yeknesak, bağımsız politikalar güden bir tek parti iktidarıyla ortadan kalkar. Ama oraya doğru da gidiyoruz, hayırlı olsun!

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar