Ferhat KENTEL

Ferhat KENTEL
Ferhat KENTEL
Tüm Yazıları
Bir iyilik ve hesap unsuru olarak Suriyeli “vatandaşlar”
13.07.2016
1727

Cumhurbaşkanımızdan Suriyelilerin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına kabul edileceğini öğrendik.

 

Önceleri onları korkunç kötü niyetli Batı’ya satmaya çalışmıştık, “üzerinize salarız bak!” gibi ufak yollu tehditler de savurmuştuk ama anlaşılan uluslararası reel politikanın çıplak “milli çıkarlar dünyası”nda hesaplar değişti ve çok taraflı (ABD, Rusya, Suriye, İsrail vb.) yapılan pazarlıklar sonunda, birilerine Suriyelilerin dönmeyecekleri garantisi de verilmiş oldu. Ya da birileri (Esad?) istemediler onları.

 

Neyse hayırlı olsun! Nüfus nüfustur; fazlası göz çıkarmaz. 'Nüfusumuz daha da artacak ve bir kere daha çok güçlü olacağız!' diyerek kendimizi avutabiliriz.

 

Ya da...

 

Ulus-devletin bencilliğini aşmak

 

Kendimizi avutmak yerine, ortalıkta dolaşan söylemlerin ötesinde biraz daha etraflıca düşünürsek, oldukça önemli bir kararla karşı karşıya olduğumuz anlaşılır.

 

Başkan babanın kararının arkasındaki hesapları da bir kenara bırakalım; benim onları tam olarak bilme imkanım yok.

 

Görünenden başlayalım... Türkiye’de yaşayan Suriyelilere asgari insani görevleri yerine getirmek, insanca bir davranıştır. Savaştan heba olmuş bir toplumun yaralarını sarmak da insanlığın asgari koşuludur.

 

Yani ulus-devletin ezberlerine sığınmaya gerek yok; sermayenin sınır ve ulus tanımadığı bir dünyada insanları sınırlarla tanımlamak sadece abestir.

 

Almanya’da yaşayan Türklerin Alman vatandaşı olması ne kadar normalse, o topraklarda, o ülkenin yerel ve genel tüm vatandaşlık haklarından yararlanması ne kadar normalse, Suriyelilerin de Türkiye’de hak sahibi olması normaldir. “Bu topraklar için toprağa düşmüş atalarımız” ya da “bu vatan için çalışmış olmak” gerekçeleri duygusal olarak tatmin eder ama kimin, hangi topraklar için düştüğünün ve bugün kimlere borçlu olduğumuzun hesabı afakidir; yapılamaz. Çanakkale savaşı sırasında Suriye, Irak vs. henüz Osmanlı topraklarına dahildi... Yani oralardan gelip “bu topraklar için” savaşanlar da vardı...

 

Yani her halükarda, “milli çıkarlar” görünümü arkasına saklanmış ve rüzgara göre (güç ilişkilerine göre) değişen Türk dış politikasının bu tür kararları içinde tabii ki özenle korumamız gereken bir insani boyut var.

 

İyiliğin örtemediği çıkarlar

 

Ancak, ne yazık ki, meselenin içinde başka bir hesap-kitap olduğuna dair de kuvvetli emareler var. “Suriyeliler arasında bulunan doktor, avukat ve mühendis gibi kalifiye elemanlardan yararlanalım” minvalindeki gerekçe, “iyilik yapan Türkiye” imajını bir anda darmadağın ediyor.

 

Öte yandan, Haberdar yazarlarından (Said Sefa, Sezin Öney) öğrendiğim kadarıyla, bütün Suriyelilerin hepsinin vatandaşlığa alınmayacağına dair de işaretler var. Bu, yukarıda sözünü ettiğimiz ve insaniyet görüntüsünün arkasından sızan “çıkarcı” niyetlere bağlı olarak, büyük ve yeni Türkiye idealine hizmet edecek şekilde, sadece doktor, mühendis gibi kalifiye elemanları mı içerecek? Yoksa, ortalıkta kalırlarsa savaş suçlusu olabilecek ve “konuşurlarsa yer yerinden oynayacak” kadar tehlikeli olabilecek Suriyeli IŞİD’çi elemanları mı kapsayacak? Ve onlara bir anlamda sus payı mı verilecek?

 

Kolaylıkla galeyana gelebilen hassas halk kesimleri

 

Bu arada ana muhalefet partisinden tepkiler geliyor. Ekonomik yorumlar yapmışlar... Çok sıradan bir ırkçılığın argümanlarını kullanarak...Bu argümanlar Avrupa’daki ortalama alt-orta sınıf insanların Müslümanlara, Türklere duyduğu tepkilerde dile gelenlerden farklı değil. Kapitalizmin girift ilişkilerini anlatmak, ucuz işgücü ve para peşinde koşan “yerli” işverenleri suçlamak yerine, çok daha basit açıklamalara sarılmaya dayanan kolaycı ve ucuz politika... Yani ırkçı partilerin saflarını güçlendiren, oy oranlarını arttıran politika epey bir zamandır bizim ülkemizde de pek revaçta (epey kalkınmış Avrupalı ülkeler gibi olmuşuz sanki!).

