Tarık Ziya Ekinci
Türkiye tarihinin en büyük krizini yaşıyor
Türkiye, tarihinin en büyük krizini yaşamakta… Bu kriz sadece açlık, yokluk, yoksulluk ve işsizlik olarak halka yansıyan kapitalizmin dönemsel krizlerinden biri değildir. 2017'den beri giderek derinleşen yönetim sisteminden kaynaklanan yapısal bir krizdir. Covid-19 pandemisinin yaptığı tahribat ve kapitalist dünyanın yağma ekonomisindeki dengesizliğin ülkemizdeki yansımaları da eklenince, Türkiye son derece ağır ve aşılması güç bir kriz dönemine girmiştir. Bu krizin ekonomik ve sosyal boyutları, gelişmekte olan ülke krizlerinin ortalamasını aşan düzeylerde olmasının asıl nedeni yeni sistemdeki yapısal bozukluktur. Diğer bir deyimle kurulu düzene monte edilen Başkanlık sisteminin oluşturduğu İkili Devlet Sistemidir. Türkiye'nin toplumsal yapısı ve tarihsel birikimi ile bağdaşmayan bugünkü Tek Adam Rejimi hukuk devletine evirilmeden yaşamakta olduğumuz büyük krizin aşılması mümkün değildir. Krizden kurtulmak için Cumhur İttifakı'nın baskı, şiddeti ve tehdit yoluna başvurması, dış tehdit algısı yaratarak ülkeyi savaş ortamına sürüklemesi çözüm değildir. Aksine, bu sözde tedbirler, krizi derinleştirerek arttırmakta. Krizden kurtulma sürecine girmenin tek bir yolu vardır: Hukuk devletini kurmak ve işletmektir.
İkili devlet sistemi son bulmadan hukuk devleti kurulamaz
Bütün devletlerde kurulu düzen önceden belirlenen kurallar çerçevesinde sürdürülür. Bu nedenle hiç kimse önceden belirlenmemiş ve toplumca bilinmeyen ve salt yorumla üretilen kuralları ihlal etmiş olmaktan ötürü sorumlu tutulamaz. Bu kural Anayasamızın 38/1 maddesinde şöyle ifade edilmiştir: "Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz." Oysa 2017'de yapılan Anayasa değişikliği ile Türkiye Parlamenter demokrasiden, geniş yetkilerle donatılmış Başkanlık Sistemi'ne geçmiştir. Artık kanunların suç saymadığı, ama Başkan'ın aksi görüşte olduğu kimi eylem ve edimler suç sayılabiliyor. Örneğin kimi vatandaşların öteden beri küçük tasarruflarını yatırdıkları bir bankanın Başkanlık talimatıyla terörle irtibatlı sayılması, bu bankada hesabı olanların da terör suçlusu olarak kovuşturulmalarını gerekli kıldığı malumdur. Ya da hakkında hiçbir yargı kararı olmadığı halde (masumiyet karinesi) yaşarken terör örgütüne destek verdiği sonradan iddia edilen ölü bir vatandaşın (ölü terörist?) cenaze törenine katılanlar da terör destekçisi sayılmakta ve cezalandırılmaktadır. Anayasa'nın 26. Maddesinin açık hükmüne karşın, 2 bin akademisyenin, güvenlik gerekçesiyle yapılan hak ihlallerini bir bildiriyle eleştirmeleri Başkanlık talimatı ile suç sayılmış ve imzacılar KHK'larla görevlerinden alınarak yargılanmış ve cezalandırılmışlardır. Ancak AYM nezdinde yapılan bireysel başvurular üzerine sadece ceza davaları düşürülmüş ama görevlerine iade edilmemişlerdir. Sayıları her gün artmakta olan bu tür hukuk dışı tasarruflar, yürürlükteki 1982 Anayasası ile Tek Adam rejiminin oluşturduğu karşıt ikili devlet sisteminde, Başkanlık talimatının üstün sayılmasından kaynaklanmaktadır.
1982 Anayasası'nın evrensel hukuk kurallarına uygun maddelerinin önemli bir bölümü halen yürürlüktedir. Buna karşın yeni rejimde tek yetkili olan Başkan bu hükümlerle çelişen ve önceden bilinmeyen yeni kurallar getirilebilmektedir. Oysa kanunsuz suç olmaz ilkesi evrensel bir hukuk kuralıdır. Başkanın parlamento çoğunluğuna dayanarak dilediği yasayı çıkarabilme olanağı yanında kanun hükmünde kararname yayınlama yetkisi de olduğuna göre suç oluşturacak eylem ve edimlerin önceden belirlenmesi mümkündür. Buna karşın, olay bazında yorum yapılarak suç ve suçlu oluşturmanın tek amacı kalıyor; o da güç gösterisi ve korku salarak yönetme kolaylığıdır. Bu yaklaşımın doğal sonucu olarak Türkiye'de 1982 Anayasası'nın tanıdığı protesto etme, toplantı ve gösteri hakkını kullanma, basın özgürlüğü, düşüncelerin açıklanması ve benzeri temel hak ve özgürlüklerin kullanılması geçerliliklerini kaybetmişlerdir. Olaylar temelinde yorum yaparak suç ve suçlu oluşturma yöntemi tek geçerli yönetim aracı haline gelmiştir. Yeni rejim, sorunları çözmek yerine korku salarak yönetmeyi yeğlemektedir. Yorum yaparak bireylerin terör örgütleriyle iltisaklı suçlar işledikleri sonucunu çıkarmak en çok kullanılan yöntemlerden biridir.
Yeni rejimle birlikte ortaya çıkan asıl sorun 1982 Anayasası'nın yürürlükte olan hükümleri ile Başkanlık sisteminin uygulamalarında ortaya çıkan hukuksal karmaşadadır. Bugün Türkiye'de egemen yönetim şeklinin Cumhuriyet mi, otoriter Başkanlık mı, mutlakıyetçi bir krallık mı? Olduğu konusunda kesin bir yargıda bulunmak mümkün değil. Nitekim yeni Başkanlık rejiminin resmiyette Cumhurbaşkanlığı rejimi olarak adlandırılmasına karşın basında (Tek Adam) deyiminin kullanılması yeğlenmektedir. Yürürlükteki Anayasa hükümleriyle Başkanlık sistemi (Tek adam rejimi) arasındaki ideolojik farklılıklar, uygulamada önemli ekonomik, siyasal ve hukuksal sorunlara neden olduğu ve devlet yönetiminde bir kaos yarattığı üç yıllık uygulamada açıkça ortaya çıkmıştır.
Yeni rejiminin yok saydığı yürürlükteki Anayasa'nın uygulanması zorunludur
Başkanlık rejimine geçmek için ancak birkaç maddesi değiştirilen 1982 Anayasası'nın halen yürürlükte olduğu unutulmamalıdır. Özellikle devletin niteliklerini belirleyen maddeleri, herkesin saygı göstermesi gereken önemli kurallardır. Bu hükümlerin yok sayılarak farklı uygulamaların yapılması devlet olmanın ciddiyetiyle bağdaşmaz. Türkiye'nin tutarlı bir hukuk devleti olması ancak aşağıda sıralı Anayasa hükümlerinin uygulanması ile mümkündür. Aksi bir uygulama devleti yok sayan kuralsız ve keyfi yönetim olur. Son zamanlarda AKP sözcülerinin muhaliflerini terör suçlusu olarak itham etmeyi bir siyaset tarzı olarak benimsedikleri dikkat çekmektedir. Oysa hakkında kesinleşmiş bir mahkûmiyet kararı olmadan hiç kimsenin suçlu gösterilemeyeceği bir Anayasa hükmüdür. Aksi bir davranış suçtur. Keza iktidar sözcülerinin yargılanmakta olan şahısları önceden suçlu ilan etmelerinin mahkemelere verilen bir talimat niteliği taşıdığını ve açık bir anayasa ihlali olduğunu bilmeleri gerekir. Ne var ki, yeni rejimde belirleyici olan Başkanlık talimatları olduğu için anayasaya karşı işlenen suçlar takipsiz kalmaktadır.
Yeni rejiminin yöneticileri 1982 Anayasası'na yeminle bağlıdır
Göreve geldiklerinde Anayasaya bağlı kalacaklarına yemin eden yönetici ve sorumluların her hâl ve koşulda saygı gösterecekleri anayasal ilkeleri yineleyerek hatırlatmanın krizin aşılmasında büyük yararı vardır.
Devletin niteliği: Yürürlükteki 1982 Anayasasının, değiştirilmesi yasaklanan 2. Maddesinde devletin niteliğini belirleyen hükmün son cümlesi şöyledir: "Türkiye Cumhuriyeti (…) demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir." Bu tanıma göre Türkiye'deki yönetim biçimi ister parlamenter, ister başkanlık, isterse yarı başkanlık sistemi olsun, mutlaka Cumhuriyetçi, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olması gerekir. Halen yürürlükte olup değiştirilmesi yasaklanmış olan bu Anayasa hükmüne göre bugünkü Tek Adam sisteminin de "demokratik, laik ve Sosyal bir hukuk devleti" niteliklerine sahip olması gerekir. Oysa Tek Adam rejiminin yürürlüğe girdiği 2017'den itibaren Anayasa'nın bu hükmü fiilen yok sayılmakta. Artık Türkiye'nin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olduğunu söylemek çok güçtür. Eğitimde imam hatip okulları yaygınlaştırılmakta laik eğitim itibarsızlaştırılmaktadır. Sünni - İslam dışı inanç örgütleri dışlanırken AKP ile bağlantılı dinsel vakıflara, dernek ve tarikatlara büyük paralar aktarılmakta; dinin siyasallaşmasına ve ideolojik bir araç olarak kullanılmasına zemin hazırlanmaktadır. Özetle Tek Adam yönetiminin laiklik karşıtı bir politika izlemek suretiyle devletin anti-laik yöne doğru evirilmesini sağlamaya çalıştığı açıktır. Keza Tek Adam rejimi düşünce, basın, örgütlenme, toplanma, gösteri ve benzeri özgürlükler ile temel demokratik hakların kullanılmasına karşı olduğundan demokratik olmaktan da uzaktır.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin en önemli niteliği, Anayasa'nın 2. maddesinde ifade edilen bir hukuk devleti olmasıdır. Bir rejimin hukuk devleti olarak tanımlanması için aşağıdaki ilkelerin anayasada yer almaları ve toplum yaşamında etkili ve belirleyici olmaları temel koşuldur.
1) Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduklarının benimsenmesi, (Anayasa-Madde: 11).
2) Hukuk devleti olmanın önemli bir koşulu da güçler ayrılığının [yasama, yürütme ve yargı erklerinin ayrılığı] Anayasal ilke olarak benimsenmiş olması, (Anayasa- Madde:7, Madde:8, Madde:9)
3) Kanun önünde eşitlik ilkesinin anayasal güvenceye bağlanmış olması, (Anayasa-Madde: 10)
4) Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınmayacağı, (Anayasa- Madde: 10/4)
5) İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olması, (Anayasa- Madde: 125)
6) Hâkimlerin görevlerinde bağımsız olduklarının benimsenmesi, (Anayasa Madde: 138/1)
7) "Hiçbir organ, makam, merci veya kişinin yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz" kuralının işlevsel olması, (Anayasa-Madde: 138/2)
8) Mahkemeler arasında hiyerarşik bir bağlantının bulunması, keza alt ve üst mahkeme kararları arasındaki farklılıkların, itiraz halinde bir üst kurul kararlarıyla çözülebilir olması, Temerrüt halinde Yargıtay genel kurullarının ya da Anayasa Mahkemesinin alacakları kararın kesin olduğunun bilinmesi,
9) Anayasa Mahkemesinin kararlarının kesin olduğunun kabulü, (Anayasa-madde: 153/1)
10) Anayasa Mahkemesinin kararları Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar" hükmüne hiçbir suretle itiraz edilemeyeceği ve karşı çıkılamayacağı.. (Anayasa – Madde:153/6)
11) AİHM kararları da, Anayasa'nın 90/5 fıkrasındaki şu hükümle güvence altına alınmıştır: Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar (AİHS) kanun hükmündedir. Aynı maddenin 5. Fıkrası ile AİHS maddeleri aleyhine AYM'de iptal davası açılamayacağı ve AİHS'nin, Türkiye'nin aynı konuda farklı hükümler içeren yasaları nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda AİHS hükümlerinin esas alınması, (Anayasa- Madde: 90/1, 90/5, 90/6)
Demokratik hukuk devleti olmanın olmazsa olmaz koşuludur.
Türkiye Anayasa dışı yöntemlerle yönetilmektedir
Türkiye'de 2017'den itibaren Tek Adam rejimi olarak adlandırılan Başkanlık sistemiyle yönetilmektedir. Oysa bu sistem, 1982 Anayasası'nın yukarıda sayılan maddeleri başta olmak üzere, yürürlükteki maddelerinin büyük çoğunluğu ile çelişmektedir. Uygulamada, Başkanlık kararları geçerli olduğundan, yürürlükte olmasına karşın, Anayasa fiilen ortadan kaldırılmış ya da kadük olmuş sayılmakta. Oysa asıl olan Anayasa'dır. Anayasa'nın yok sayılarak ülkenin Anayasa dışı talimatlarla yönetilmesi bir anayasa ihlalidir (Anayasa- Madde: 11)
Türkiye ikili devlet sisteminden nasıl kurtulur?
2017'den itibaren sürdürülen ikili devlet uygulaması pek çok haksızlık ve adaletsizliklere neden olmuş ve olmaya devam etmektedir. Toplumun önünü açmak, demokratikleşmeye ve toplumsal gelişmeye olanak sağlamak için ülkenin İkili Devlet açmazından kurtulması ve toplumsal mutabakata dayalı yeni bir anayasa yapılması zorunlu olmuştur. Uzlaşı olur da yeni bir anayasa yapma girişimi başlatılırsa; yapılması gererken ilk iş 1982 Anayasası'nın yürürlükteki hükümleri ile Başkanlık sisteminin üç yıllık uygulamalarını karşılaştırmak olmalıdır. Bu karşılaştırma yeni anayasanın temel ilkelerini belirlemede ufuk açıcı olacaktır.
Acil çözüm Anayasa Mahkemesi'nin uyarısı ile mümkündür
İkili Devlet açmazının toplumda büyük haksızlık, adaletsizlik ve huzursuzluklara neden olduğu yadsınamayacak kadar açıktır. Gidişattan şikâyetçi olan yalnız muhalif ve tarafsız vatandaşlar değil, AK Parti üye ve yöneticileri de Tek Adam rejiminin yol açtığı İkili Devlet uygulamalarından şikâyetçidir. Herkes toplumun ihtiyaçlarına yanıt oluşturacak yeni bir anayasanın yapılmasından yanadır.
Yeni bir anayasanın yapılması uzun zaman ister. Artık toplumun tahammülü kalmamıştır. İkili Devlet uygulamasının sürdürülmesi halinde ülkedeki toplumsal yıkım ve huzursuzluk devam edecek ve yaşanmakta olan kriz derinleşerek artacaktır. Bu nedenle kısa süreli de olsa geçici acil önlemler almaya ihtiyaç vardır. Böyle acil bir ihtiyacın karşılanması, ancak, en yüksek yargı organı sıfatıyla Anayasa Mahkemesinin devreye girmesiyle gerçekleşebilir. Anayasa Mahkemesi böyle bir görevi benimsediği takdirde İkili Devlet açmazını geriletmek ve yürürlükteki Anayasa'nın, kısmen de olsa egemenliğini sağlamak mümkün olabilir. Bunun için Yüksek Mahkeme üyelerinin topluca mutabakat içinde olması ve ortak bir deklarasyon (bildirge) açıklamaya karar vermeleri gerekir. Yüksek Mahkeme bu karara vardıktan sonra topluca hazırlayacağı hukuksal içerikli bir bildirgeyi, kamuoyuna açık şekilde yetkili devlet makamlarına (Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, Siyasi Parti Genel Başkanları) sunmalıdır. Bu bildirgede, Başkanlık rejimi ile ilgili kimi maddeler dışında 1982 Anayasası'nın tüm hükümlerinin yürürlükte olduğu, Türkiye'nin güçler ayrılığına dayalı demokratik, laik bir hukuk devleti olduğu, Anayasa Mahkemesi kararları ile AİHM kararlarının bağlayıcı olduğu ve hiçbir mahkemenin AYM kararlarını tanımam demeye hakkı ve yetkisi olmadığı açıklanmalıdır. Keza, hiçbir organ, makam, merci veya kişinin yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremeyeceği; genelge gönderemeyeceği, tavsiye ve telkinde bulunamayacağı açık ve kesin biçimde anlatılmalıdır. Dolaylı ya da dolaysız olarak mahkemelere sözel talimat verme alışkanlığına son verilmeli... Kesinleşmiş mahkeme kararı olmadan hiç kimsenin önceden suçlu ilan edilemeyeceği belirtilmelidir. Ayrıca ceza davalarında somut verilerin esas alınması ve olay bazında yorum yapılarak suç ve suçlu oluşturma yöntemi mutlaka terk edilmelidir.
Bu temel ilkelere aykırı davranışların suç olduğu ve bu suçları işleyenlerin, 3-10 yıl süre ile cezalandırılacaklarını öngören bir kanunun çıkarılması talep edilmelidir.
Yüksek Mahkemenin TBMM'de okunacak bu bildirgesi Türkiye'nin hukuk devleti normlarına kavuşmasında büyük yarar sağlayacağı yadsınamayacak kadar açıktır.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
12.01.2021
2.09.2020
8.07.2020
18.06.2020
1.05.2020
3.01.2020
2.02.2019
25.09.2019
2.05.2019
3.02.2019