İbrahim Kiras

İbrahim Kiras
İbrahim Kiras
Karar Tüm Yazıları
Kendi uçağımızı kendimiz yaparken
30.09.2025
95

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD Başkanı Trump ile görüşmesi çok konuşuldu, daha da konuşulacak gibi görünüyor. Çünkü birçok farklı boyutu vardı söz konusu buluşmanın. Bir yanda Gazze meselesi, öbür yanda Suriye ile ilgili beklentilerimiz masaya yatırılsın diye bekliyorduk kamuoyu olarak ama bu konuların başka zeminlere bırakıldığı anlaşıldı. Buna karşılık 250 adet Boeing yolcu uçağı satın alacağımız kesinleşti. Bu arada ABD’den sıvılaştırılmış doğal gaz alacağımızı öğrendik. Ancak CAATSA yaptırımları kalkmadığı için yerli ve milli savaş uçağımız Kaan’ın motorunun tedarik edilemediğini de öğrendik.

Bahse konu yaptırımlar bir NATO üyesi olmamıza rağmen Rusya’dan S400 füze sistemi almamız üzerine getirilmişti. Bu çerçevede F-35 programından da çıkarılmıştık. F-16 almamız da kısıtlanmıştı. Neticede hava kuvvetlerimizi zaafa uğratan bir durum oluştu. Bunun üzerine siyasi yetkililer “Biz zaten kendi yerli ve milli muharip uçağımızı üretiyoruz, Amerikan uçaklarına ihtiyacımız yok” dediler. “Kaan” adı verilen yerli ve milli savaş uçağımızın üretim bandına girmesi için milletçe gün saymaya başladık. Tabiatıyla seçim mitinglerinde de en fazla ilgi çeken vaatlerden biriydi bu. “Artık evdeki kombilerimizde kendi doğalgazımızı kullanacağız” veya “2019’da kendi yolcu uçağımız göklerde olacak” vaatleri gibi…

ABD seyahati bunların hiçbirinin maalesef doğru olmadığını ortaya çıkardı. Kendi doğalgazımızı kullanacağız açıklamasından bunca zaman sonra ABD’den sıvılaştırılmış doğalgaz alacağımızı haber aldık. Trump’ın bizden istediğini yapıp Rusya’dan aldığımız gazı kesersek karanlıkta ve soğutma kalacağımızı da bu vesileyle öğrendik.

Artık kendi gazımız var diye propagandası yapılan kaynağın ancak küçük bir kasabayı ısıtmaya yeteceğini söylemişti uzmanlar aslında. Ama onlara inanmadık. Ayrıca söz konusu gazı çıkarma maliyetinin gazın kendi piyasa değerinden çok daha fazla olduğunu söyleyenler de çıktı. Onlara da itibar etmedik. Şimdi görüyoruz ki haklıymışlar.

“Kendi yolcu uçağımız yakında göklerde olacak” diye oy istendiği günden bu yana ise 10 yıl geçti. ABD’den 250 adet yeni yolcu uçağı alma girişimiyle ortaya çıktı ki bu konuda da doğru enformasyon verilmemiş millete.

Şu da var: Doğal yıpranmalar ve modellerin eskimesi dolayısıyla uçak filolarının yenilenmesine daima ihtiyaç oluyor. Bizim de milli havayolu şirketimiz THY için önümüzdeki yıllarda yeni uçaklar almamız gerekecek. Ama bu uçakların tamamını Boeing’den almak gibi bir zorunluluğumuz olmamalı. Uluslararası Af Örgütü tarafından Gazze’deki soykırıma destek sağlayan 15 ticari kuruluştan biri olduğu açıklanan bu şirketin tercih edilmesi bu açıdan da doğru değil. İsrail Hava Kuvvetleri tarafından Gazze’de kullanılan özel yapım bombaları da bu şirket üretiyor. Uluslararası insan hakları kuruluşları dünyadaki bütün devletlere Boeing gibi şirketlerle alışveriş yapmama çağrısında bulunuyor. Devlet boykotu isteniyor yani.

