Halil BERKTAY
[3-4 Ekim 2014] Hayır, katılmıyorum. Meclis’ten tezkerenin hem de büyük bir çoğunlukla çıkması kötü değil çok iyi oldu. Bu savaş ABD ve müttefiklerinin 20 Mart 2003’te Irak’a girmesiyle aynı şey değil. Türkiye’nin bu savaşa girmemesi, “bu savaşın bir parçası olma”ması olanaksız. Hattâ Türkiye dahil pek çok şeyin kaderi, girmesine ama çok dikkatli ve ölçülü girmesine; sınırlı bir cerrahî müdahalede bulunmasına; Kobane’yı savunmaktan başlayarak kuzey Suriye Kürdistanı’nı IŞİD (İD) saldırısına karşı korumasına ve bununla yetinmesine bağlı.
Evet, Irak’ın bundan 11 yıl önceki istilâ ve işgali tamamen yalan üzerine kurulu ve haksız bir savaştı. Saddam Hüseyin’in “tek adam”ı haline geldiği Baas yönetimi berbat bir despotizmdi; doğru. Ama isteyenin, sevmediği bir rejimi dışarıdan diktatörlükle suçlayıp zorla devirmeye kalkmasının uluslar arası hukukta yeri yok. Zaten onun içindir ki George W. Bush’un neo-con’ları, Saddam’ın güya El Kaide’ye destek verdiği ve 9/11 teröründen kısmen de olsa sorumlu sayılabileceği, ayrıca elinde “kitle imha silâhları” olduğu ve her an komşularına karşı yeni tecavüzlere girişebileceği yolunda kesif bir dezenformasyon kampanyasına başvurarak, kendi halkını, Avrupa’yı ve Birleşmiş Milletleri zar zor ikna edebildi. Tabii ardından hepsi fos çıktı; üstelik Ortadoğu’yu tam anlamıyla batırdılar, darmadağın ettiler kaosa sürüklediler; gene de örneğin Cheney “bir diktatörü devirdik, iyi oldu” gibi zırvaları hâlâ hiç utanmadan telâffuz edebiliyorsa, bu sadece kendi fütursuzluğu ve gergedan derili vurdumduymazlığını yansıtıyor.
Bugün ise durum tamamen farklı. Doğru, aynı zamanda bir mayın tarlası gibi tuzaklarla dolu. Ama en temel gerçek şu: Gerek Suriye ve gerekse Irak’ta devlet otoritesi diye bir şeyin kalmadığı koşullarda, ortaya İD gibi bir örgüt, bir kuvvet çıkmış bulunuyor. Son derece zalim, saldırgan, hunhar, sınırsız derecede kıyıcı ve kan dökücü, hem topluca hem bireyler bazında merhamet duygusundan tümüyle yoksun bir akım bu. Cihadizmin “aman (verme)” kavramını da tanımayan en uç noktası. Tek mesajı var: Ya bize katıl, ya da kafanı keseriz. Evet, Barack Obama güzel söylemiş: network of death; bir ölüm ağı, şebekesi, makinesi. Ve bütün bölge halkları, kendinden başka herkes ve her şey, şimdi bu korkunç tehditle yüz yüze. Öncelikle buna karşı çıkmak ve bunu durdurmak zorunlu.
Olabilir; herkesin farklı hesapları vardır bu konuda. Bir kısım Batı politikacılarının da önce göz yummuş ve şimdi sırf ucu kendilerine dokunuyor diye karşı çıkıyor olmaları pekâlâ mümkündür. Buna da bir çekince koyuyorum gerçi; büyük devletlerin yaptıkları dahil yeryüzündeki her şeyi maddî çıkarlara, dolayısıyla ikiyüzlülüğe indirgemekten yana değilim. Ahlâk diye, etik tepkiler diye bir şey de var; dünya kamuoyu ve evrensel insanlık vicdanı diye bir şey de var, bu hayatta. Göreli özerkliği içinde, başlı başına bir faktör. Çok mükemmel olmasa da, iyi kötü işliyor, zamanla devreye giriyor büyük katastroflar karşısında. Onsuz, 19. yüzyılın ilk yarısı ve ortalarının kölelik aleyhtarlığını ve Amerikan İç Savaşını da açıklayamayız. Faşizm ve Nazizmin total yenilgisini de açıklayamayız. 1945 sonrasındaki sömürgesizleşmenin barışçı varyantlarının kapsamını (yani meselâ İngiltere’nin Hindistan’dan sonra neden Afrika’daki o kadar çok kolonisine kendi kaderini tâyin hakkı tanıdığını) da açıklayamayız. Amerika’nın Vietnam’ı, Sovyetlerin Afganistan’ı kaybedişini (ve çöküşünü) de açıklayamayız. İki Amerikalı ve bir İngiliz gazetecinin, ardından bir Fransız turistin tavuk gibi boğazlanmasını cümle âlem seyretti. Az şey midir? Yetmiyorsa, bu yazının başındaki, IŞİD’lilerin gaddarlık nümunesi infazlarından sonra gene kendilerinin çekip sosyal medyalarına yükledikleri diğer bazı fotoğraflara da bir bakın. En son haber, Kobane civarında PYD’den esir aldıkları üç kadın gerillayı da aynı şekilde gırtlakladıkları (Milliyet, 3 Ekim). Düşünün ki bunları kılları kıpırdamadan, eğlenircesine yapıyorlar — Moğol istilâsı misali, sırf dehşet salmak, terörize etmek uğruna. Buna kim dayanır, ne dayanır, hangi can dayanır? Kendinizi yere yatırılıp kurşuna dizilmek veya kafası arkaya kanırtılıp kesilmek üzere olan zavallıların yerine koyun. O ânın çaresizliğini biraz hissedebiliyor musunuz kendi içinizde? Daha önce hangi ucuz çıkar hesabı yapılmış olursa olsun, başka her şeyi, bütün diğer faktörleri silip süpürmez mi vahşetin bu düzeyi? Bütün devlet ve hükümetler üzerinde de bir bağlayıcılık, bir yaptırım gücü oluşturmaz mı? Artık bundan sonra da bu sırf Batı’nın ve/ya Hıristiyan âleminin bir sorunu gibi gösterilebilir; “bakmayın siz Batılıların demeçlerine, ne hinoğlu hindir onlar” denebilir, böyle yazılar yazılabilir mi?
Çok net söyleyeyim; en azından ben, bu noktada kendimi o “var yok dinlemez” mutlak insanlık vicdanının içinde görüyor, onu benimsiyor, ona tutunuyor, onun icabının yerine getirilmesini talep ediyorum. Bu da İD’nin artık zerrece vakit geçirmeksizin, şiddet yoluyla durdurulması, en azından durdurulmaya başlanması demek. Tezkere karşısındaki bazı reaksiyonları okudum ve acı acı gülmekten başka bir şey gelmedi elimden. “IŞİD’in şiddet dolu yöntemleri, çağdışı hukuku dışarıdan askerî müdahalelerle, bombalarla engellenemez”miş. “IŞİD, ancak Ortadoğu halklarının, demokratik çoğulculuğu esas alan yaygın mücadelesiyle durdurulabilir”miş. Dolayısıyla Türkiye, zinhar “sınır ötesine asker göndermemeli”ymiş. Ya, evet, Hitler de öyle durduruldu, değil mi? Ölme eşeğim ölme. Hani nerede, o mükemmel ve muhayyel “halkların” mükemmel ve muhayyel bir “demokratik çoğulculuk” doğrultusundaki mükemmel ve muhayyel “yaygın mücadelesi”? Bunun “bırakalım ve seyredelim”den başka hiçbir anlamı yok. Somut durumda bunu demek, bütün Suriye ve Irak’ın bir kan banyosundan geçerek İD kontrolüne girmesini ve her bakımdan “kara bayraklı, kara vicdanlı”; maalesef aşırı kullanılıp yozlaştırılmış bir kavramın tam anlamıyla Islamofascist bir Halifelik diktatörlüğünün kurulmasını istemekle bir. Üstelik aynı anda “Kobane ve Rojava’da saldırılara direnen Kürt halkının yanında” olunmasını da istiyorlar. Peki ama nasıl? Hem mutad solcu muterizliği, hem “her şeyi birden isteriz”ciliğinin, hiçbir çözüm önerisi yok bu konuda. Kimisi AKP’yi İD’ye hiçbir şey yapmamak suretiyle “Rojava’nın kazanımlarını ortadan kaldırmak”la, kimisi de “çözüm diye Rojava’yı işgale hazırlanmak”la suçluyor. PKK da aynı kafada üstelik. Öcalan “Kobane’de katliama seyirci kalınırsa çözüm süreci biter diyor; Kandil’den ise “sınırı geçerseniz savaş ilânı sayarız” ve “PYD’ye ağır silah gönderilmezse çözüm süreci biter” mesajları geliyor. Tavşana kaç, tazıya tut. Olmazsa düz duvara tırman. Girerse(n) de bitti, girmezse(n) de bitti. Kürt önderliği TSK’nın İD ile savaşmak için Suriye’ye girmesine güvenemiyor ama PKK/PYD’ye kendi eliyle ağır silâhlar vermesini bekleyebiliyor, isteyebiliyor. Nasreddin Hoca fıkrasındaki gibi: “Köpekleri salmışlar, taşları bağlamışlar.” Bu işin içinden nasıl çıkılacak?
Bazı şeyler vardır ki insanın üzerine üzerine gelir ve kaçılması olanaksızdır; sığınıp saklanacak yer bulamazsınız; öte yandan, biraz daha yakından bakıldığında bütün dünya ve insanlık için doğru, haklı ve gerekli olanın (İD’nin yenilgisi), kendiniz ve ülkeniz için de (Türk-Kürt barışı açısından) çok yararlı olacağı ortaya çıkar. Öyle ki, bu uğurda çeşitli engelleri aşmaya da değer ve çalışılırsa mutlaka bir çözüm bulunur. Çok değil, daha birkaç ay önce hükümet, “Esad’a karşı çıkmayan ve savaşmayan, ama Esad’ın krizini fırsat bilerek kuzey Suriye’ye egemen olan bir Kürt gücü”nün oluşmasını endişeyle izliyor; madalyonun diğer yüzünde, Kürt siyaseti ve Türk solcuları dahil çeşit çeşit muhalif, “Kürtlerin Türkiye’yi her taraftan kuşatıyor olması”nı sevinçle karşılıyordu. (Öyle yazılmıyor muydu çok yakın geçmişte, yoksa ben mi yanlış hatırlıyorum?) Derken durum bir kere daha ve olağanüstü hızlı değişti; realpolitik anlamında kozlar gene TC’nin eline geçti; bir kere, Türkiye’nin Batı açısından önemi ve vazgeçilmezliği gene tavan yaptı; ikincisi, Rojava umulan kuşatma şeridi olmaktan çıktı ve Türkiye ile İD arasında sıkışmışlığa dönüşünce sırtını TC’ye vermek zorunda kaldı. Öyleyse hükümet ne yapmalı — PKK önderliğinin korktuğu, bazı solcuların da alelacele felâket tellâllığını yaptığı gibi, fırsat bu fırsattır diye Kürtleri İD’ye ezdirip kırdırmaya mı çalışmalı? İstemese bile, kısıtları gözünde büyütüp pasif kalarak benzer bir sonuca mı yol açmalı? Veya, başka, daha derin ve çok daha önemli bir tarihsel fırsatı gözetip, geçmiş devlet refleksleri ve alışkanlıklarının da dışına çıkarak, çok daha büyük mü oynamalı?
