Namık ÇINAR
Ülke gündemi, sabun köpüğünden bir kubbenin altında tecelli eder gibi, öylesine hızla tüketiliyor ki, güya öncekiler önemini yitirmiş de sen sanki yetişememişsin.
Peki, gerçekte öyle mi?
Kesinlikle değil, tabii!
Çünkü buranın hiçbir meselesi, uzayıp giden kısır döngüler tuzağından çıkamıyor bir türlü.
Tarihsel çıkmazlardaki sebebin, aslında tutturmuş olduğu yolda saklı olduğunun bilincine varamayan toplum, çözümlerini de hala kendi ayak izlerinin peşine düşmekte bulacağını umduğu bir aymazlığın yanılgısıyla, derin bir ormanın içinde yönünü yitirmiş, boyuna dönüp dolanıyor gibi gözüküyor.
Bu yüzden de, öyle sanıldığı gibi habire gündemi değişmiyor.
Tam tersine, hemen her konuda ve her seferinde, hep o bildik “yüzyıllık toplumsal dejavu” sezgisiyle, “aaa, ben bunu daha önce de yaşamıştım” hissikablelvukusuyla mütemadiyen debelenip duruyor.
O nedenledir ki, değil on beş gün ya da bir ay öncekini, kırk sene öncesinin sorununu bile bugün ele almaya kalksak, güncelliğini bütün tazeliğiyle koruyabildiği görülüyor.
Lafı şuraya getirmek istiyorum:
Yaşadığımız sorunlar, yüzeyde görünen haliyle, kitleler tarafından giderek patlıcanla biberin fiyatı gibi algılanıyor.
Oysa devasa bir tarihsel problemi, getirip, artık ağız tadıyla yiyemeyeceğimiz musakkaya yahut orman kebabına indirgemek ne derece gerçekçi?
Bütün derdimiz bu mu yani?
Bıçak sırtı bir konumda, o yana mı, yoksa her zamanki gibi bu yana mı devrileceğimizin, artık kaçınamayacağımız yahut erteleyemeyeceğimiz, ucu kemiğe dayalı bir yol ayrımındayız halbuki.
Birazcık tarih bilinci olan kimselerin kolayca anlayacakları üzere, Türkiye bir kez daha büyük bir buhrandan geçiyor.
Hem de öyle böyle değil, büyük ve köklü bakış açısı gerektiren bir buhrandan!
“Bir kez daha” diyorum.
Çünkü, eğer öncesindeki ve sonrasındaki yirmi beş yılları da dahil ederek yüz elli senelik “uzun bir yirminci yüzyıl” resmi çizersek, eskilerin 93 Harbi dedikleri 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi ile başlayıp günümüze kadar uzanan sayısız krizler, badireler, buhranlar yaşamış ama hiçbirini çözmeyerek halının altına süpürmüş bir ülkeyiz aslında biz.
Her sıkışıp kalmışlıktan sonra beliren ve “bu sefer oluyor galiba” duygusu veren ne kadar demokrasi umutlu başlangıç varsa, yengeç sepetinde aşağı çekilmek gibi, “eski”nin ve “derin”in allem edip kallem edip galebe çalacağı koşulların yeniden devreye girmesiyle sonuçsuz kalmakta, “yurdun makus talihi” gene bir başka bahara bırakılmaktadır.
Toplumun çağdaşlığa teşne içsel dinamikleri bu yönde bir evrilmeye yetmemekte; başlangıçta darbe alsalar bile, ülkenin “ancien regime” (eski yönetim) unsurları kısa süren bir sendelemeden sonra tekrar toparlanarak, misliyle ve daha da acımasızca tedbirlerle bir öncesini aratır hale getirmektedirler.
Örneğin 20’nci Yüzyıla girerken Balkanlarda ve Kafkaslarda adım adım yaşanan insan ve toprak kayıpları, büyük ölçekteki göç hareketleri, kıtlıklar ve açlıklarla şekillenen o günlerdeki buhran dönemi, nihayet umudu yeşerten bir aşamaya doğru evrilerek 1908’de “Hürriyetin İlanı” olarak anılacak olan II.Meşrutiyet’e yol açmıştı.
Ne ki, İttihat ve Terakki’nin “yaşasın hürriyet…yaşasın müsavat…yaşasın vatan…kahrolsun istibdat” nidalarıyla yeri göğü inleterek başı çektiği o parmak ısırtan özgürlük ortamı, çok kısa bir zaman zarfında birdenbire tersine dönmüş, ülke yine aynı İttihatçılar marifetiyle korkunç bir despotizmin batağına saplanmıştı.
Arta kalan, Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve parçalanan, işgal edilen, iyice yitip gitmeye yüz tutan bitkin düşmüş yoksul bir ülkeden ibaretti.
Ama umudu bir kez daha yeşerten, bir kez daha kendi küllerinden yeniden doğuşun işaretlerini veren, Mondros’dan sonra iki sene boyunca Anadolu’da ve Trakya’da kendiliğinden ortaya çıkan otuz kadar “yerel halk kongreleri” ve bunları derleyip toparlayan Mustafa Kemal Paşa’nın “kurtuluş hareketi” olacaktır.
Başlangıçta, her zaman olduğu gibi, “gene özgürlük, gene eşitlik, gene kahrolsun istibdat” coşkusunun bayrağı dalgalanacaktır.
Kurtuluştan sonra ise, mesela anayasal metinlerin izini sürersek, toplumsal iklime, ilkin 1921 Anayasası ile kazanılan geniş demokratik haklar, merkeziyetçilikten uzak bir yerinden yönetim anlayışı, çoğulcu ve katılımcı yerel özerklikler hakimdir.
Fakat bu düzenlemenin erkenden suyu mu çıktı nedir, üç sene bile dolmadan, birdenbire ve apar topar, 1924’te yeni bir anayasa yapılarak, tekrar koyu bir merkeziyetçiliğe, tekrar kısıtlamalara, tekrar yasaklara, meş’um mahkemelere, tek adam ve tek parti diktalarına yönelinecektir.
II. Dünya Savaşı ve onu izleyen yıllarda bir kez daha buhran sonrası rahatlama görülecek; “yeter, söz milletin” diyerek gelen Demokrat Parti’nin birkaç senelik cicim ayları ertesinde, devamlı matineye bağlanmış bulunan şu huyu kuruyası mahut tahakküm politikaları yeniden avdet edecektir.
Sonra gelsin darbe!
1961 Anayasası ile gene yalancıktan bir rahatlama.
Ve 12 Mart 1971’de bi’kere daha darbe!
Sonra?
Sonrası, !2 Eylül 1980’de gene darbe, gene darbe!
Biteviye darbe!..
Kozmetik değişiklikleri saymazsak, sıra, topluma 1982 Anayasası ile giydirilen, kırk senedir hala yıkanmamış, kir pas içindeki şu lime lime deli gömleğindedir.
Aslında süreç bir bakıma hayli istikrarlıdır.
Formül bellidir:
Önce kısa bir soluklanma…sonra sıkboğaz…ardından darbe.
Önce kısa bir soluklanma…sonra sıkboğaz…ardından darbe.
Önce kısa bir soluklanma…sonra sıkboğaz…ardından darbe.
2002’ye kadar hep böyleydi.
Ya sonra?
Sonrası farklı mıydı?
Ne mümkün!
Tüm parçaları yalama olmuş demode bir gereç gibi, bütün sistem ve bütün süreçler, bir önceki safhalara rahmet okutacak kertede ölçüsüz, acımasız ve kahredici şekilde tecelli edip duracaktır.
O yüzden, “yaşasın özgürlük…yaşasın eşitlik…kahrolsun istibdat” diyerek iktidara gelen sonuncu aktör AKP de iyi başlamış sayılırdı.
Şimdi Allah var, önceleri ne şeker şeydiler öyle?!
Sonunu getirmede de, yüz elli yıllık Türkiye tarihinin yüzünü hiç kara çıkarmadılar.
Herkeslerden, sultanlardan bile bin beter olduklarını dünyalara bi’güzel gösterdiler.
En azından, kötülüğü bari utandırmadılar.
Onların zamanındaki darbe girişimi bile ne eksantrikti, ki onda dahi fark atmışlardır diğerlerine.