Bizde ise vatandaş birtakım şirketleri boykot etmeye çağrılıyor iktidar tarafından. İnsanlar bakkala, markete gittiklerinde gazozların, deterjanların markasına bakıyor bu yüzden. Ama hükümetimiz ihtiyaç duyulduğu söylenen 250 uçağı boykot edilmesi gereken şirketten alıyor.

Bunlar kolayca izah edebilecek çelişkiler değil… Kaan savaş uçağı konusu da öyle…

Problem şurada: Türk savunma sanayiinde çok önemli işler yapılıyor öteden beri. Ancak son dönemde bu işler siyasi propaganda malzemesi olarak kullanılmaya başladı. Dolayısıyla bilgi kirliliği, dezenformasyon ve bunlara bağlı olarak da vatandaşta kafa karışıklığı ortaya çıktı. Kaan’ın motorunun ABD’den alınacağı, bu motorun ise lisansının bile hazır olmadığı öğrenilince toplumda haklı bir tepki oluştu. Oysa meseleyi bu noktaya getirmemek, bunun için de milli duyarlık konularını siyaset malzemesi yapmamak gerekiyordu. Görüyoruz ki bu yanlış yoldan vaz geçmeye niyeti yok siyasilerimizin.

Dışişleri Bakanı Fidan’ın meseleyi gündeme getirmesinin ardından “ABD motor vermezse biz kendi motorumuzu yapıp devam edeceğiz” açıklamaları yapıldı. Bunlar kafa karıştırıcı sözler. Kuşkuları giderecek açıklamalar değil. Ortaya çıkan sorulara cevap değil. Kendi uçağımızın motorunu kendimiz yapabiliyorsak dışarıdan almak için niye uğraşıyoruz o zaman?

Netice itibarıyla, karşımızda iki ayrı -ve üstelik birbirine zıt- gerçeklik var. Hangisi doğru diye düşünüp bulmak bize kalıyor. Müşkil şu ki “birbirine zıt iki ayrı gerçeklik” yalnızca burada değil, ABD’deki muhataplarımızın dilinde de çıkıyor karşımıza.

Bir yandan ABD Başkanı Trump bizim cumhurbaşkanımız için fevkalade güzel övücü sözler söylüyordu. Mesela “Çok saygın bir lider. Herkes Erdoğan’a saygı duyuyor. Ben de öyle” diyordu. Ama aynı zamanda “Hileli seçimleri ondan iyi bilen yoktur” gibi ne manaya geldiği anlaşılmayan laflar da ediyordu. İkide bir “Ben istedim, hemen Rahip Brunson’u bıraktı” deyip duruyordu.

Diğer yanda ise Trump’ın adamları yine hepimizi rencide eden ifadeler kullanıyorlardı. Mesela biri “Bizimle beş dakika görüşebilmek için yalvarıyorlar” derken, öbürü “Onlara ihtiyaçları olan şeyi, yani meşruiyet vereceğiz” diyordu.

Bizimkilerin bunlara cevap vermekten imtina etmesi de ayrı bir meseleydi. Ancak vatandaşı tedirgin eden asıl husus kapının önünde edilen lafların kapalı kapılar arkasında konuşulanlarla uyumu konusunda ortaya çıkan kuşkular oldu.

Karşı taraf bizi takdir mi ediyor yoksa tehdit mi ediyor, bize dostluk mu gösteriyor yoksa düşmanlık peşinde mi diye düşünmeye başladık hepimiz. Tabii aynı zamanda “Hükümetimiz Washington’da ne verdi, ne aldı” sorusu da spekülasyon kaynağına dönüştü. Burada ciddi bir yanlış var. Dış politikanın iç politika konusu yapılmasıyla başlayan ve mevcut sürecin yönetilmesine kadar gelen ciddi bir yanlış.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar