Kurtuluş TAYİZ
Bir insanın başına gelebilecek en büyük felaket herhalde dünyada durduğu yeri kaybetmesi ve yönünü şaşırması olmalı. Bu yüzden Müslümanlar günde beş kez kıbleye döner ve Allah'a dua ederek bu dünyadaki yönünü kaybetmemeye çalışır. Hıristiyanlar ve Yahudiler de öyle; onların da dünyadaki yerlerini bulmak için her gün yüzlerini çevirdikleri kıbleleri vardır. Namaz ve ibadetler hayatla kurulan en gerçekçi ilişki biçimidir. Gerçeği kaybetmekle kıbleyi şaşırmak aslında aynıdır; ikisi de insanın kendini kaybetmesi anlamına gelir ki, bir insan için bundan daha büyük bir felaket olamaz.
Bu konuya kafa yormamın sebebi Gülay Göktürk'ün önceki gün kaleme aldığı ve dün de "durduğu yer"i anlatmaya devam ettiği yazısı. "Ben nerede yaşıyorum, nerede duruyorum?" başlıklı yazısında Göktürk, kendisi ile gerçek arasındaki bağı sorguluyor. Bu analizin sebebi Cemaat'in kendisine yönelttiği "Göktürk nerede yaşıyor?" eleştirisiydi. Basit görünen bu eleştiri aslında ciddi bir suçlama getiriyordu; Gülay Hanım'ın gerçek ile arasındaki bağı kaybettiğini iddia ediyordu.
Gerçeklerle bir toplumun inandırılmaya çalışıldığı yalanlar arasındaki farkı anlattığı yazısında Göktürk, bu suçlamayı şöyle yanıtlıyor: "Bir kısım insan 17 Aralık’tan bu yana fiktif bir Türkiye yarattılar. Yaşadığımız Türkiye ile bir ilgisi olmayan kendi yazdıkları bir senaryo bu ve bir müddettir hepimize 'İşte gerçek Türkiye bu, sizin anlattıklarınız hayal mahsulü; siz hayal görüyorsunuz' deyip duruyorlar. Hepimizin gözü önünde yaşanan olguları seçici bir biçimde bir araya getiriyor ve tamamen farklı bir hikâye yazıyorlar. (...) Herkesin de bu hikâyeyi 'satın alacak' kadar ahmak olduğunu varsayıyorlar."
Cemaat ve ona bağlı liberaller, 17 Aralık'tan beri aslında herkesi kendi kurguladıkları bir gerçeğe inandırmaya çalışıyor. Hikaye ettikleri gerçeğin aslında hiç de gerçek olmadığını, yapay olduğunu anlamak zor değil. Canlı ile cansızı ayırd etmek gibi birşey bu; fakat onlar, ısrarla yalanı gerçek, gerçeği yalan kılmaya çalışıyorlar. Bu çabanın anlamsız olduğunu düşünmek yanıltıcı olur; cemaat, yalanı düşünme biçimine dönüştürerek inanılmaz bir güç kazandı. Siyasette yalanlar elbette vardır, her siyasi parti, politikacı gerçekleri kendisine göre az çok eğip büker. Siyasi hayatta buna sıkça rastlarız; ama cemaat'in özelliği yalanı siyasi mücadelenin asli yöntemine dönüştürmesi ve buna kurumsal bir çerçeve kazandırması. 2007'den sonra polis, savcı, hakim, köşe yazarları (televizyon, gazete, kitap ve dergiler aracılığıyla) hep bir ağızdan kurguladıkları senaryoyu Türkiye'ye "gerçek" diye empoze ettiler. Fezleke ve iddianamelerin kaynaklık ettiği bir "Türkiye gerçeği" yarattılar. Toplumu ve siyaseti kurdukları "büyük hikayeye" bir şekilde dahil etmeye çalıştılar. Fakat kurgunun gerçeğin yerini alabilmesi bir yere kadar mümkündür; hayat "doğru"dan yoksun bir "gerçeği" fazla taşıyamaz, zamanı geldiğinde sırtından bir çırpıda atıverir. 17 Aralık tarihinin bu açıdan bir önemi vardır; Türkiye, bu yalanı 17 Aralık'ta silkelenerek üzerinden attı. Kurgulanan hikaye ile gerçek arasındaki farkı gördü. Cemaat'in hikaye kurucularının, polis şeflerinin, medya aktörlerinin bu kadar büyük yalancı, iki yüzlü, riyakar, takkiyeci olması tesadüf mü? Hayır; onların asıl mesleği zaten gerçeği eğip bükmek, tersine çevirebilmek. "Doğru"dan, "gerçek"ten uzaklaştıkça tabii ahlaktan da koptular. Hepsinin ortak özelliği olan "kötücüllüğün" kaynağında da gerçeklerle oynamanın beraberinde getirdiği ahlaktan uzaklaşma vardır. Bu aklın yerli bir akıl olmadığını bu davranışın bize fazlasıyla yabancı gelmesinden anlıyoruz. Türk siyaset kültüründe bu kadar büyük yanıltma ve aldatma yoktur. Başbakan'ın "yanılmışız, saf mışız" sözlerini basite almamak gerekiyor. Siyasi hayatta kimse düne kadar Cemaat kadar büyük bir "yalan" ile karşılaşmamıştı. Gerçekle destekledikleri yalanlarla yepyeni bir "soluk" getirdiler ülke siyasetine. Hileyi, aldatmayı, arkadan hançerlemeyi, komployu, ihaneti, iftirayı, şeytani kötülükleri Türkiye bunlarda gördü. Bugün aynı yalanlarla bizleri hala kurguladıkları senaryoya inandırmaya uğraşıyorlar. Gülay Göktürk gibi usta bir yazarı, düşünce insanını bile durduğu yerden şüphe ettirmeye çalışıyorlar. Ve hala topluma yanlış kıbleyi işaret ediyorlar. Biliyorlar ki dünyadaki yerini şaşıran insan kadar kolay güdülen bir varlık yoktur. Oysa Türkiye 17-25 Aralık'ta kıblesini şaşırsaydı, durduğu yerden azıcık şüphe etseydi bugün ülkede Cemaat'in hükmü sürüyor olacaktı. Türkiye'nin nasıl büyük bir badire atlattığını sanırım şimdi herkes daha iyi görüyor.
Yazarlar
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
15.05.2019
10.05.2019
1.05.2019
22.04.2019
19.04.2019
17.04.2019
15.04.2019
12.04.2019
11.04.2019
8.02.2019