Neticede, son yüz elli senede, ilk anayasamız olan 1876 Kanuni Esasi ile şimdiki anayasamız arasında, topluma kök söktürmede, canına okumada, anasından doğduğuna bin pişman etmede herhangi bir fark olduğu söylenebilir mi?
Madem durum böyledir…
Madem kendi ayak izini görmek, boşuna heveslenmektir…
Madem sonu, yüzyıllık bir hüsranın defalarca yaşanmış dejavusundan ibarettir…
İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in çıkıp, yüz küsur sene sonra bugün, 1908’in replikleri olan “yaşasın hürriyet…yaşasın müsavat…kahrolsun istibdat” çığırışlarına, kabına sığmaz bir şekilde, ne diye bu denli heyecan duyuyorsunuz, öyleyse?
Bu çabanın, kendi kuyruğunu yakalamaya çalışan kedininkinden ne farkı var?
Bu kavramlar iyi, hoş da, arkası gelmiyorsa neye yarar?
Çok haklı olarak, mevcut iktidardan kurtulmak isteyen muhalifler, Erdoğan’ın yerine gelir de gerçek demokrasiyi kuramazlarsa, nasıl kaynar sular dökülür tepemizden, hiç düşündünüz mü?
Nereden mi belli?
Kürt sorununun konuşulmamasından, HDP’nin ağıza dahi alınamamasından belli.
1915 Ermeni olaylarına bakıştan belli.
Merkeziyetçilik yerine yerinden yönetimlerin ihya edilip edilmeyeceğinden belli.
Devletçi görüşlerin baskın olmasından belli.
Ulusalcı, Avrasyacı, hatta faşizan dünya görüşlerinin el üstünde tutulmasından belli.
Liberal değerlerin şeytanlaştırılmasında, iktidardan aşağı kalır yanın olmamasından belli.
Ne dersiniz, daha sayayım mı?
Öyleyse nedir, çaresiz miyiz yoksa?
Saçımızdan ayak ucumuza doğru yürüyen bir heyecan dalgasıyla dolup nasıl sarsılacağız ki, cesaret yüklenip Erdoğan’ın hışmına hep birlikte göğüs gerebilelim?
Elbirliğiyle, işbirliğiyle ve oylarımızla onu iktidar koltuğundan edebilelim?
Eğer geleneksel dinamiklerimiz demokrasi üretmeye yetmiyorsa…
Umarsızlık besbelli ki ortada iken, kendi geçmişimiz referans olamayacaksa…
Öteden beri, derin bir ormanın içinde yönünü yitirmiş gibi kısır bir döngüde ha bire dolanıp duruyorsak…
Yürüdüğümüz yola ufalasak da, masaldaki gibi, kendi adımlarımızdan bir daha geçmesek, diyeceğim demesine ama ekmek de öyle pahalandı ki…
Neyle yapacağız bunu peki?
İlahi muhteremler!
Lüzum yok bunların hiçbirine.
Amerika’nın yeniden keşfine de.
Avrupa Birliği kazanımları orada duruyor, bize el sallıyor.
Zengin ve gelişmiş ülkeler, o yüzden zenginler, o yüzden gelişmişler.
Beş yüzyıllık aydınlanmaların, insana yaraşan, toplumları çağdaşlaştıran edinimleri o ilkelerdir çünkü.
Benzer olanaklara kavuşmak, o ilkeleri uygulamaktan geçiyor sadece.
Onun içinde milliyetçilik yok!
Irkçılık, etnikçilik yok!
Dincilik, mezhepçilik yok!
Kulluk yok, biat yok!
Ya ne var?
İnsana, akla, bilime, hukuka, doğaya ve ille de…ille de özgürlüğe değer vermek var.
Başka şeye gerek yok!
Yahut şöyle diyelim:
Aslında tek bir şeye daha gerek var.
Önce şu kafaları değiştirmeye.
O kadar!
Yazarlar
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları

























































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
11.05.2022
24.03.2022
6.02.2016
30.05.2016
24.05.2016
13.05.2016
10.05.2016
8.02.2016
3.02.2016
29.04.2016