 

Bu tür tepkiler yukarıda değindiğim ulus-devletin doğal sonuçlarından besleniyor. Ezberlenen sınırları, düne kadar bir arada yaşayan halklar arasına dikilen suni bariyerleri “doğal” ve “esas” kabul eden bir zihniyetin tezahürleri... Türkiye’de yaşayan Arap ve Kürtler ile adı “Suriyeli” ve “Iraklı” konmuş Araplarla; gene “Suriyeli” ve “Iraklı” olmuş Kürtlerle “yabancı” ülke vatandaşı gibi olmayı öğreten bir sürecin sonuçları...

 

Ama bu Avrupalı orta sınıf ırkçı tepkilerini andıran bu tepkilerden daha da bariz ve tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bir ruh hali dolaşıyor ortalıkta... 

 

Kutuplaşmaktan başka bir şey öğretmemiş ve düşmanlarla var olan Türk eğitim sistemi ve siyasetinde tabii ki Suriyelilere de düşman sıfatının yapıştırılmaması düşünülemezdi... Bir zamanlar Ermenilere, Rumlara ait işyerlerini yağmalayan, daha sonra Alevilerin sığındıkları otelleri, kızlara laf attığı gerekçesiyle Romanların evlerini, Kürtlere ait kitapçıları yakan hassas milliyetçi damar, en lümpen ağızlar vasıtasıyla, Suriyelileri de cezalandırmak konusunda elinden geleni arkasına koymayacağını ilan ediyor.

 

Sayıları üç milyonu bulan bir mülteci kitle içinde her türlü hırsızın ya da katilin olması tabii ki kaçınılmaz. Ancak o katiller ya da hırsızların nezdinde tüm Suriyelilerekarşı nefret dilinin bu kadar kolay zemin bulması da herhalde son yıllarda yaşadığımız, devletin en tepesinden bol miktarda beslenen öfke ve nefret dilinden bağımsız olmasa gerek. Bütün başımıza gelen belaların sorumlusu olarak, ezberden komplo teorileri eşliğinde toplumun farklı kesimlerine savaş açmanın maliyetlerini herhalde Suriyeliler konusunda da görüyoruz.

 

Öyle anlaşılıyor ki, bir kere daha, gene ve defaten ve de dışarıdan kendi iç kavgalarımız için malzeme devşiriyoruz. Yani “Suriyeliler meselesi” sadece Suriyeliler meselesi değil; söz konusu olan en sıradan bir Türk meselesi...

 

Yani bu toplumun hem kendine hem de başkalarına karşı kırılmış olan güveni, başkalarının yarattığı tedirginlik ve korku Suriyeliler vesilesiyle bir kere daha depreşiyor.

 

Yalan söylemeden güven inşa etmek

 

Ancak, öte yandan, ulus-devletin ezberleri, ortalama ekonomik meselelere bağlı sıradan ırkçılık gibi meselelerin ötesinde, Türkiye’de yaşayan insanların çok önemli bir bölümü (parti aidiyetlerinden bağımsız olarak) vatandaşlık alacak Suriyelilerden ciddi riskler gelebileceği korkusunu taşıyor.

 

Mesela “iyilik-çıkar-hesap-kitap” meselelerinin arasında, Suriye’den “kurtarılacak” savaşkan elemanların, Türk patronlar için fabrikalarda ucuz işgücü olarak değil ama “güvenlik” hesapları için Türkiye’de ucuza istihdam edilmesi ve Suriye’deki iç savaşın ithal edilmesi riski gibi...

 

Bu korkuya karşı “korkmayın canım!” demenin hiçbir anlamı yok... Alınan kararlar konusunda topluma yalan söylememek gerekiyor... Yalan söylenmediği konusunda sadece yeminli taraftarları değil; bütün vatandaşları ikna etmek ve toplumda güveni yeniden tesis etmek gerekiyor.

 

Not: "Ben gazeteciyim"

Memleketimizde gazetecilik yapmak başlı başına bir kahramanlık ve taktikler savaşı haline geldi. Gazeteler kapandı, TV kanalları karartıldı, gazeteciler tutuklandı... Devletin-hükümetin hoşuna gitmeyen gerçekler ya da yorumlar kamuoyuna ancak bir yerlerden “sızarak” ulaşabiliyor. Alternatif düşüncenin boğulmaya çalışıldığı bir ortamda, kamusal alan “tek ses”le şekillendirilmeye çalışılıyor. İşte totaliter ülke manzaraları sunan bu pratiklere karşı bir araya gelen gazeteciler, "Ben gazeteciyim" adıyla bir inisiyatif başlatma kararı almış...

 

Evet, iyi gazetecilik, kötü gazetecilik vardır ama gazetecilik suç değildir; bu nedenle “Ben de gazeteciyim” diyorum...

 

FERHAT KENTEL / HABERDAR

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar