Münir AKTOLGA
BİR SİSTEM NASIL DEĞİŞİR?...
“DEĞİŞEN”İN ne olduğunu gördük, şimdi de, kendi içinde (iç dinamikler olarak) iki temel fonksiyonu temsil eden iki parçadan oluşan (ve belirli bir bilgiyi temsil eden) bir sistemin nasıl “işlediğini”, bir durumdan bir başka duruma geçerken-yani DEĞİŞİRKEN-nasıl gerçekleştiğini-varolduğunu göreceğiz:
Bir AB sisteminde, A ve B arasındaki bütün ilişkiler, bu sistem için zamanın başladığı o ilk “an”da-“ilk durum” adını verdiğimiz bir platformda- iki karşıt potansiyel madde-enerji alanının-kuvvetin birliği zemininden doğarlar. Öyle ki, “ilk durum” adını verdiğimiz bu iç dinamikler platformu daha sonra gerçekleşecek bütün diğer etkileşmelerin de ortak zeminini oluşturacaktır. Çünkü her sistem, son tahlilde, bir açık sistemdir; varlığını dış dünya ile (dış dinamikler) etkileşim halinde sürdürür. Çevreyle gerçekleştirilen etkileşmelerin sonucu olaraktır ki, hiç bir zaman, mutlak anlamda denge halinde kalamaz. Yani, içinde mutlak birliğin, “huzurun” hüküm sürdüğü kapalı bir sistem düşünülemez! Daha o “ilk” gerçekleşme “an”ından itibaren, dış dünyadan gelen etkilerdir ki karşıt kutuplar arasındaki dengeyi bozarlar.
Aynen şöyle olur: Dışardan gelen-alınan- madde-enerji-informasyon sistemin içine girince, sistemin dominant kutbu (A) bunu içerdeki bilgiyle değerlendirerek bir reaksiyon modeli hazırlar ve sonra da hazırladığı bu reaksiyon modelini gerçekleştirmesi için karşıt kutup olarak motor sisteme (B) verir. Motor sistem de görevini yerine getirir, bunu gerçekleştirir.
Etkileşme “öncesinde” (Buradaki “öncesinde” kavramı zaman olarak bir önceliği ifade etmiyor. Tam o etkileşme “an”ına-sıfır noktasına- işaret ediyor) A-B sisteminin içindeki durumu “ilk denge durumu” olarak ifade ettik. Etkileşme başladığı “an”-zamanın başlamasıyla birlikte- A, A-B sisteminin mevcut durumunu (sistem merkezini) temsil eden unsur haline gelir. O andan itibaren o artık, hem dışardan gelen etkiye karşı sistemin gerçekleştireceği reaksiyon modelini hazırlayarak bunu B’ye ileten olacaktır (ki bu, B açısından, mevcut dengeyi ihlâl-inkâr eden sistem içi bir etken olarak değerlendirilir) hem de, mevcut durumu temsil eden unsur olarak onu muhafaza etmeye çalışan.
Sonuç:
Dışardan-çevreden gelen madde-enerji-informasyon, iç dinamiği oluşturan unsurlar tarafından (A ve B) kollektif bir çabayla değerlendirilerek işlenilmiş, sonuç olarak da ortaya bir ürün çıkarılmış olduğu halde, A, mevdut durumu-dengeyi-temsil eden kutup olarak ona (yani, yeni oluşan bu ürüne de) sahip çıkar, onu da gene mevcut durumun-denge halinin- içinde muhafaza etmeye çalışır. Bu ise, B açısından kabul edilemez bir durumdur. Çünkü, A’nın, ortaya çıkan ürünü mevcut durumun içinde tutarak ona sahip çıkmasıyla birlikte KA1=KA2 denge koşuluna göre oluşan o “ilk durum” değişmiş, KA2KA1 gibi kabul edilmesi mümkün olmayan yeni bir “durum” ortaya çıkmıştır. B, tabi bu yeni duruma karşı çıkar ve KA2=KB2 şartının gerçekleşeceği yeni bir denge durumunun oluşması için mücadeleyi başlatır.
Eğer söz konusu sistem bir toplumsa da olayı şöyle ifade edebiliriz:
Yukardaki şekil herşeyi açıklıyor aslında! Değişim olayı burada (şekilde) toplumsal bir zemin üzerinde ele alınıyor...
İşte, “sınıf mücadelesinin” mekanizması, “üretici güçlerin gelişmesi” sürecinin anlamı budur, herşey bu diyalektikten kaynaklanmaktadır.
Buradan da açıkça görüleceği gibi, sınıf mücadelesi toplumsal gelişmenin kaldıracıdır. Sistemin motor gücü olan B, her durumda, A’nın inkârının neden olduğu “haksızlığa” karşı mücadele ettiği için, bu mücadele de, son tahlilde bir “hak arama” mücadelesi olduğu için “haklıdır”. Ve ne olur böylece? Adım adım, basamak basamak, aynen bir merdiveni çıkar gibi, her basamakta yeni bir denge kurularak sürecin sonuna doğru ilerlenir... Adına “evrim süreci” denilen sürecin diyalektiği budur!...
Bir sistemin bir üst seviyeye çıkma eylemi devrimci bir iştir dedik! Neden? İlk adımda, dışardan gelen etkiye karşı oluşturulan tepkiyle, sadece mevcut durum muhafaza edilmeye çalışılıyormuş gibi görünse de ( ve bu da “muhafazakâr” bir etkinlik olarak algılansa da), hemen bunun ardından sistemin varoluş fonksiyonu olarak ortaya çıkan reaksiyon, kendi içinde, bir üst düzeye ait potansiyeli de barındırdığı için ilerici-devrimci bir karaktere sahip olur. Yani, sistemin motor unsurlarının sistem adına gerçekleştirdikleri reaksiyon, aynı zamanda, yeni bir denge durumuna gebe bir anne rolünü de oynar! Bu yüzden de o, yani sistemin motor gücü, kendi içinde-ana rahminde taşıdığı çocuktan (sistemin kollektif ürününden) dolayı devrimci bir güç özelliğine sahip olur!
Ancak, ne zaman ki yeni denge durumunu oluşturacak güçler eskinin içinde ortaya çıkan bu reaksiyondan (“devrimin birinci aşamasından”) ayrışarak bağımsız bir varlık şeklinde oluşmaya başlarlar, buna bağlı olarak, eski durum zemininde oluşan varlıklarıyla A ve B de onun (yeninin) içinde (onun varlığında) yok olurlar; yeni denge durumu kendine özgü üretici güçleriyle A’B’ olarak ortaya çıkar.
Burada biraz duralım ve bütün bunların ne anlama geldiğini daha iyi kavrayabilmek içinkonuyu biraz daha açmaya çalışalım:
Az önce dedik ki; “bir A-B sisteminde, A ve B arasındaki bütün ilişkiler iki karşıt potansiyel madde-enerji alanının-kuvvetin birliği zemininden doğarlar”. Bu ne demektir? Bir A-B sisteminde A ve B birbirine “karşıt”-“zıt” kuvvetleri mi temsil etmektedirler? Sistem gerçekliği “zıtların birliğidir” derken kastedilen bu mudur? Hayır değildir! Yani, kendi başına ele alındığı zaman, bir A-B sistemin iki temel parçasını-fonksiyonel birimini oluşturan unsurlar olarak A ve B arasında hiçbir çelişki-zıtlık yoktur. Tam tersine bunlar fonksiyonel olarak birbirlerini tamamlayan unsurlardır. Biri, aradaki ilişkilerle kayıt altında tutulan bilgiyi kullanarak sistem adına ne yapılacağını belirlerken, diğeri de, gene sistem adına bunu hayata geçirmektedir. A-B sisteminin çevreyle ilişkileri-etkileşmesi bu görev bölümüyle gerçekleşmekte, sistem bu görev bölümü sayesinde varlığını sürdürebilmekte-değişmektedir. O zaman nedir mesele, “çelişki”-“zıtlık” nerede burada ve neden sistem gerçekliği “zıtların birliğidir” diyoruz?
“Zıtlığın-çelişkinin” kaynağı nedir?...
En başa, yani, bir AB sisteminin oluştuğu o ilk “an”a dönüyoruz! Bilindiği gibi, aslında böyle “o ilk an” diye, sistemin statik-mutlak bir gerçeklik olarak “varolduğu” bir zaman dilimi falan yoktur ortada; hepsi izafi kavramlardır bunların! Sistem gerçekliği dinamik bir olay-süreç olduğu için, o, daha o “ilk an”dan itibaren, dış dünyayla-çevreyle etkileşme sürecinde, kendini inkar ederek gerçekleşir-varolur. Yani öyle, bir “an” için bile olsa, kurulu-mutlak bir denge hali söz konusu olmaz hiçbir zaman! Çünkü o “an”, sistemin dışardan-çevreden gelen ve mevcut denge durumunu etkileyerek onu bozma eğilimi gösteren informasyonu-etkiyi kendi içindeki bilgiyle değerlendirerek ona karşı bir cevap hazırlamaya başladığı “an”dır da! Bir sistemin “ilk oluşum anı”yla, onun objektif bir gerçeklik olarak kendini (kurulu dengeyi) inkar süreciyle birlikte varoluşu arasında bir zaman dilimi olmadığının altını çizdikten sonra devam edelim:
“Yeni” daima “eskinin” içinde oluşur ve gelişir...
Önce, sistemin içindeki bilgi kullanılarak, dışardan gelen madde-enerjinin-informasyonun nasıl işleneceği belirlenir. Yani, sistemin dışardan gelen hammaddeyi nasıl işleyeceğine, onu nasıl bir ürün haline getireceğine dair bir “reaksiyon planı”- modeli hazırlanır. Sonra da hazırlanan bu plan sistemin motor gücüne verilerek onun bu planı gerçekleştirmesi sağlanır. İşte, bu mekanizmanın sonucu olaraktır ki, dışardan gelen hammaddeyi hazırlanan üretim planınına göre işleyerek onu bir ürün haline getirmeye çalışan motor sistem unsurları (B), daima, ürünün oluşmasında doğurgan bir anne-ana rahmi- rolünü oynarlar. Evet, her ürün bir çocuktur, bir sentezdir. Ve her çocuğun da bir babası (A) bir de annesi (B) vardır; ama, baba mevcut durumu (yani, çocuğun doğuşuyla birlikte artık “eski” haline geleni) temsil ettiği için, “yeni” olarak onu yaratan, kendi elleriyle ona şekil veren, ve de, ana rahminde geçen süreç boyunca onunla bütünleşerek varolan annedir, ve o anne işte bunun için, yani karnında taşıdığı o çocuktan dolayı devrimcidir!
Bir fabrikada çalışan işçileri düşününüz: İşçiler, işveren ve onun görevlendirdiği kişiler-mühendisler vs.-tarafından hazırlanan üretim planını hayata geçiren sistemin motor güç unsurlarıdır. Aynen, tek bir hücrenin içindeki o proteinler gibi, ellerindeki üretim planına göre hammaddeyi işleyerek onu bir ürün haline getirmeye çalışırlar! Öyle ki, onlar kendi toplumsal kimliklerini de bu süreç (ürünü gerçekleştirme süreci) içinde oluşturduklarından, bir yerde, ürünle bütünleşirler. Ürün onlar için sanki ana rahminde büyüttükleri-oluşturdukları “kendi çocukları”-kendilerinin bir parçası haline gelir. Ve bu şekilde, üretim sürecinin her adımında, aslında sistemin kollektif ürünü olan o çocuk işçilerin ana rahminde biraz daha büyür-gelişir. Ve sonuçta da onlar, tıpkı bir anneyle çocuğu arasındaki ilişki gibi biribirleriyle bütünleşmiş olarak doğarlar. Yani üretim faaliyeti sona eripte ürün ortaya çıktığı an işçiler de onunla birlikte aynı duruma çıkmış-ürünle birlikte onlar da kendilerini üretmiş olurlar.
Ama aynı şey üretim planını hazırlayan-hazırlatan- sistemin dominant kutbu için söz konusu değildir. O, mevcut sistemin temsilcisi olarak varlığını ürettiğinden, sonuçta elde edilen ürüne de varolan sistemin içinde sahip çıkmak ister. Yani o, kendi varoluş fonksiyonu-koşulu-gereği ürünle birlikte bir üst denge durumuna çıkıldığını göremez. Kendi ataleti, mevcut durumu koruma görevi buna engel olur. Motor gücün, ürünle birlikte-onu yaratırken kendiliğinden bir üst denge durumuna çıkma yeteneği onda yoktur. İşte bu yüzdendir ki, üretim süreci mevcut denge halinin inkarı süreci olduğu kadar, aynı zamanda, ürünün oluşmasına paralel olarak, yeni bir denge durumunun eskinin içinde oluşması sürecidir de. Aslında A, yani sistemin dominant unsuru açıyor inkar kapısını! Sisteme dışardan gelen madde-enerjiyi-informasyonu sistem adına içeriye buyur eden (alan) o! Sistemin sahip olduğu bilgiyi kullanarak onu değerlendiren ve bir üretim modelini (hammaddenin nasıl işleneceğini) hazırlayarak gerçekleştirmesi için bunu sistemin motor gücüne ileten o. B, yani motor unsur da bunu gerçekleştiriyor. Bunu yaparken onun yaptığı sadece A’nın inkarını gerçekleştirmektir. Sonuçta meydana gelen ürün ilk durumdan itibaren başlayan sürecin amacı (ulaşmak istediği hedef) olduğu için, o aynı zamanda bir “son durumu”da temsil etmektedir. Yani ürünü yaratmakla A ve B aslında onun varlığında yok olmakta, kendilerini yeniden üretmiş olmaktadırlar. Daha sonra süreç yeniden başladığı zaman bu durumda A ve B artık bir önceki sürece başlayan A ve B değildir. Örneğin A’-B’ dür onlar artık. Ama A bunu kabul etmek istemez! İşte, A ile B arasındaki “zıtlığın”-“çelişkinin” kaynağı tam bu noktada ortaya çıkıyor. B, ürünle birlikte kendini de yeniden üreterek onunla aynı “duruma” ulaştığı halde (B’ durumuna geçtiği halde), A, A’ haline gelmeyi, B’ ile yeni bir A’B’ ilişkisi içinde kendini yeniden üretmeyi kabul etmez.
“Zıtların birliği ve mücadelesi”nin anlamı nedir; neden “Diyalektik materyalizm”in de özü- çıkış noktası- mekanik materyalizmdir?...
İşte bu süreç, yani sistemin kendi kendini üretim süreci, daha o ilk oluşma “anından” itibaren başladığı içindir ki, A-B nin, ilk oluştuğu andan itibaren, kendi içinde kendi zıttını (A’-B’ olarak kendi inkarını) barındırarak varolduğunu söyleriz. Öte yandan, A-B nin zıttı olarak gelişen bu A’-B’ sistemin ana rahmi olarak B nin içinde geliştiği için de, zıtlık deyince bu zıtlık sanki A ile B arasındaymış gibi görünür-anlaşılır. İşte, “sistem gerçekliği zıtların birliği ve mücadelesinden ibarettir” sözünün anlamı buradan gelir. Birlikten ve mücadeleden kasıt, her AB sisteminin, her an, kendi içinde bir A’B’ ile birlikte-ve onunla mücadele halinde varolmasıdır. Ancak, her durumda, A-B yi A temsil ettiğinden, A’-B’ de B ‘nin ana rahminde geliştiğinden, sürece mekanik olarak bakınca bütün olup bitenler A ile B arasındaki ilişkiye indirgenir ve denilir ki; “her durumda, A, mevcut sistemi temsil ederken, B de onun zıttı olan başka bir sistemi temsil etmektedir. Sistem-üretici güçler geliştikçe, yeniyi temsil eden B, A ‘yı ve onun temsil ettiği sistemi yok ederek onu yerine kendisinin temsil ettiği sistemi egemen kılacaktır”! 1917’de olan bu idi işte, sonuç ortada!...
BİR DIŞ ETKENE BAĞLI OLARAK BİR BAŞKA TÜRLÜ DEĞİŞME!..
Yukardaki şekilden ne anlıyorsunuz? Çevreyle etkileşme halinde olan bir A-B sistemi değil midir burada söz konusu olan? Kç
Ks ise, çevrenin sistem üzerine etkisiyle sistemin buna karşı olan cevabının-reaksiyonun- birbirine eşit olmadığını, yani ortada bir denge durumunun bulunmadığını gösteriyor. Peki ne olur bu durumda? Diyelim ki, çevrenin A-B sistemi üzerine etkisi yani Kç, AB nin çevre üzerine olan etkisinden, yani Ks den daha büyüktür, ne olur bu durumda?
“Varolmak” çevreden gelen etkilere karşı durabilmekle-bunlara karşı reaksiyon oluşturarak bir denge durumu yaratabilmekle gerçekleştiğinden, Kç nin Ks den büyük olduğu durumlarda böyle bir denge durumu yaratılamayacağından (KçKs nin anlamı budur), A-B sistemi söz konusu çevre karşısındaki izafi varlığını-kişiliğini- kaybeder, “dışardan” gelen ve karşı konulamayan kuvvetin etkisi altına girer, onun doğrultusunda hareket etmeye başlar. Örneğin
bütün bir Newton Fiziği-klasik mekanik- bunun üzerine kurulmuştur. Yukardaki şekilde “K” dış kuvveti temsil ederken, “m” bu kuvvetin etkilediği cismin-sistemin kütlesini, “a” da “K” ya bağlı olarak cismin-AB nin kazandığı ivmeyi göstermektedir. Aynı şekilde, A-B sisteminin çevre üzerine etkisi (Ks ) de Kç den daha büyük olabilir. Bu durumda da çevre A-B nin etkisi doğrultusunda mekanik olarak “değişikliğe” uğrar...
Açıkça görüldüğü gibi, bu türden mekanik hareketlerde dışardan-çevreden gelen etki sistemin içindeki bilgiyle (iç dinamikler arasındaki ilişkilerle kayıt altında tutulan bilgi temeliyle) değerlendirilerek sistemin davranışlarına temel teşkil eden bir cevap hazırlanmıyor. Sistemin davranışlarını belirleyen, doğrudan doğruya dış kuvvetin kendisi oluyor...
(Bu çalışmada esas konumuz toplumsal değişim ve toplum mühendisliği olduğu için biz dışardan sistem üzerine olan etkileri de daha çok bu açıdan ele alıyoruz. Yoksa, doğada dış etken çok daha karmaşık bir rol oynar... Belirli bir anda dışardan yapılan orantısız etki bir sürüklenmeye neden olsa bile bunun sonucunda bir de bakarsınız içine girilen yeni çevrede yeni etkileşimler ortaya çıkabilir ki, buradan da yeni sentezler doğar. Doğada cereyan eden bütün kimyasal-biyo kimyasal süreçlerin özü bu türden tesadüfi etkileşmelere bağlı değil midir... Ancak biz bu yazı çerçevesinde kalarak konuyu daha fazla uzatmak istemiyoruz. Şu an bizim için önemli olan, toplumsal düzeyde iç dinamiklere bağlı olarak gerçekleşen “gelişerek değişmeyle”, bir dış kuvvetin etkisi altında meydana gelen mekanik değişimdir...)
“SİSTEM MÜHENDİSLİĞİ” VE YAPAY SİSTEMLER...
Bir işi yaparak-bir fonksiyonu yerine getirerek- belirli bir amacıngerçekleştirilmesine yardımcıolmalarıiçin insanlar tarafından yaratılan-yapılan- sistemlere yapay sistemler denilir.
Bu durumda esas olan, sistemin bilgi temelini teşkil edecek belirli bir bilgidir. Bu bilgi, söz konusu yapay sistemin yaratıcısı“sistem mühendisi” tarafından belirli bir fonksiyonu yerine getirecek bir yapıhaline dönüştürülmektedir. Öyle ki, gerekli olduğu zaman, yani dışardan komut verildiği zaman, sistem bunu temsil ettiği bilgiye göre bir etkinlik-hareket-haline dönüştürerek istenilen fonksiyonu yerine getirebilsin, bu şekilde, ulaşılmak istenilen amaçgerçekleştirilebilsin. Bütün insan yapımımakinelerin çalışma prensibi budur.
Örneğin bir elektrik süpürgesini ele alalım: Yukarda söylenilen şeylerin kristalize olmuş bir şeklidir bu. Belirli bir amacın gerçekleştirilebilmesi için (ki bu durumda amaç kirlenen yerlerin süpürülerek temizlenmesidir) belirli bir bilgi sistem mühendisi tarafından belirli bir fonksiyonu gerçekleştirecek şekilde bir makine-mekanik bir sistem- haline dönüştürülmektedir.
Yapay sistemler aslında insanın bilişsel-planlı- faaliyetinin ürünleridir. Çünkü her durumda, gerçekleştirilmesi gereken bir amaç, bu amacı gerçekleştirmek için gerekli olan bir strateji-algoritm- ve sonra da buna uygun araçlar-yani operatörler- söz konusudur. Bütün yapay sistemler, yani makiner bu temel üzerinde ortaya çıkarlar. “Yapay zekâ”’nın da özü budur aslında. Bu durumda, “öğrenme” yeteneği olan bir robotu basit bir makineden ayıran, söz konusu robotun, sahip olduğu bilgi temelini “öğrenerek” belirli ölçüde genişletebilmesidir. İnsan, doğal sistemlerin nasıl çalıştıklarını keşfettikçe, bu bilgileri kullanarak-doğadaki orijinallerine uygun-yapay sistemler üretmekte, böylece, yaşamı devam ettirme mücadelesinde avantajlı hale gelmektedir.
“Gen mühendisliği” olayının esası da budur!...
Doğal bir sistemin bilgi temelini oluşturan DNA yapısını öğrenen insan, geliştirdiği yöntemler aracılığıyla bu bilgilerle oynayarak-bunlar üzerinde küçük değişiklikler yaparak- onun davranışları üzerinde etkili olmaya çalışır. Örneğin, patlıcanın çekirdeklerini üreten bilgileri onun DNA larından çıkararak çekirdeksiz bir patlıcan türünün ortaya çıkmasını sağlar vb.
Şimdi yavaşyavaş,geliyoruz işin can alıcınoktasına! Soru şu:,
Nasıl ki bir patlıcanı, onun DNA’ larıyla-yani bilgi temeliyle-oynayarak “değiştirebiliyorsak”, aynı şekilde bir toplumu da onun “bilgi temelleriyle” oynayarak değiştirmek mümkün müdür; yani, yapay sistemler için söz konusu olan “sistem mühendisliği” gibi bir “toplum mühendisliği” de söz konusu olabilir mi?
EVET, “TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ” NEDİR, VAR MIDIR BÖYLE BİRŞEY?
DEVAM EDECEK
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
16.11.2024
9.11.2024
31.07.2024
3.06.2024
9.04.2024
20.07.2023
18.07.2023
17.07.2023
20.06.2023
18.06.2023