Halil BERKTAY
[15 Haziran 2018] Şimdi düşünün; Amerika’da yetmiş küsur yaşlarında bir eski arkadaş grubu. Bazıları emekli. Biri müzik profesörlüğünden, biri coğrafya profesörlüğünden, biri avukatlıktan, biri deprem mimarlığı ve Dünya Bankası danışmanlığından. Diğerleri aktif: iş adamı, doktor (genel pratisyen), doktor (nörolog). Dünyanın bambaşka bir köşesinden, 8500 km ötedeki Türkiye’den, hasbelkader beni bulmuşlar karşılarında. Soruyor da soruyorlar. Hepsinin çok iyi bildiği bir konu var: Kürt sorunu. Daha doğrusu, ABD’nin IŞİD’e karşı savaşta Kuzey Suriye Kürtlerini eğitmesi ve silâhlandırması yüzünden Türkiye’yle ne kadar ters düştüğünün son derece farkındalar. Irak ve Suriye’deki durumdan ise zaten çok tedirginler (unutmayalım, bunlar vakti zamanında Vietnam’a da karşı çıkmış, Amerika’nın başka ülkelere müdahalesinden hiç hoşlanmayan liberal demokrat aydınlar). Şimdi benim anlattıklarımdan ortaya çıkıyor ki, Batının Türkiye konusunda da yapmadığı hatâ kalmamış. İslâmofobi ve Türkofobi; demokrasisiz modernizasyona ve otoriter laisizme destek; halka karşı askerî-bürokratik elitten medet ummak; Erdoğan’dan kurtulma özlemi; 15 Temmuz darbesi karşısında (en hafif deyimiyle) bekle-gör tavrı; öncesi ve sonrasında Gülencilere açılan kredi ve gösterilen himaye; DAEŞ’le kendisi savaşmak yerine parayla savaştıracak yerli asker arayıp Suriye Kürtlerinde karar kılmak... hepsi bunun bir parçası. Eh, bunlar da yanlışsa, ki görüyorlar yanlışlığını, o zaman ikinci büyük soru kaçınılmaz oluyor:
Peki Halil, sence Amerika ne yapmalı?
Cevabı (diyorum) Türkiye’yi çok aşıyor kuşkusuz. Bu global bir sorunu. Olabilirliğin sınırlarını idrak sorunu. Yeryüzündeki yeni kuvvet ilişkilerini algılayıp algılamama sorunu. Yeni bir dünya düzeninin aslında ne olması ve nasıl kurulması gerektiğini içine sindirip sindirmeme sorunu.
Tarihte onbinlerce yıl Batı - Doğu ayırımı diye bir şey yoktu. İnsanlığın (Avrasya’nın küçük ve uzak Avrupa köşesine sıkışmış) bir bölümü, İS 1500 dolaylarında yerkürenin kalanı üzerinde yükselmeye başladı. Bu süreçte, elinde çok büyük güç ve zenginlik topladı. Kendine has bir iktisadî, siyasî, askerî ve kültürel çehre kazandı. Aşırı gelişerek yeni oluşan dünya kapitalist sisteminin merkezi ve tepesine yerleşti. Başka herkesi azgeliştirerek periferileştiren bir iktidar blokuna dönüştü. Sırf coğrafî anlamda batı/da olmaktan çıktı. Bu özel anlamda Batı diye anılır oldu.
Fakat görüldüğü gibi bu Batı hegemonyası yeryüzünde sadece 500 yıllık. Onun içinde, Yeni Emperyalizm çağı diye bir alt-bölüm var. Avrupa-merkezli deniz imparatorluklarının, artık Sanayi Devrimi’nin beraberinde getirdiği yeni teknik ve teknolojiler (buhar ve çelik, dev zırhlılar, konik patlayıcı mermiler atan uzun menzilli toplar, makinalı tüfek, demiryolları, telgraf ve telsiz, okyanus diplerine döşenen kablolar, nihayet kinin ve tropikal hastalıklara karşı geliştirilen diğer ilâçlar) temelinde, son büyük genişleme dalgasını kapsıyor. 1870’lerde başlayıp Birinci Dünya Savaşı’na uzanıyor. İngiliz sömürge imparatorluğunun olağanüstü büyümesini, Fransız, Alman ve İtalyan sömürge imparatorluklarının ise yeniden veya sıfırdan kurulmasını beraberinde getirecek. Büyük Sahra’nın güneyindeki Kara Afrika’nın kapışılması başta olmak üzere, dünyanın teritoryal paylaşımı tamamlanacak; boş ve sahipsiz toprak kalmayacak. İyi mi kötü mü; medeniyet mi talan ve zulüm mü; neden oluyor (tesadüf mü, tekelci kapitalizm yüzünden mi); nereye gidiyor (ebedî barış ve huzura mı, daha büyük savaşlara mı)... soruları etrafında dönen tartışmalara yol açacak. Hararetli savunucuları ve sert karşıtları çıkacak. Hobson, Lenin, Hilferding, Rosa Luxemburg, sonra Joseph Schumpeter ve Otto Bauer’lerin yorumlarına konu olacak.
Dikkat edilirse, bu Yeni Emperyalizmin doruğu da en fazla 45 yıl. Bu dönemde, modern sanayi toplumları ile Avrupa dışı ülkeler arasındaki kuvvet dengesizliği en aşırı noktasında. Olabileceği kadar birinciler lehine. Zamanın Büyük Devletleri (Osmanlı deyimiyle Düvel-i Muazzama’sı), bu sayede “İnsanlığın Efendileri” (Victor Kiernan, The Lords of Human Kind) veya “Bütün Dünyanın Efendileri” (Anthony Pagden, Lords of All the World) mertebesine yükselecek. Ancak 1914’te bu aşama da sona erecek. 1918’den sonra sömürge imparatorlukları artık büyümeyecek. İki savaş arası dönemde statik kalacak. 1945’ten sonra ise rüzgâr yön değiştirecek; büyük bir dekolonizasyon (sömürgesizleşme) dalgası yükselecek. Bütün o denizaşırı imparatorluklar çözülüp dağılacak; 150 kadar yeni ülke bağımsızlığına kavuşacak. Devlet egemenliği, Birleşmiş Milletler üyeliği için zorunlu koşul. İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminde BM 51 ülkeyle kurulurken, 2011 itibariyle mevcudu 193’e ulaşacak.
Tabii bu, emperyalizm mirasının sonu demek değil. İnsanlık, bir, bugün de muazzam iktisadî eşitsizlik ve dengesizliklerin pençesinde. İki, uluslararası politik kurumlar (örneğin bizzat Birleşmiş Milletler) hâlâ geçmişin adaletsizliğini yansıtmakta. Üç, Yeni Emperyalizmin ideolojik ve kültürel etkileri şimdi de sürüyor. Batı-merkezcilik düşünsel bir gerçek. Oryantalizm düşünsel bir gerçek. Irkçılık düşünsel bir gerçek. İslâmofobi düşünsel bir gerçek. Sömürgecilik tarihe karışmış, ama zehirli tortusu bizimle yaşamaya devam ediyor. Dolayısıyla bir bütün olarak Yeni Emperyalizm çağını 1914’le noktalamamak, hiç olmazsa 1945-50 arasına kadar getirmek daha doğru olmalı.
Neden 1945-50 arası? Çünkü burada bir hegemon değişikliği söz konusu. 1870’lerden beri, emperyalizm deyince herkesin aklına öncelikle Britanya (Nâzım Hikmet’in ifadesiyle “Adalı Haydut”) geliyor. 1918-39’da bile bu imaj hâlâ kuvvetli; uluslararası ilişkilere, Milletler Cemiyeti’ne, silâhsızlanma denemelerine, Hindistan’a, Filistin mandasına... âhı gitmiş vahı kalmış da olsa büyük ölçüde İngiltere yön veriyor. Lâkin 1945’ten itibaren artık Amerika sahnede. Tam Kipling’in daha 1898-1902’de, Filipinler’in fethi sırasında istemiş ve öngörmüş olduğu gibi, “Beyaz Adam’ın misyonu”nu İngiltere’den devralıyor. Stalin’in ve Sovyetler Birliği’nin karşısına dikiliyor. Avrupa!nın batı yarısını NATO ve Marshall Planı’nın kapsamına alıyor. Hür Dünya’nın patronu ve jandarması kesiliyor. Aynı zamanda, gene Sovyetlere karşı “ara bölgeler” veya Üçüncü Dünya üzerinde egemenlik mücadelesine giriyor. Kapitalizm ve Komünizm. Washington ve Moskova. Hür Dünya ve Sosyalist Blok. “Hürriyet İmparatorluğu” ve “Adalet İmparatorluğu” (Odd Arne Westad’ın terimleri). Her iki taraf, kâh henüz (barışçı veya şiddete dayalı yöntemlerle) kurtuluş mücadelesi vermekte olan parti veya cepheleri, kâh bağımsızlığına kavuşmuş devlet ve hükümetleri kendi yanına çekmek, nüfuz alanına katmak, hiç olmazsa ötekinin nüfuzuna girmesini önlemek için her çareye başvuruyor. Yoğun ideolojik bombardımanda bulunuyor. Ekonomik yardım sunuyor. Rüşvet veriyor, kadro satın alıyor. Özellikle subayları eğitip yeni orduları ele geçirmeye çabalıyor. Bu sayede darbeler tezgâhlıyor, diktatöörlükler kuruyor-kurduruyor. 1950’lerden 70’lere, Latin Amerika ABD yanlısı askerî rejimlere, Ortadoğu ise daha çok Sovyet yanlısı Arap askerî rejimlerine tanık ve sahne oluyor. Bazen de iki kampın finanse ettiği gerilla örgütleri arasında patlak veren uzun ve sonuçsuz iç savaşlar (Angola gibi) ülkeleri cehenneme çeviriyor.
Öyle veya böyle, 1945’ten 1990’a, yani Sovyetler Birliği’nin çöküşüne kadar ABD, dünyanın (Türkiye’yi de içine alan) “Batı” yarısı üzerinde benzersiz bir iktidar sahibi. Giriyor, avucuna alıyor, pençesinde tutuyor, icabında deviriyor. Kimsenin raydan çıkmasına, olmadık arayışlara girmesine izin vermiyor. Çoğu zaman, ekonomik ve ideolojik ağırlığı (Sovyet sistemi ve tehdidine karşı koruma işlevi) sayesinde, daha fazlasına ihtiyaç bile duymuyor. Ama gerektiğinde, 1953’te İran’da Musaddık’ı, 1954’te Guatemala’da Arbenz’i, CIA tasarımı müdahalelerle kolayca yıkabiliyor. Bir yenilmezlik ve hesap sorulmazlık profili çiziyor.
Ancak gene dikkat edilirse, bu ağır ABD hegemonyası dönemi de alt tarafı 45 yıl. İngiltere ve Yeni Emperyalizm çağı için yaptığımız gibi, burada da asıl doruk döneminin penumbra’sını, “yarı-gölge”sini biraz daha uzatsak, meselâ 2020’ye getirsek (projekte etsek), en fazla 75 yıl. Gerçi Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte, Amerika’nın artık “tek süper güç” kaldığını ve daha da serbestlediği, istediğini yapabileceği, dilediği “yeni dünya düzeni”ni kurabileceğinden söz edilir olmuştu. Oysa hiç de öyle olmadı; yeni ve beklenmedik belâlar çıktı. Daha 1950-53’te Kore’de kazanamamış, 1955-75’te Vietnam’da ise yenilmiş, düpedüz hezimete uğramıştı. Haydi diyelim ki bu iki örnekte Kuzey Kore ve Kuzey Vietnam’ın arkasında Sovyetler Birliği ve Çin vardı. Bugün yoklar (veya eskisi gibi mevcut değiller), ama ABD çeşitli meydan okumaları defetmekte ve bölgesel çatışmaları zaptürapt altına almakta çok daha fazla zorlanıyor. Hattâ nereye el atsa, hamlesi geri tepiyor ve üstesinden gelemediği sonuçlara yol açıyor. İsrail’e kayıtsız şartsız desteği, Filistin’i yeryüzünün en büyük kanayan yarasına dönüştürüyor; bu da gidip cihatçılığın fideliğini yaratıyor. Samuel Huntington’ın “medeniyetler çatışması” ve “bundan sonraki düşman İslâm” vizyonu doğrultusunda, 9/11’in ardından ne idüğü belirsiz bir “teröre karşı savaş” açıyor, ama Pakistan ve Afganistan’da elle tutulur hiçbir başarıya ulaşamıyor. Aynı şekilde, Irak ve Suriye’ye de giriyor ve berbat ediyor; birinde, devirdiği Saddam’ın yerine ve diğerinde, deviremediği (devirmekten vazgeçtiği) Esad’ın karşısına hiçbir alternatif meşruiyet koyamıyor. Kaldı ki Irak, Libya ve Suriye’de yaptıkları, bütün inandırıcılığını yokediyor; sergilediği iki yüzlülük ve çifte standartlılık karşısında, eskiden olduğu gibi ahlâkî üstünlük köşesini tutması da imkânsızlaşıyor.
Bu arada çeşitli ülkelere diş geçirmesi (en zayıfları dışında) daha da zorlaşıyor. Darbe desen, darbe tezgâhlayamıyor; istilâ ve işgal desen, işte Irak, Libya, Suriye ve Afganistan’da deniyor ama sonra çıkamıyor, hükmedemiyor, Vietnam’dan beter oluyor. Bunların birkaç çentik üzerinde, “aklından bile geçirme” (don’t even think of it) kategorisi yer alıyor. Söz konusu rejimlere en ufak pozitif değer atfetmeksizin söylüyorum; İran ve Kuzey Kore’ye hiç diş geçiremiyor; 1898-1902’de İspanya’dan kaptığı ve sonra “medeniyet götürdüğü” Filipinler’de, bugün Duterte yönetimine (ki haydut ve katil bir yönetim) istese de dokunamıyor. Başka bir grup ve kertede, Türkiye’de 1960, 1971, 1980 veya 28 Şubat 1997’nin bir benzerini tekrarlayamıyor. Neden? Çünkü koşullar çok değişti. Belki zengin ile orta halli ve yoksul arasındaki ekonomik uçurumlar kapanmadı. Ama nicel anlamda hepsi birden gelişir ve yükselirken, geçmişin (sömürgelik veya ilk bağımsızlık çağının) zayıf ve yoksulları, eskiden sahip olmadıkları kapasiteler kazandı. Yerel ölçekte post-kolonyal ideolojiler, millî kimlikler, toplumları bir arada tutabilen yerli aidiyet ve sadakat bağları oluştu. Bürokrasiler güçlendi, tecrübe ve direnç kazandı. Ekonomiler güçlendi; dışa muhtaç olmayan, ya da dışarıya muhtaç olma düzeyini önemli ölçüde düşüren, 1974 Kıbrıs müdahalesi sonrasındaki silâh ambargosu gibi uygulamalar karşısında ezilmemeyi mümkün kılan savaş sanayileri oluştu. Bir yandan Soğuk Savaşın sonu, diğer yandan 21. yüzyılın yeni bölgesel çatışmalarında sergilendiğini belirttiğim çifte standartlılık ve iki yüzlülük, Batının ideolojik sirayet gücünü de çok aşındırdı. Kimseyi “kızıl korkusu”yla hizaya getirme olanağı kalmadı. Tabii (aralarındaki siyasî farklar bir yana, sırf muhalif ve muterizlikleri açısından birbirine benzeyen) İran, Kuzey Kore ve Türkiye gibi ülkelerin dünya çapında ABD’ye savaş açacak halleri yok. Ama kendi toprakları üzerinde öyle bir nicelik ve nitelik ifade ediyorlar ki, Amerika’nın ofansif bir ileri harekâta girişmesini de en azından çok pahalı, kolay kolay göze alınamayacak kadar maliyetli kılabiliyorlar.
Bir çentik daha yukarıda, Avrupa ABD’nin muti müşterisi olmayı çoktan bıraktı. Amerika’nın kuzeyinde Kanada, güneyinde Meksika, çeşitli konularda Trump’ı çileden çıkaran bir irade sergiliyor.
Özetle, ABD hâlâ dünyanın en büyük gücü, ama yapabilecekleri eskisine kıyasla çok sınırlı. Öte yandan, bu “en büyük güç” olma halinin daha ne kadar devam edeceği de belirsiz. Uzun vâdede büyük tehdit Rusya’dan değil Çin’den geliyor. Sovyetlerin çöküşünün ardından bir nebze toparlanan Rusya, gene de görece zayıf bir ekonomiye sahip. Daha ziyade kendi dolaysız çevresini tahkim edebiliyor; ancak ABD’nin çok büyük kararsızlık gösterdiği (Suriye gibi) durumlarda, boşluktan yararlanıp orta menzilli bir adım atabiliyor. Çin ise bambaşka bir olay. Rusya ve Putin kadar dahi demokrasiyle ilgisi yok. Komünist tek parti diktatörlüğünde, bir tür karma kapitalizmle hızla gelişiyor ve bazı alanlarda ABD’den de daha ileri teknolojiye sahip bir ordu kuruyor. İlk amacı, Amerika’yı Asya kıyılarından uzaklaştırıp Pasifik ortalarına doğru sürmek; Çin hava ve deniz kuvvetlerinin kontrolünde çok daha geniş bir güvenlik alanı yaratmak. Bu arada, Zi Şinping’in “Büyük Çin”i daha şimdiden birçok Afrika ülkesinin en önemli ekonomik partneri konumuna yükseliyor.
Çok makro planda, insanlık sınıfsız sosyalist topluma yönelmediği gibi, liberalizm veya neo-liberalizmin mutlak zaferine doğru çizgisel bir ilerleyiş de göstermiyor. Ulus-devletlerin yerini kestirmeden küreselleşme almıyor. Tersine, liberal küreselleşmeye önemli tepkiler doğuyor.
Bu tablo karşısında, ABD’nin ve özellikle Cumhuriyetçilerin, işte yakın geçmişteki “W” Bush ve şimdi hemen önümüzdeki Trump yönetimlerinin büyük problemi, yeni realiteleri idrak edememeleri. Hayli değişik bir dünyada, hâlâ eski oyunları oynamayı denediler, deniyorlar. Bu kısa vâdeli, taktik, palyatif tepkilerle hiçbir yere gidemezler. Dünya tarihçiliğinde bir ekol, insanlığın geleceği açısından geçmiş imparatorluklara bakıyor ve meselâ Perslerden veya Roma’dan dersler çıkarmaya çalışıyor (burada, Türkiye tarihçilerinin de Osmanlı tecrübesini gündeme getirmesi açısından belki bir fırsat söz konusu, ama hatırı sayılır bir zihinsel çevikliğe ve eski klişelerden kopmaya ihtiyaç gösteriyor). Fikir şu: “yeni dünya düzeni” olacaksa da, mutlak eşitlikçi ve çoğulcu olmayacak; her şeye rağmen bir ağırlık merkezine, modifiye edilmiş bir emperyal birleştiriciliğe ihtiyaç duyacak. Lâkin madalyonun diğer yüzünde, imperium olacaksa da farklı bir imperium olacak. Meselâ Britanya, eski sömürge imparatorluğunun yerine İngiliz Milletler Camiası (Commonwealth) diye bir şey koydu. ABD bir benzerini oluşturabilir mi? Dünya ülkeleriyle çok daha yumuşak, daha eşitlikçi, daha danışmacı ilişkiler kurabilir mi? Rolünün yeni ve çok-taraflı bir pazarlıktan geçip tekrar tanımlanmasını kabul edebilir mi? Galiba bütün bunlar için Amerikan politik elitlerinin oturup çok ciddi düşünmeye ve yeni bir envanter çıkarmaya ihtiyacı var.
Yazarlar
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları








































































































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024