Yıldıray OĞUR
Afrin’in neden Türkiye’nin güvenliği için kritik olduğunu ve neden oraya askeri operasyon yapıldığını anlamak için uzun uzun analizlere gerek yok, haritaya bakmak yeterli.
Türkiye’nin içine doğru uzayan bir bölge, 40 yıldır Türkiye ile savaş halinde olan bir terör örgütünün elinde. Ve o örgüt, Suriye’deki iktidar boşluğu, büyük devletlerle kurduğu ittifaklarla elde ettiği otonomi ve Türkiye şehirlerini vurabilecek menzildeki ağır silahlarla kalıcı olacak bu bölgeye yerleşiyor.
Oradakilerin PYD, YPG olduğu, onların Türkiye ile bir sorunu olmadığı, oradan Türkiye’ye dönük bir tehdit, saldırı gelmediği gibi tezlere Türkiye de müşteri bulmak zor.
Türkiye’nin şehirlerinin ortasında otobüs bekleyen, maçtan, okuldan, işten çıkan insanların arasına tonlarca patlayıcı yüklü araçlarla dalıp, katliamlar yapmış canlı bombaların fotoğraflarının dahi dev posterlere basılıp binalara asıldığı, PKK’nın uğruna Türkiye’deki çözüm sürecini harcadığı bir ütopya bölgesinden bahsediyoruz.
Harita ve fotoğraf bu kadar açık olduğu için dünyada Türkiye’nin Zeytin Dalı operasyonuna yüksek perdeden karşı çıkan kimse olmadı.
Hatta İngiltere, ve Almanya’dan açık destek mesajları geldi, BM’yi acil toplantıya çağıran Fransa’yı da herhalde uyardılar, onlara da geri adım attırdılar.
Bütün dünyanın anlayışla karşıladığı böyle bir güvenlik harekatına karşı otomatik pilot “savaşa hayır” pozisyonun da ahlaki, mantıklı bir zemini o yüzden yok.
Ama sahada bu haklı güvenlik operasyonu sürerken, cephe gerisinde yapılanlar başka güvenlik zaaflarının açılmasına neden olmamalı.
Birincisi; en başından itibaren bu operasyonun hedefinde Afrinlilerin, Kürtlerin değil, PKK’nın olduğu ile ilgili yapılan vurgular, açıklamalar önemliydi.
Ama bu açıklamaların ikna edici olması için “Kızıl Elma” “Afrin’i yerle bir etme” jargonundan da vazgeçmek gerek.
Çünkü orada sadece PKK’lılar yok, Osmanlı ordusunun “Kızıl Elma”ları için savaşmış insanların torunları da var.
Suriyeli Kürtler, dediğimizde Haçlı Seferleri’ne karşı Selahaddin’in en güvendiği, İran ve Şii tehdidine karşı Yavuz Sultan Selim’in arkasını dayadığı, 19. Yüzyılda Hicaz yollarını korumak için Abdülhamit’in oraya yerleştirdiği yani yüzyıllar boyunca Kudüs’ün, Şam’ın, Mekke’nin ve Anadolu’nun güvenliği için de orada var olmuş insanlardan bahsediyoruz.
Ve tabii Cumhuriyet’in laik ve milliyetçi politikalarına karşı isyan edip, isyanlar bastırılınca oralara göç etmiş Türkiye cumhuriyetinin eski vatandaşlarından da bahsediyoruz. Suriye’nin yıllarca Kürtlere kimlik vermemesinin sebebi de buydu onların zaten bir kimliği olmasıydı zaten.
Her ne kadar Suriye’den çok Türkiye siyasetine yüzleri dönük olduğu için PKK’nın da erken vakitlerde örgütlendiği ve taban bulduğu bir bölge olsa da PKK’nın disütopyalarıyla taban tabana zıt hayat tarzlarına, dünya görüşüne sahip insanlar Suriyeli Kürtler.
Bu yüzden Afrin, Suriyeli Kürtler, Kürt koridoru derken binlerce yıldır birlikte yaşadığımız, ABD, Rusya, Esad hatta PKK gittikten sonra da birlikte yaşamaya devam edeceğimiz insanlardan bahsettiğimizi unutmadan, gönül kırmadan konuşmak gerek.
İkinci olarak, unutulmamalı ki dünyanın her yerinde devletlerinin benzer savaş kararlarını, askeri operasyonlarını eleştiren, haklı ya da haksız “Savaşa Hayır” pozisyonu alan insanlar, gruplar olur, olmuştur. “Savaşa hayır” demek her zaman ahlaklı pozisyonu da temsil etmez. Örneğin ABD’nin İkinci Dünya Savaşı’na girmemesi için “Savaşa Hayır” pankartlarıyla gösteriler düzenleyen Amerikalı pasifistler, katkıları olan o zaman kaybında ölen, yakılan insanların akıbetlerinden de sorumlu olmuştu.
Benzetmek ve kıyaslamak mümkün olmasa da ABD, İngiltere, 11 Eylül terör saldırısını gerekçe göstererek, Afganistan’ı, Irak’ı işgal ederken, New York’ta, Londra’da yüzbinlerce insan savaşa karşı gösteri düzenliyor, gazeteler yazılar yazıyor, entelektüeller bildiriler imzalıyordu. İsrail Gazze’ye Lübnan’a operasyonlar düzenlerken de İsrailli, savaş karşıtları Tel Aviv’de eylemler düzenleyebiliyordu.
Çok uzağa gitmeye gerek yok, cumhuriyet tarihinin en büyük askeri harekatı olan Kıbrıs Harekatı sırasında, başta Aydınlık hareketi olmak üzere bazı sol gruplar “İşgale nihayet, Kıbrıs’a hürriyet” sloganıyla eylemler düzenlemiş, bildiriler dağıtmış ve Türkiye’nin Kıbrıs harekatına karşı çıkmışlardı.
O yüzden bugün de samimi ya da değil, hoşumuza gidiyor ya da gitmiyor demeden medeni ve demokratik sınırlar içinde (tweet atarak, bildiri yayınlayarak, yazı yazarak ya da toplantılar düzenleyerek) bu operasyona karşı çıkan, sonucu değiştirmeyecek bu eleştirileri dillendiren insanların gözaltına alınması Türkiye’nin demokratik standartlarını düşürmekten başka bir işe yaramaz.
Bu sadece PKK’nın dünyaya ve Türkiye’deki tabanına “Türkiye’de meşru demokratik yollarla siyaset yapmak mümkün değil, o yüzden silahlı mücadeleden başka yol yok” propagandasına devam etmesine yardım eder.
Üçüncü olarak; unutulmamalı ki 40 yıldır dağlardan başka hiçbir yerde alan hakimiyeti kuramamış bir terör örgüt PKK. Bu yüzden 2011’den sonra Suriye’de elde etmeye başladığı ve “Rojava Devrimi” diye üzerine destanlar, teoriler yazdığı şehir hakimiyeti onun için her şeyden daha önemli.
Bu uğurda PKK, çözüm sürecine de ayak sürdü ve sonunda da “askeri barajlar” deyip süreçten tekrar savaşa çıkacak bir yol buldu.
Çünkü dağdaki bir PKK’lı komutan için çözüm sürecinin vereceği meşru siyasi faaliyet hakkı, Suriye’de bir ütopya devletçiği, dünyayla doğrudan ilişkiler kurarak yönetmenin yanında çok kıymetsiz görünüyordu. Ancak Suriye’dekine benzer bir özerklik ona cazip göründüğü için de sonunda şehirleri yıkıp geri çekildikleri hendek savaşını başlattılar.
Yani PKK, Türkiye’deki Kürtleri ve yıllardır elde ettiği kazanımları Suriye’deki devletçiği için harcamaktan çekinmedi.
Harcadıkları listesinin birinci sırasında da HDP geliyordu.
Çözüm süreci perspektifiyle kurulan HDP, tekrar savaş politikasına dönülünce sadece devlet için değil PKK için de ortada ve anlamsız kalıverdi.
PKK, HDP’li vekilleri o yüzden cepheye sürerek kriminalize etmekten çekinmedi. Ayrıca Meclis’te grubu olan HDP’nin varlığı, PKK için Kürtleri yeniden savaşa ve silahlı yollarla ikna etmenin önünde bir engel haline geldi.
Herhalde bunun için HDP’ye, hepsi toplansa bir Kürt düğününde halay halkası kuramayacak marjinal sol hareketlerden zayıf genel başkanlar bulunuyor
O yüzden bugün Türkiye’de meşru siyaset alanını özenle korumak, Suriye’de silahla elde ettiği kazanımlardan başka gözü hiç bir şey görmeyen PKK’ya karşı elimizdeki en yerli ve etkili silahımız.
Türkiye’nin, içeride başarıyla uygulanan PKK’yı askeri olarak bitirme politikası dışında herhangi bir Kürt politikası kalıp kalmadığını bilmiyoruz.
Ama tutuklama, göz altılara rağmen ısrarla HDP’nin Meclis’te varlığının korunması eski politikalardan geriye kalmış bir nüve olarak okunabilir.
Yoksa PKK’nın Suriye’deki partisi PYD’nin Suriye ilgili toplantılara katılmasına karşı çıkarken, herhalde muhataplarımızdan karşı argüman olarak PKK’nın Türkiye’deki partisinin bizim Meclis’imizde olduğu hatırlatmaları geliyordur.
Ve son olarak; 1995 tecrübesini unutmamak gerekir.
PKK, 1993’te MGK’dan af kararının bile çıktığı bir çözüm sürecini ve ateşkesi bitirip Türkiye’de özerk yönetimler ilan etmiş, şehir savaşları yapmış, yenilmiş, ardından çok ciddi askeri operasyonlarla Türkiye içinde bitirilmiş, DEP’li vekiller tutuklanmış, ardından Barzani ile ortak sınır ötesi operasyonla Kuzey Irak’ta da ağır bir yenilgiye uğratılmıştı. Ama “PKK bitti” denirken 1995 seçimlerinde HADEP 1 milyon 200 bin oy alıp herkesi şaşırtmıştı.
Tabii ki şartlar değişti, artık 90’ların devleti yok, inkar politikaları yok ama eğer ortak bir gelecek tahayyülü inşa edilemezse, meşru siyaset alanı tıkanırsa, bölgede komşumuz olan Kürtlerle müzakere edilecek açık kapılar bırakılmazsa bu kısır döngüden çıkamayız.
Kızıl Elma çoşkusu içinde bütün bunlar belki eski, bayat, fikirler, denenmiş ama başarısız olmuş yöntemler gibi gelebilir.
Konuşmayalım, zaten konuşamayı da beceremiyoruz ama birilerinin aklında tutmaya devam etmesinde fayda var. Belki bir gün yine ihtiyaç olur...
Yazarlar
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları









































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
24.12.2025
23.12.2025
17.12.2025
15.12.2025
10.12.2025
9.12.2025
6.12.2025
3.12.2025
1.12.2025
24.11.2025