“Olayların mantığı bizim mantığımızdan üstündür.” Bu sıradan cümle Stalin’e ait. Basit gözükebilir ama bağlamıyla çok ilginç ve önemli: 1941’de, yani (ideo-politik çizgisi veri kabul edildiğinde, o ölçüler içinde) Stalin’in hayatındaki en büyük taktik ve stratejik hatâdan sonra sarfedildi. Sovyetler Birliği’nin Faşizme ve Nazizme karşı tutarlı bir mücadele çizgisi izlediği; buna karşılık yatıştırmacılığa sadece Batı’nın başvurduğu iddiasını bir yana bırakalım. Eski sosyalist ve komünistler olarak bu defansif uydurmaya maalesef yıllar yılı inandık. Oysa gerçekler çok farklı. Komintern “yaklaşan dünya devrimi” beklentisini ve buna bağlı olarak (burjuva demokrasisini savundukları, reformcu oldukları, barışçı evrim yolunu gösterdikleri, dolayısıyla devrimi asıl onların saptırdığı ve engellediği gerekçesiyle) sosyal demokratları baş düşman sayma, en azından faşistlerle aralarında fark gözetmeme cinnetini tâ 1934’e, yani Hitler’in iktidara gelmesinden bir yıl sonraya kadar sürdürdü. Ancak iş işten geçtikten sonradır ki, 1934-39 arasında “faşizme karşı birleşik cephe” benimsendi. Derken 1938 Münih Konferansı’nda Chamberlain ve Daladier Çekoslovakya’yı satıverdi. 1939 yaz aylarında ise Hitler Polonya’yı giderek baskı altına almaya başladı. Sırtları duvara dayanan İngiltere ile Fransa bu sefer daha sağlam durdu; Polonya uğruna savaşabilecekleri sinyallerini verdi. Ne ki, cayan, kıvırtan ve kaçan Sovyetler oldu. 1939 Ağustos sonunda, ansızın Almanya ile bir saldırmazlık anlaşması imzalayıp Nazizmin önündeki son engeli onlar kaldırdı. Uluslar arası komünist harekette muazzam bir sarsıntı ve hayal kırıklığı yaşandı; bazı partilerde bu yüzden intihar edenler olduğu söylenir. Karşılığında, “Batılı emperyalistlerin Hitler’i Sovyetler Birliği’ne saldırtma planını boşa çıkarmak için” başvurulan bir taktik olduğu vurgulandı. Tümüyle yalandı — Molotov-Ribbentro Paktı’nın uzun süre varlığından şüphe edilen, ama ancak Sovyetler Birliği çöktükten sonra arşivlerden bulunup çıkarılan gizli protokolü, basit bir zaman kazanma yöntemiyle açıklanamayacak alçaklıkları: (a) Polonya’nın Üçüncü Reich ile SSCB arasında düpedüz paylaşılmasını; (b) Polonya krizi yüzünden herhangi bir savaş çıkarsa bunun sorumlusunun İngiltere ve Fransa olacağını (anti-faşizm vizyonundan bu denli haince bir ricatı) içeriyordu. Nitekim 1 Eylül 1939’da Alman orduları batıdan, 15 Eylül’de de Sovyet orduları doğudan Polonya’ya girdi. Kısa vâdeli bir oyun filan değildi; Stalin düpedüz Doğu Avrupa’da ortak bir Alman-Sovyet hegemonyası peşinde koşuyor; Batı’yla kapışan Hitler’in artık Sovyetlere saldıramayacağını hayal ediyordu. Bu yüzden uykuya yattı; 1941 Haziran ortalarında gelmeye başlayan vahim istihbarat raporlarına bile inanmadı. Ardından, 22 Haziran 1941 Barbarossa Harekâtıyla yataktan (veya eşekten) düşmüşe benzedi. Kremlin’deki odasına kapandı; ne yaşadıysa yaşadı; bir hafta sonra çıkıp komutayı ele aldı ve savaşmaya girişti.
“Olayların mantığı bizim mantığımızdan üstündür.” Stalin’in durumu kendi partisi ve merkez komitesine açıklamak (deyim yerindeyse, hesap vermek) için kullandığı bu cümle, bugün Türkiye için de, Türkiye-Suriye-Irak Kürtleri ve Kürt hareketleri için de fazlasıyla geçerli. 1941’de Stalin’in artık hiç beklemediği şey olmuş; yeni bir mevzilenme doğmuş; Almanya’nın saldırdığı Sovyetler Birliği, istese de istemese de Batı demokrasileri ile aynı kampa itilmiş. Şu 2014 yılında da, gerek Türkiye’nin ve gerekse Kürt önderliğinin hemen hiç beklemediği bir şey olmuş; yeni bir mevzilenme doğmuş; her iki taraf hâlâ doğru dürüst barış yapmamış, çözüm sürecini gitmesi gereken en ileri noktalara götürmemişken, hattâ zaman zaman yekdiğerini çözüm sürecini bitirmekle tehdit edebilirken, İD karşısında gerek ABD ve diğer Batı ülkeleriyle, gerekse birbirleriyle fiilenaynı kampa itilmiş. Ancak anlaşılan insan bilinci ve idraki biraz geriden geliyor; henüz jeton tam düşmemiş.
