Ferhat KENTEL

Ferhat KENTEL
Ferhat KENTEL
Tüm Yazıları
‘İyi sosyoloji’
10.03.2012
3235

Bu sıralarda biraz yollardayım. Denizli’de Anayasa üzerine sohbet, Aydın ve Samsun’da liselerde ders, Muş’ta konferans... Genç ya da yaşlı, benim gibi düşünen ya da düşünmeyen insanlarla birlikte yapılan fikir teatileri... Ezberlerimiz, ezberlerimizi altüst eden karşılaşmalar...

Benimle karşılaşan insanları bilemem ama ben sürekli olarak bir şeyler öğreniyorum bu karşılaşmalardan. Ve ezberlerimizi yıktığımızı zannederken, kurduğumuz yeni ezberleri de yıkmak ve yeniden düşünmek için ne kadar da çok birbirimize yani aslında “başkalarına” ihtiyaç duyduğumuzu görüyorum.

Gencecik lise öğrencileri... Sıkıştırıyorlar sordukları sorularla. Kimi sorular, yorumlar ezberler dünyasıyla iç içe. Şaşırtıcı değil; hepimiz ortak tornalardan geçiyoruz çünkü. Kendimizi koruyabilmek, yalnız kalma korkumuzla başa çıkabilmek için, kendimizi içine atıyoruz o ezberlerin içine. Ancak aynı zamanda o ezberlerin altında nasıl da farklı bir varoluş arzusun yattığını gösteriyorlar... Başka sorular ve yorumlar ise pek kafa yormadığımız, zihnimizi zorlayan ve sürekli olarak yenilenen hayatı anlamak için bizi yeni kavramlarla düşünmeye zorlayan türden... Ve herşeyden öte, inanılmaz bir konuşma ve duyulma arzusu!

Aslında, herşeye rağmen, aynılık dayatan bütün kalıplara rağmen, belki de en ortak derdimizi anlatıyor bu toplumun bütün insanları: “ben biriciğimbenim bir hikâyem varbenim başkalarıyla paylaştığımı hafızam var ve ben eşit olmak istiyorum.

Toplum mühendislerinin inşa edip dayattıkları “normallikler”, başkalarıyla karşılaştığımız zaman çöküyor. Toplumu adeta kolaylıkla biçim verilebilir bir çamur gibi gören; çamur gibi gördüğü şeyin üzerine beton döküp katılaştıran zihniyete inat, farklı toplumsal kesimlerin başkalarıyla karşılaşmaları sonucunda, toplum kendi üzerine düşünmeye başlıyor.


“Sosyal Bilimler” liseleri
 tam da bunu yapıyor. Şimdiye kadar toplumu “mühendisçe” bir bakışla şekillendirebileceğini, toplumu fethederek ele geçirebileceğini düşünenlerin tersine, hayatın karmaşıklığına bakıyor bu liselere giden şanslı öğrenciler. Ancak, gerçekten Türkiye için “devrimci” bir nitelik taşıyan bu okullara gitmeyen ve şimdiye kadar, yarış atı kıvamında, sınav kazanmaya şartlanmış genç insanlar da “sosyoloji”yi duyunca, “sosyolojik düşünmek” denen bir imkânın varlığını hissedince, “hayatta başarılı olmak için izlenmesi gereken yollar” cilasıyla örtülmüş olan ezberleri bir kenara bırakabiliyorlar.

Evet, sosyoloji tabii ki “bilimsel” disiplin; kavramları, yöntemleri var. “İyi sosyoloji” yapmak için, epey kafa patlatmak, çok araştırma yapmak lazım. Ancak, çok kafa patlatmak, çok araştırma yapmak “iyi sosyoloji” yapma garantisi vermiyor. Üstelik, ne yaparsanız yapın, “iyi sosyoloji” yaptığınızdan hiçbir zaman emin olmanız da mümkün değil.

Çünkü iyi sosyoloji yapmak bireysel bir faaliyet değil; iyi sosyoloji ancak toplumun konuşmasıyla ve “kendi üzerine düşünme kapasitesi”ni geliştirmesiyle mümkün.

İşte bugün toplum olarak, toplum mühendislerinin elinden kurtulup, “iyi sosyoloji” yapma savaşı veriyoruz. Belki kıra döke, döke saça, bedel ödeyerek... Ama yeniden düşünüyoruz ve sosyoloji sadece meslek adı “sosyolog” olan insanların tekelinden çıkıyor; “kolektif bir birikim” haline geliyor.


Muş
’a (ya da birçok Anadolu şehrine) konferans, söyleşi ya da benzer bir “entelektüel” faaliyet için giden herkesin karşılaştığı bir durum var: tıklım tıklım konferans salonları, arka arkaya gelen sorular, yorumlar, eleştiriler ve söz alma çabaları...

Ve o salonlara gelen insanlar, sadece “şehirlerine gelen bir yabancı”nın ne anlatacağını merak ederek gelmiyorlar; orada bir pratiği, bir tecrübeyi inşa ediyorlar.

Coğrafi, doğal zenginlik bakımından çok büyük bir potansiyele sahip olmasına rağmen, bugüne kadar kalkınma/ gelişme endekslerinde en altlarda yer almış olan bir şehrin insanlarının yarattığı bir pratik bu.

Muş’ta konferans salonlarını dolduranlar, “yoktan varedilmiş bir vatan” söyleminin içindeki “yokluğun” nasıl ortaya çıktığını hatırlatıyorlar. Evet, çünkü Muş ve Anadolu’nun daha pek çok şehrinde bir zamanlar varolan ekonomik, sosyal ve kültürel birikimin, (hadi “soykırım” demeyelim) tehcirle; soyları, kültürleri temizleyerek ve kırarak; ithal ve kopyacı ulus-devlet mantığıyla, korkunç bir temizlik harekâtıyla yokedildiğinin farkındalar. Ve bugün kaybolmaya karşı direnerek, diniyle, geleneğiyle, dili ve kültürüyle “varolanın yaşamasının” nasıl elzem olduğunun bilincindeler ve işte bunun için, kendileri olmak, “bütün” olmak için çaba gösteriyorlar.

Kendileri olabilmek için de konuşuyorlar ve “iyi sosyoloji” yapıyorlar...


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)
  • M. İrvem Keskinoğlu

    M. İrvem Keskinoğlu

    16.04.2013 03:19

    Düzce Yerel Haber yöneticilerine: Sayfanıza yaptığınız yeni mizanpajla asıl kumak amacıyla açtığımız alıntı okunamaz oluyor.

Yazarlar