Ferhat KENTEL
İslami hareketin, İslamcı düşüncenin, dindar (mütedeyyin ya da muhafazakâr) kesimlerin izlemiş olduğu güzergâh benim kişisel ve akademik hayatımda çok önemli bir yer tuttu. Ailemin muhafazakâr bir geçmişe sahip olmasının yanı sıra, akademik olarak üzerine çalıştığım bir alan olması nedeniyle genel bir ifadeyle “İslam dini ile kimlikleşen” kesimlerle hem yakın hem de mesafeli oldum. Belki bu sayede, söz konusu hareketin sosyolojik olarak derslerle, yaratıcılıklarla ve ibretlerle dolu olduğunu gördüm ve görmeye devam ediyorum. Üzerine birçok (içinde benim de bulunduğum) araştırmacının yüzlerce kitap ve makale yazdığı bu zengin tecrübenin tamamını böyle bir yazıda özetlemek tabii ki mümkün değil. Ancak gene de içinde bulunduğumuz dönem itibariyle, o tecrübeye eklenen yeni hikâyelerin not edilmesinin faydalı olacağını düşünüyorum.
Öncelikle, çok da açıklayıcı olmayan ama genel bir kategori olarak işlevsel olan “İslam dini ile kimlikleşme” tanımı içinde yer alan insanların en azından bir kısmının güzergâhını nasıl okuduğumu ve bugün daha görünür olan başka damarların ürettiği anlamlar üzerine bir-iki not düşmek istiyorum.
Ama bunun için, tarihte biraz geriye gitmem gerekiyor.
Hesaplaşma ve iyileşme
“80 öncesi” diye adlandırılan, kendi başına anlam yüklü, şiddet dolu günleri Ankara’da, ODTÜ’de geçirdim. 12 Eylül meşum darbesinin sonrasını da Ankara’nın insanın içini karartan kirli havasında yaşadım.
Vatandaş denetleme mekanizmaları arasında, üniversiteleri “halletmek” üzere ihdas edilmiş YÖK’le, Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde girdiğim yüksek lisans programında doğrudan muhatap oldum. O zamanın muktediri ya da yeni güç odağının borazanı Kenan Evren’in sözlerini emir telakki eden YÖK, seçerek girdiğim “sosyal politika” programını, “siz ne yapmanız gerektiğini bilmezsiniz, ancak ben bilirim” edasıyla kapatıp, kayıtlı öğrencileri başka bir programa devretti! Meşhur 1402 numaralı sıkıyönetim kanunuyla görevlerinden alınan hocaların ayrılmak zorunda kaldığı o dönemin bir üniversitesi olarak Ankara SBF’de geçirdiğim iki yıl içinde, akademik dünyanın nasıl çölleşebileceğinin muhteşem zavallılıkta bir örneğini gördüm.
Fiziksel olarak kirli, siyasal olarak kurşun gibi ağır yıllarda, nefes alma imkânını, neredeyse cemaatleşmiş, birbirlerine sımsıkı sarılmış arkadaş gruplarında buldum. ODTÜ’de yaşadığım devrimci hayallerin çöküşü ve darbenin getirdiği karabasan karşısında, arkadaşlıkla beslenen güçlü duygu, bir tür merhem etkisi yaptı ama bütün o dönemi yeniden düşünme ve hesaplaşma imkânını, tamamen tesadüfler sonucunda burs alıp gittiğim Fransa’da yaptığım sosyoloji doktorası sayesinde buldum.
O şiddet dolu dönemde insanların, özellikle gençlerin gündelik hayatları biraz korku-gerilim filmlerini andıran bir seyir izliyordu… Bir yanda, sosyal kökenleri bizimkilerden çok farklı olmayan “ülkücüler” vardı. “Davadan döneni vurun!” sloganlarının gösterdiği gibi, kendi dava arkadaşlarını bile vurmaktan çekinmeyecek bu sağcı güruhun şiddet tapıncı tabii ki başka insanlarda zihinsel bir faaliyetten çok, dehşete dair duygular uyandırıyordu… Yani ya kaçacaksın ya boyun eğeceksin ya da savaşacaksın…
Ancak öte yandan, benim gibi yirmili yaşlarındaki genç insanların inandıkları sol-sosyalist-devrimci mücadelenin kendisi de, günahı oldukça bol bir hareketti. En azından içinde bulunduğum dernek ve üniversitede güçlü olan sol fraksiyonların iç ilişkileri ve kendi aralarındaki ilişkiler, en basit ifadeyle demokratik olmaktan fersah fersah uzaktı. Her grubun kendi sosyalist ideolojik yorumunu tek gerçeklik olarak kabul ettiği bu “sol” dünya, Nilüfer Göle’nin ifadesiyle “tek aktör patolojisi” içinde yaşayan bir dünyaydı.
Aslında hiçbir toplumsal hareket, içinde bulunduğu genel toplumsal yapıdan ve konjonktürden bağımsız değildir. Bu yüzden, toplumun genel kültürel ortalamasına, toplumsal çatışmalarına, tarihi birikim ve travmalarına bağlı olarak, belki de, genel olarak sol hareketten de çok farklı tezahür beklenmemeliydi. Bu hareket bazı istisnalar dışında, yukarıdan aşağıya dayatmacı, devletçi, otoriter, ezberci ve özellikle eril, kısaca devrimcilik görünümü altında oldukça muhafazakâr bir hareketti. Kuşkusuz, toplumsal torna mekanizmalarının gücü sebebiyle, ne kadar somut toplumsal koşullardan üremiş olsa da, daha adil ve özgür bir dünya talebi taşımış olsa da, bu kısırdöngü içinde sol-sosyalist hareket var olan devlet yapısı altında gerçek bir alternatif olamadı. Hatta, hemen olacağını zannettiği devrim bir yana, verdiği sayısız kurbana rağmen, toplumda var olan egemen kutuplaştırıcı söylemlerin yeniden üretimine de katkıda bulunmuş oldu.
İşte tesadüfler üzeri girdiğim doktora programında içinde yaşadığım bu dönemle hesaplaşmak üzere tezimi yazmaya karar verdim. Sonradan geri dönüp baktığımda ise, bu konuda tez yazmanın aslında kendimi iyileştirmeye yarayan mükemmel bir araç olduğunu fark ettim.
Devlet fikrinden özerkleşmek
Tezim başlangıçta sol-sosyalist düşünce dünyasının devlete olan bağımlılığı ve devlet ya da devlet fikri karşısında özerkleşme arasındaki gerilim üzerineydi. İddiam şuydu: Cumhuriyet tarihi boyunca devleti ele geçirmek ve toplumu (halisane fikirlerle olsa da) yeniden ve tepeden inşa etmek fikriyle hemhal olan solun aydınları içinden 80’li yıllarda güçlü bir eleştirel dil çıkmaktaydı. Bunun en büyük dayanağı da kutuplaşmış bir şiddet diliyle beslenmiş bu solun içinde var olduğu toplumun da aslında çok güçlü bir değişim sancısı geçirmekte oluşuydu. Toplumun içinde çok farklı kesimler sosyal, sınıfsal gerilimleri, kente göçmenin getirdiği yersizleşmeye bağlı kimlikleşme sorunlarını yaşarken, aynı zamanda kendilerini ifade etmenin yollarını arıyorlar; acı (mesela arabesk müzik), cinsellik (Yeşilçam’da erotik film furyası) ama aynı zamanda mizah (mesela o dönemin Gırgır dergisi) gibi duygularını dışa vuruyorlardı.
Ancak bu fokur fokur kaynayan karmaşık dünyada yükselen başka hareketler daha vardı. Göreli olarak bağımsız konumundan ötürü Kürt hareketini bir yana bırakırsak, seküler-milliyetçi bir devlet geleneğine daha bağlı olan sol entelijensiyayı, bu gelenekle ciddi bir eleştirel mesafe alan İslamcı hareket eşliğinde ele almak bana göre gerekliydi. Toplum adına konuştuğunu iddia eden sol ve İslamcı entelektüel dünyaların devlete ve topluma dair ürettikleri söylemlerin karşılaşmaları ve karşılaştırılmaları Türkiye’de devlet dışı bir sivil toplum ve sivil düşünce alanının niteliğine dair önemli bir fikir verecekti.
“Demokrasi ve totalitarizm arasında Türkiye toplumu – Devrimci ve İslamcı entelektüellerin dönüşümü” adlı tezim işte bu bağlamda ortaya çıktı.
Tezi 1989’da savundum ve o zamandan beri dert ettiğim mesele çok değişmedi. Bugün Türkiye’de toplum ve devlet ilişkileri, hâlâ “demokrasi ve totalitarizm” arasındaki sarkacın yarattığı gerilimle iç içe bir düzeyde sürüyor. Yıllar geçiyor; demokrasi konusunda toplum çok önemli olduğunu düşündüğümüz adımlar atıyor; ancak hiç umulmadık bir zaman diliminde totaliter dinamikler devreye giriyor ve hayatı esir alabiliyor.
Ve tabii yıllar geçerken, bir zamanların devrimci, sosyalist entelektüelleri ya da İslamcı entelektüelleri ve bunların tüketime sunulan söylemleri de değişmeye devam ediyor. Mesela sol-sosyalist kanadın içinden çok fazla kanal açılıyor; yeşiller, feministler, yerel ve kent hareketleri gibi “yeni toplumsal hareketler” ve diller çıkıyor. Kuşkusuz, genel olarak “sol” söylem içinde devletle ya da seküler-milliyetçi devlet fikriyle eskisinden daha da sımsıkı bağlanan kesimler de var. AKP’nin yarattığı ortam her ne kadar “milliyetçi-totaliter” bir ortam olmuş olsa da, bu kesimlerin kimliklerinin oluşumunda mevcut olan “gericilik-İslamcılık” tehlikesinden ötürü, geleneksel laikçi tutum ve davranışlarını daha da radikalleştirdi. Geleneksellikleri ve Kemalist devlet fikriyle özdeşleşmiş olan bu kesimler bir kenara bırakılırsa, solun içinden çıkan yeni tezahürler bugünkü demokratik potansiyeli geliştirmek için çok güçlü bir damar inşa ediyorlar.
İslamcılığın çöken entelektüel cephesi
Otoriter devlet geleneğinin içinden gelen sol entelijensiya ve hareketler bugün totaliter dinamiklerle mesafe alırken, diğer yandan, bir zamanlar devlet dairesi dışında çok daha özerk bir dil üretmiş olan İslamcı hareket ve entelijensiya bütün yaratıcılığını yitirmiş durumda. Bazı istisna olan ve büyük ölçüde yalnızlaşmış ya da sessizleşmiş olan İslamcı entelektüeller dışında, bir zamanların gayet “entelektüel” İslamcıları, tamamen devlet dairesine ve totaliter dilin yeniden üretimine girmiş durumdalar.
Saraya endeksli günlük gazetelerdeki köşelerinden bazıları hâlâ “entelektüelmiş” gibi yazıp çizmeye devam eden eski-entelektüellerin artık toplumla alakalarının kaldığını söylemek imkânsız. Toplumun içinde olup biten meseleler hakkında söyleyecekleri hiçbir şey kalmayan bu yeni seçkinler adeta ıslık çalarak, havaya bakarak hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlar. Artık ne kadar varsa, sahip olabildikleri entelektüel kapasitelerini sarayın söylemlerine hapsetmiş vaziyetteler. Bir zamanlar, küçük sıradan ama gerçek insanların dertleriyle, insan olmanın çoğulluğundan bahsederken, artık devletin dilinden, uluslararası alanda Türkiye’nin gücünden, satılan silahlardan, düşmanlarından, reel politikadan, stratejilerden, giderek belli bir zümrenin çıkarlarını özetlemekten başka hiçbir anlamı olmayan “ulusal çıkarlardan” bahsediyorlar.
Çıktıkları devletin tepesinden aşağıya bakmadıkları gibi, dönüp geriye, geride bıraktıkları kendi hikâyelerine bile bakmıyorlar… Ne KHK’lıları ne mahvedilen çevreyi, toprakları, akarsuları ne de kentleri, yoksulluğu, hayat pahalılığını, çöken sağlık sistemini ve sansür edilen, yasaklanan, ceza verilen medya organlarını görüyorlar. Ya da muhtemelen bütün bunları çok iyi görüyorlar ama devletin içinde “profesyonel” olarak üstlenmiş oldukları görev icabı, ele geçirince belli ki çok hoşlandıkları ve taptıkları gücün merceğinden, dünyayı sadece “iletişim” adını verdikleri propagandanın hedefi olarak görüyorlar.
Ancak bu “eski-entelektüel” hikâye işin sadece bir parçası… Bir de onların bakmadıkları ya da diyecek pek bir şeyleri olmadıkları için üzerine “analiz” yapamadıkları bir dindar-muhafazakâr kesimin hikâyesi var… En az yukarıdaki tezahürler kadar karanlık olan bu kesimin hikâyesini de bir sonraki yazıya bırakayım…
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları






















































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.07.2024
16.04.2024
5.02.2024
12.07.2023
24.01.2023
26.11.2021
2.05.2021
16.04.2021
10.10.2020
9.09.2020