Bu açıdan sözüm, azıcık daha şaşkın ve ne yaptığını (daha doğrusu ne dediğini) daha bilmez konumdaki, Stalin’in Kremlin’deki odasına kapanması aşamasından çıkamamışa benzeyen PKK ve PYD’ye değil; benim burada sözüm, cumhurbaşkanı ve başbakanıyla asıl TC hükümetine. Elleri daha serbest olduğu için de; her bakımdan çok daha muktedir oldukları için de. Dün, yani 2 Ekim Perşembe akşamı, tezkerenin henüz daha yeni geçtiği saatlerde, Başbakan Davutoğlu Kobane’ye yardım ve düşmesini önlemek için ellerinden geleni yapacaklarını söyledi. Bu umut verici demeç bugün (3 Ekim Cuma) akşam saatlerinde BBC’de yaygın olarak yer alıyor — Kobane’nin durumu giderek vahimleşirken, hemen sınırda, topu topu birkaç kilometre ötedeki Türk tankları ve zırhlı birliklerinin hareketsiz beklediğine ilişkin, mahallinden raporlarla birlikte. Öyle çok fazla beklemeyi ve uzun boylu düşünmeyi tolere edebilecek bir durum da yok; dolayısıyla dilerim ki herkesin sinirini bozan bu pasif seyircilik sona ersin artık. Suriye’nin içlerine ilerleyip İD’yle her yerde çarpışmaya girmek ve Ortadoğu’yu tek başına düzeltmeye kalkmaktan söz etmiyorum; bunu deliler bile artık hayal edemez. Nitekim Amerikan yönetimi de, aklını başına toplayıp neo-con hezeyanlarından arınmış, kendine çok daha dikkatli ve mütevazı restorasyon hedefleri koyan bir koalisyonun bile tekrar içeri ve kara harekâtına girmesini öngörmüyor da, hava bombardımanın frenleyici ve yavaşlatıcı etkilerinin ötesinde, ancak tamamen yerli güçlerin toparlanmasıyla sonuç alınabileceğinin, bunun da çok uzun süreceğinin altını çiziyor.
Normaldir; sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer. Birinci Dünya Savaşı sonrasında da ABD infiratçı (izolasyonist) bir reaksiyon yaşayıp Avrupa’dan çekilmiş ve içine kapanmış; bu da özellikle Milletler Cemiyeti’ni çok zayıf kılmıştı. Şimdi ise “W”dan müdevver bir bocalama yaşanıyor. Ama öyle de olsa, Amerika’nın yeni düzen getiriyorum diye ortalığı altüst ettikten sonra kaçıp gitmesi ve dönmesi gerekirken dön(e)memesi, Türkiye’nin de aynı tavırla her şeye sırt çevirmesini gerektirmez. Kaldı ki, bunu yapamaz ve yapma lüksü de yok, çünkü ABD kriz alanıyla sınırdaş değil ve olsa olsa (savaş gemileriyle) Kızıldeniz’de veya Basra Körfezi’nde — ama Türkiye hemen orada, bölgenin göbeğinde ve bütün Rojava, özellikle de Kobane burnumuzun dibinde. Sırf Kürt direnişine yardım etmeyi amaçlayan, derinliği sınırlı operasyonlar yapılabilir ve yapılmalı. Televizyon ekranlarında herkesin gördüğü gibi, arazi oldukça düz ve çıplak; helikopter ve zırhlı birlik harekâtı için neredeyse ideal. İD güçleri üç yönden elini kolunu sallayarak geliyorsa, PKK/PYD’nin bunu durduracak ne hava gücü, ne ağır silâhları olmadığı için gelebiliyor. Oysa Türkiye’nin, açık alanı ve hattâ ana karayolunu kullanan bu taarruzları, helikopterleri ve topçu ateşiyle kırması da mümkün. Kobane’nin doğusu ve batısından tanklarıyla iki kol halinde içeri girip beş on kilometre ilerlemesi ve Kobane’nin güneyinde bir güvenlik kordonu oluşturması da mümkün. Bu yolla İD’yi kilometrelerce öteye püskürtmesi ve bir daha yaklaştırmaması; bu arada 200.000’e yaklaşan sığınmacının sağ salim yerlerine yurtlarına dönmesini sağlaması da mümkün. Özetle, Türkiye’nin önünde küçük ve sınırları belli bir alanda yerel bir barış gücü rolünü oynama olanağı duruyor.
Fakat bütün bunlar için elbette çok değişik bir vizyon ve önemli bir takım siyasî koşullar gerekli. Böyle çok sınırlı bir kurtarma operasyonu da yapılacaksa, sonuçta Suriye ve Rojava topraklarında yapılacak. Onun için Türkiye’nin, “olayların mantığı”nı kabullenip bir yandan Suriye’ye, diğer yandan Kürtlere güven vermesi şart. (1) Suriye açısından bu, zaten Arap Baharı’nın nefesi çoktan tükenmiş ve bütün Batı Esad ile yeni bir modus vivendi’ye yönelirken, AKP önderliğinin de inadı bırakıp Esad’ı devirme hedefini en azından askıya alması; sınır ötesi harekâtın güvenliğini Batı’nın “uçuşa kapalı” bir alan tesis etmesinde ısrar yoluyla değil asıl bu sayede garanti altına alması demek. (2) Kürt önderliği açısından, ne kadar saçmalarsa saçmalasınlar, karşılığında didişmeye girmeksizin ve “terör örgütü” misillemelerine tevessül etmeksizin, çok çelişkili şeyler istediklerini tane tane anlatıp, bunların yerine karşılıksız bir koruma-kurtarma operasyonunu, her iki tarafın yararına olacağı için, içtenlikle, yeni bir dille, olabildiğince yumuşak ve kazanıcı bir yaklaşımla teklif etmek demek. İcabında “siz isteseniz de istemeseniz de yapıyoruz, ama bakın haber verdik ve kendi taahhüt ettiğimiz koşullara mutlak surette uyacağız” noktasına kadar. (3) Yerel Kürt savunma güçleri açısından da, artık Öcalan üzerinden mi olur, Kandil üzerinden mi, veya doğrudan PYD ile temas kurarak mı; bu operasyonun onlara asla dokunmayacağı ve zarar vermeyeceğine, TSK’nın orada ayrı bir yönetim kurmaya kalkışmayacağına ve Rojava’nın içişlerine karışmayacağına dair olabilecek en net, en kesin güvenceleri sunmak; hattâ sıhhî yardım ve yiyecek-içecek dağıtımı işlerine bile fazla bulaşmamak; ya kendilerinin ve/ya BM kuruluşlarının diledikleri gibi halletmesine olanak vermek demek. (4) Nihayet, İD tehdidi bertaraf edilmiş gözüktüğü anda da artık orada durmayıp Türkiye sınırlarına geri çekilmek demek.
Yapılabilir mi? Bilmiyorum, ama sanırım yapılması tarihsel bir sorumluluk ve yükümlülük haline geldi. Yapılmazsa ne olur, düşünmek istemiyorum. Yapılması, dış politikada alışık olmadığımız bir altruizmin, diğergâm bir koşulsuz yardım (no strings attached) tavrının öne çıkmasına bağlı. Yapılırsa, en azından şu somut facia önlendiği gibi, çözüm süreci de bundan çok güçlenerek çıkacak. “Sıfır sorun, sıfır düşmanlık” mı demiştiniz? O yolda büyük bir adım atılmış olacak. Türkiye de kazanacak, Kürtler de, bütün bölge de.
Son söz. Bu yazıya 3 Ekim Cuma sabahı başladım. Görüyorsunuz ki hayli uzadı. Öğleden sonra, İD’nin üç yönden Kobane’ye girmeye başladığı haberleri geldi. Daha bitirmeden, acaba başına “ben bu yazıyı Kobane düşmeden yazdım; siz keşke şöyle şöyle olsaydı diye okuyun” diye bir not mu koymak zorunda kalacağım diye düşünür oldum. Akşama elektrikler kesildi; şarjım da bitti sonunda; tabii internet de gittiğinden dünyadan habersiz kaldım. Saat 22’den sonra cereyan geldiğinde, açıp baktım ki bir Müttefik uçağı bölge üzerinde uçup Kobane taarruzuna destek veren İD tankı veya tanklarını bombalamış. PYD güçleri ve yöre halkınca alkışlanmış; sloganlar atılmış. Hiç olmazsa ilk istihbaratı, müdahale talebi ve hedef tesbit bilgisinin (meselâ her şeyi adım adım bildirenBBC’den değil de) Türkiye’den geldiğini umarım.
Yazarlar
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024