Namık ÇINAR
Bu mesele, “söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil” türünden tekinsiz, başa bela konulardan biridir bizim ellerde.
Üstelik genel kabule aykırı şeyler demeye kalktın mı, her türlü saldırıya uğraman da cabasıdır.
Ama biz, gene de diyelim diyeceğimizi.
***
Emperyalizm aslında Türkiye’de herkesin diline pelesenk olmuş bir kavramdır.
Sosyopolitik laflar edip de, daha ilk birkaç cümlesini tamamlayamadan emperyalizm sözcüğüne başvurmayan yok gibidir.
Ne ki, bu kavramı enine boyuna tartarak, yerine göre kullanmasını bilen oldukça kıttır.
İnsan topluluklarının birbirini sömürmesi tarih boyunca oldum olası hep vardır.
Ama sistemli bir ideolojik olgu olarak damgasını vurduğu dönem, 19.yy'ın son çeyreği ile 20.yy'ın ilk çeyreği arasındaki emperyalizm çağıdır.
Emperyalizm çağına kadarki tüm zamanların sömürme biçimi, fiziksel olarak güçlünün, daha zayıfın topraklarını zor araçlarına başvurarak işgali, toprağını işlemesi, üzerine yerleşmesi ve toplumsal artıya el koyması şeklinde tecelli etmiştir.
Bundan da anlaşılıyor ki, din ve fütuhat kültürü, demek ki bir sömürme aracıdır.
Esasen, Doğu toplumları toprakta genişlemeyi, Batı toplumları ise, özellikle de 16. yüzyıldan itibaren denizlerde ve giderek tecimsel faaliyetlerde genişlemeyi ölçü alan bir sömürgecilik anlayışı geliştirmişlerdir.
Bu yüzden de, toprakta genişleyenler territorial bir iç feodalizmin batağına doğru yol alırlarken, denizlerde genişleyenler uzak mesafe ticaretinin devasa karlarıyla inşa edecekleri dış kapitalistik bir geleceğin dünyasını kurarak, bu günkü güçlü yapılarına ulaşacaklardır.
Örneğin dünyanın en geniş coğrafyasına sahip Rusya’nın, neredeyse İberik yarımadasına sıkışıp kalmış İspanya kadar ekonomik hasıla üretmesindeki sebep budur.
Sonuç olarak son beş yüzyılda, İspanyollar ve İngiliz göçmenler Amerikan yerlilerini, farklı şekillerde de olsa tasfiye ettiler.
Fransızlar Cezayir’i, Hollanda ve Belçikalılar bütün Afrika’yı, neticede Batılılar tüm dünyayı allak bullak etti, biz buna çok yerinde olarak emperyalizm dedik.
Peki ama o sıralarda bizler neler yapmıştık?
Küçük bir beylik iken koca bir imparatorluk kurduk, diyen biz değil miydik?
Bütün Balkanları, bütün Ortadoğu'yu kasıp kavuran biz değil miydik?
Amerikan yerlilerine ağıt yakıyoruz da, buralarda doğru dürüst ne bir Rum, ne bir Ermeni cemaati bıraktık mı?
Onlar emperyalistse, biz neyiz?
Onlar yapınca emperyalist ama biz yapınca değil, öyle mi?
Daha sonra elden ayaktan düşüp dışarılara saldıramayınca, iç sömürüyü yoğunlaştırmadık mı?
Mesela 1950'lerden itibaren, başta İstanbul olmak üzere, tüm Marmara'yı, hurraaa, işgal etmedik mi?
Ne kadar kent değeri varsa silip süpürmedik mi?
Şimdilerde de Ege'yi yok etmek için kolları sıvamadık mı?
Kıbrıs'ın demografisini değiştirmedik mi?
Emperyalist Batı’nın, özellikle de Anglo-Sakson kapitalizminin, son tahlilde gittikleri yerlere gelişmenin tohumlarını da götürmüş oldukları ortada.
Bakın Amerika'ya, Kanada'ya, Avusturalya'ya yahut Yeni Zelanda'ya.
Bir zamanların o sömürgeleri, şimdinin en zengin ve müreffeh ülkeleri.
Bir de bizim üzerinden geçtiğimiz yerlere bakın, hiçbirinde ot bitmiyor.
Çünkü onlar, giderek liberalleşen bir iklimde, kapitalist, özgürlükçü, demokratik bir yaşam biçimine evrilirlerken biz zorba, baskıcı, feodal bir tutuculuğun cenderesinde, vergici, haraççı, geçimlik kapalı köy üretiminden şaşmayan, fiskalistik bir ekonomik yaşam biçimi inşa etmeyi marifet sandık ve korkarım kafalarımız bu gerçeğe henüz basmış da değil.
Osmanlı İmparatorluğu'yla böbürlenip duruyoruz, ne ki imparatorluk ile emperyalizm kavramlarının aynı kökenden gelen sözcükler olduğunun ayırdında değiliz.
"Osmanlı İmparatorluğu" demenin, "Osmanlı Emperyalizmi" demek olduğunun, sadece bu da değil, kendi sultanımıza "Fatih" ünvanı vermekle Batılı krallara "emperyal majesteleri" demenin de aynı kapıya çıktığının, yani farkında olmadığımız bunca şey varken emperyalizm hakkında sabah-akşam atıp tutmanın, doğal olarak bizi ne denli gülünç kıldığının da ayırdında değiliz.
Bi’kere, tarih boyunca yaşanan geleneksel sömürü biçimi ile, 19.yy’ın son ve 20.yy’ın ilk çeyreği arasındaki, kısa sürmesine rağmen iki dünya savaşıyla noktalanmış şu çılgın emperyalizm çağını birbirinden ayırmayı bileceğiz en önce.
Çünkü bunu yapmaz ve yeryüzünü paylaşma konusunda birbirlerine düşerek kavgaya tutuşmuş, tarifsiz yıkımlar yaşamış sömürgecilerin hangi haleti ruhiye içinde olduklarını anlamazsak, burunlarını sürten I. ve II. Dünya Savaşları'nın ardından üç yüzyıllık 'aydınlanma öğretileri'nin birikimleri demek olan “liberal demokrasi ilkeleri”nin ne değerde şeyler olduklarını nihayet yeniden hatırlayıp 1945'lerden itibaren demokratikleşme süreçlerine neden ve nasıl geçtiklerini, mesela AB’yi kurmaya ne diye ihtiyaç duyduklarını da kavrayamayız.
O yüzdendir ki, tarih boyunca süren “geleneksel sömürü tarzı” ile 19. yüzyılın son ve 20. yüzyılın ilk çeyreği arasındaki “emperyalizm çağı sömürü tarzı” çok farklı süreçlerdir ve çok farklı sonuçlar doğurmuşlardır.
Bu ayrıma sebep olan baskın faktör “sanayi devrimi”dir.
Bir başka deyişle, bu iki sömürme tarzını ayrıştıran temel değişken, dünyanın üretim ilişkilerini o vakte kadar hiç görülmedik ölçülerde dönüştüren sanayi devrimi olmuştur.
Sanayi devriminden önceki ilişkilerin katsayısı matematiksel ise, sanayi devriminden sonraki ilişkilerin katsayısı geometrik bir dizilim ile ifade olunsa yeridir.
Sanayi devrimi ile beraber, nasıl ki her şey kökten değiştiyse, geleneksel sömürmenin niteliği de kökten değişmiştir.
Bu husus kavranmadan, sömürü hakkında hiçbir çözümleme doğru şekilde yapılamaz.
Sömürgecilerin, son derece sofistike zor araçlarına başvurarak birbirleriyle de kapıştıkları I ve II. Dünya Savaşları sonunda, sadece sömürgeleri değil kendilerini de yok eden yeni bir durum ortaya çıkmış, emperyalizmin bu boyutlara varması kamuoylarının da gözünü korkutmuştur.
O yüzden, emperyalizme karşı duruş kendi içlerinde de büyümüştür.
Böylelikle, artık maliyetli görülmeye başlanınca ücretli işgücünü devreye almak üzere tıpkı köleliği kaldırmanın vakti geldiğinde olduğu gibi, çoğu bağımsızlık hareketi acaba gerçekten mağdurun başkaldırısıyla mı tecelli etti, yoksa kontrollü bir şekilde serbest mi bırakıldılar, her toplum bakımından tek tek incelemeye değerdir.
Nitekim, sonu yıkımla neticelendiği için emperyalizmin yerine siyasal bağımsızlıklara uyum gösterebilen yeni sömürü teknikleri de zuhur etmeye başlamıştır.
Zaten ulus devletlere yavaş yavaş yolun göründüğü, küresel sermayenin ise her yere elini kolunu sallayarak girebildiği pazar ekonomisi koşullarında bu tür bir emperyalizmden söz etmek abestir
Yani sömürü artık bitti mi diyeceğiz?
Hayır demeyeceğiz.
Başka bir türe dönüştü.
Toplumların neredeyse hepsinde, yüzde birlerin yüzde doksan dokuzların kanını emdiği bu yeni küresel versiyonda, sömürünün bittiğinden bahsolunabilir mi?
Lakin, şu millet şu milleti sömürdü de denemez artık, herhalde?
Ne ki, bu yeni safhada, “altta kalanın canı çıksın” toplumlar, bağımsız gözükseler de, onlara düşen sömürü payları daha acımasız olarak sürüp gitmektedir.
Üstelik çıkmazlarının neler olduğunu görememek ve aymazlıkları yüzünden, kendilerine adeta gönüllü birer sömürü kozası inşa ettikleri dahi söylenebilir.
Dünyanın yoğun sömürülen toplumlarından biri olmaktan nispi olarak çıkmanın biricik yolu ise, liberal değerleri özümsemiş ve bütün alanlarda o çerçevede yaşayan bir toplum olmakla mümkündür.
Eğer liberal değerlerle bezenmiş bir toplum değilseniz, mümkünü yok, sömürülmekten kurtulamazsınız.
Zira sömürü ile liberal demokrasiler arasında, tersine işleyen bir bağ vardır.
Liberalizm sömürüye karşı yegane panzehirdir.
Örneğin bugün, yeryüzünde hanedanlar, tek adamlar veya despotik güçler tarafından yönetilen merkeziyetçi kapalı toplumlar, küresel sömürüye en açık olanlardır.
O yüzden, çoğulculuğun ve katılımcılığın, karar alma süreçlerinin her safhasında var olmak demek olan liberal demokrasinin kıymetini bilen özgürlükçü açık toplumlar, hiçbir ama hiçbir "tek adam"a tapmazlar!
Çünkü bunun onları, önünde sonunda sömürülmeye götüreceğini çok iyi bilirler.
Öyleyse hastalığı doğru teşhis edelim ki, sittin sene sürüp gitmesin!
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
11.05.2022
24.03.2022
6.02.2016
30.05.2016
24.05.2016
13.05.2016
10.05.2016
8.02.2016
3.02.2016
29.04.2016