Mehmet ALTAN
Genç teğmenler, kılıçlarını şakırdatarak “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diye bağırıyorlar… “Laikliği” ve “demokrasiyi” savunacağız diye yemin ediyorlar. Laiklik taraftarlarında “ruh yeniden canlandı” sevinci yaşanıyor.
Dinci iktidarın taraftarları ise delirmiş gibiler, bu teğmenlerin savaşta ölmeleri halinde “şehit” değil “leş” olacaklarını söyleyecek kadar kendilerini kaybetmişler. Devlet gücünü tümüyle arkalarına almış olduklarına inanmalarının getirdiği o güven ve cüret birden çökmüşe benziyor. Teğmenlerin tutuklanmasını isteyenleri de var aralarında.
Yıl 2024…
xxxxxx
Bu ülke niye böyle bir çaresizlik içinde? Niye bir taraf 1923’leri diğer taraf daha da geçmişi özlüyor?
Niye geleceğe değil de hep geçmişe uzanmaya, bizi bir araya getireceğine inandığımız sembolleri geçmişte aramaya meyilliyiz? Niye bu ülkeyi birlikte tutacak bir “gelecek umudu” yok?
Niye bu ülke bir türlü gelecekle bağ kuramıyor?
xxxxxxx
Sanırım bu soruların cevabı, içine düştüğümüz bir “zaman tuzağından” çıkacak zihinsel gücün bu toplumda bulunmaması.
Eğitimin, cumhuriyetin başından bu yana hep bir “propaganda aracı” olarak görülmesi, propaganda aracı olarak kullanılması bir türlü zihinsel iğdişleşme yarattı.
Eğitimi “propaganda” aracı olarak kullandığınızda toplumu çökertiyorsunuz.
Birbirine düşman iki görüş sürekli çatışıyor.
xxxxxxx
Bizim bir “zaman tuzağının” içine hapsolmamızın, oradan çıkamamamızın ekonomik, siyasi ve entellektüel nedenleri var.
İzninizle yıllar önce bu konuda yazdığım “Liberal ve Marksist Gelenek Olmayınca” başlıklı yazımı bir daha yayınlayacağım.
O yazıda, içinde bulunduğumuz çıkmazın nedenlerini dilim döndüğünce anlatmaya çalışmıştım.
O yazı, bugün yaşadıklarımızın da bir açıklamasını içinde barındırıyor sanırım.
xxxxxxx
Yirminci Yüzyılı şekillendiren çok temel ve köklü düşünce akımları var. Bu akımları günümüz siyaseti ile bağlantılı olarak iki kampta toplarsak, birine liberalizm, diğerine de Marksizm diyebiliriz.
Çünkü dünya siyasetinin esas kaynağını bu iki akım oluşturuyor.
Sanayi Devrimi'nin sona erip, sanayi-sonrası dönemin başlamasıyla birlikte liberalizm yeniden öne çıkıyor. Belirleyici oluyor.
Marksist kökenli hareketler de sanayi-sonrası toplum anlayışının içerisindeki yerlerini arıyorlar.
Liberalizm, bireyin özgürlüğünü, devlet karşısında bireyin korumasını amaçlayan bir düşünce biçimi.
Odağı birey. Her şey birey ve onun özgürlüğü için var.
Marksizm de evrenin değişimi araştıran, toplumsal dinamiklerin kaynaklarını irdeleyen bir felsefe. Değişim bilimi.
Olayların gelişimini, ‘üretim ve mülkiyet ilişkileri’ ile açıklar. Üretim ve mülkiyet ilişkilerinin bütününe ‘üretim tarzı’ denir.
Üretim ilişkileri, insanların kullandığı araçlarla belirlenir. Bir anlamda bunun göstergesi teknolojidir. Feodal dönemde çapa en ileri alet iken, bugün uzay teknolojisi önem kazanmıştır.
Mülkiyet ilişkileri de yapılan üretimin ortaya çıkardığı sınıflaşmanın adıdır. Feodal dönemde derebeyi ve serf vardı. Bugün ise robotların devreye girmesi ile bireyin gittikçe özgürleştiği bir dönemdeyiz.
xxxxxxx
Biz Osmanlı'dan beri, üretim ve mülkiyet ilişkilerimizde, daha genel bir kavram ile söylersek, ‘üretim tarzımızda’ önemli bir değişiklik yapmadık.
Osmanlı'nın iktisadi düzenini saray ve özgür köylü ikilisi oluşturuyordu.
Özgür köylü üretiyor, saray da buna el koyuyordu. Bu sistemin bozulmaması için özgür köylünün ‘küçük üretici’ olarak kalması bir zorunluluktu.
Asla sermaye birikimi olmayacaktı. Osmanlı toprak düzeni küçük üreticiliğin olduğu gibi kalmasına gayret etti. Statüko hiç bir şekilde, bir başka düzeye taşınamadı. Hep aynı kaldı.
xxxxxxx
Üretim ilişkilerinin toprak ile insan arasında süregeldiği bir toplumun, sanayi ve bilgi çağını yakalaması imkansızdı.
Özgür köylü 'vatandaş' olamadı.
Saray, Cumhuriyet dönemiyle birlikte ruhunu daha kalabalık padişahlardan oluşan bir devlet örgütüne devretti. Bu kireçlenmiş gelenek bizde liberalizmi de Marksizm’i de yeşertmedi.
Köylü, birey ve vatandaş olamadı. Devlet karşısında kendi özgürlüğünü arayan ve bunu sürekli olarak genişleten çağdaş bir kimliğe bürünemedi. Bireyin iktisadi ve siyasal özgürlüğünün üzerine, saray yönetiminin çağdaş yorumu olan devletçilik abandı.
xxxxxxx
Sınıflar da kapitalist bir mülkiyet ilişkisine göre şekillenemedi. Ne kapitalist bir sınıf oluştu ne de emekçiler gelişti. Devlet bürokrat kapitalistlerin, geri kalanlar da tebaanın yerini aldı.
Çelişki, devlet ile halk arasında oluştu. Çünkü üretim tarzının tek belirleyicisi, saray geleneklerini devralan devletti.
Bu nedenle liberalizm gibi Marksist düşünce de bu düşüncelere dayalı analizlerle ve çözümler de bize uzak kaldı.
Saray yıkılıp, küllerinden Cumhuriyet doğarken, tek değişim bürokrasinin parçalanmasında yaşandı.
Osmanlı'da ‘yeniçeri’ ile ‘ulema’ birlikte hareket ederdi.
Bu birlik ilk kez 1826'da bozuldu. Din adamlarından oluşan ‘ulema,’ yeniçeri ocağının feshedilmesi için fetva verdi. Çünkü Batı kendine bağlı ‘laik bir ordu’ kurmak istiyordu. Bu başarıldı.
xxxxxxx
“1923, 1826'daki bu çatlağı iyice derinleştirdi. Yeniçerinin yerine kurulan ‘modern ordu’ ile ‘ulema’ arasındaki savaş iyice büyüdü.
Modernist ordu, hilafet kurumunu da kaldırdı.
Hilafet kurumunun kaldırılması, Müslüman dünyanın liderliği vasfını yok ettiği gibi, içerdeki Osmanlı'dan kalma İslam geleneğini de abartılı ve demokratik olmayan bir laiklik anlayışıyla bastırdı.
Topluma mal olmadan, prematüre doğmuş bir askeri laikliğin bekçiliği ise 1826'daki gibi orduya havale edildi. Ulema camiye, yeniçeri mirasçıları kışlaya yaslandı.”
xxxxxxx
Cumhuriyet'teki tek yeni farklılaşım bu iki kesim arasındaki çatışmanın keskinleşmesi oldu. Modernist kışla, camiye yaslanan ulemaya karşı, silahlı bir güç olmanın da avantajı ile üstünlük kazandı.
Türk düşünce hayatının paradigmasını bu ikilem oluşturdu. Aydınlar cami ile kışla arasındaki tercihlere göre düşünce ufkunu belirlediler.
Cami, muhafazakâr gericilerin kalesi, kışla Batılı laik ilericilerin odağı sayıldı. Bu kısırlık aşılmadı.
Bugün de liberal ve Marksist paradigma, Türk düşünce hayatını beslemiyor.
O nedenle, ortalıkta zavallı bir seviyesizlik var.
xxxxxxx
Yıllar önce yazılmış bir yazının günümüze bu kadar uyması, yazarın öngörüsünden ziyade toplumun bir türlü değişemeyen korkunç sıkışıklığını gösteriyor.
Aslında dünyanın da içine girdiği garip bir dönemde “liberal Marksist” diyebileceğimiz, bireyi ve ezilenleri korumayı aynı ölçüde önemseyen bir anlayışa ihtiyacımız var.
Toplumların içine sıkıştığı zihinsel kuşatmaları yaracak “zihinsel huruçları” toplumun entelektüelleri üstlenir.
Belki böyle bir tartışmayla toplumda “zihinsel bir huruç” yaratacak entelektüel hareketliliği sağlayacak yeni görüşler uç verir.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
15.06.2025
29.05.2025
23.05.2025
10.05.2025
25.04.2025
4.04.2025
20.03.2025
15.03.2025
6.03.2025
27.02.2025