Zekeriya Kurşun
Son bir yıldır hep Katar konuşuyoruz. Katar, ABD Başkanı’nın Suudi Arabistan’ı ziyareti akabinde yaktığı yeşil ışık ile Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin (BAE) başlattığı abluka sebebiyle gündemimize girdi. Hatta daha önce gündemde olan askeri üs de bu tarihten sonra zorunluluk haline gelerek eski anlaşma aktif hale getirildi ve Türkiye yüz yıl sonra bölgede ilk askeri üssünü açtı.
Bu sefer, ABD Başkanı’nın Türkiye’ye karşı açtığı ekonomik ve psikolojik savaş üzerine Katar tekrar gündemimize girdi. Zira Katar Emiri destek olmak maksadıyla bizzat Türkiye’ye geldiği gibi, açıkladığı 15 milyar dolarlık yatırım programı ile de piyasalara can suyu oldu.
TARİHİ DERİNLİK
Aslında bu gelişmelerden bağımsız yıllar öce Katar’ın öneminden bahseden yazılar ve kitaplar yazmıştım. İddiam oydu ki; Katar Türkiye’nin tarihi derinliğini temsil eder. Önemi yüzölçümü ve nüfusundan bağımsız olarak dikkate alınması gereken bir coğrafyadır. Nitekim gelişmeler de bunu doğrulamaktadır.
Aslında Katar Türkiye için önemli olduğu kadar, Türkiye de Katar için hayati önemi hâizdir. Barış zamanlarında dikkati çekmeyen bu karşılıklı bağımlılık, sorunlu zamanlarda kendini göstermekte, daha doğrusu icbar etmektedir. Bu mecburiyet, Körfez’in jeopolitiği ve Katar’ın bir devlet olarak ortaya çıkma süreci ve halen varlığını sürdürebilmesi ile alakalıdır. Tarih, Türkiye’nin Katar’ın yanında durmasını icbar ettiği kadar, Katar’ın da Türkiye ile dayanışmasını zorunlu kılmaktadır.
Katar devletinin ortaya çıkış serüvenini uzun uzun anlatmayacağım. Ama bugün yaşanan dayanışmanın anlaşılmasına katkı sağlayacak tarihi bir anekdotu sizlerle paylaşacağım.
Osmanlı Devleti’nin Katar ile ilgilenmesi 16. yüzyılın ortalarına, yani Suudi Arabistan’ın doğusunda Lahsa Beylerbeyliğini kurduğu tarihe kadar geriye gider. Ancak 19. yüzyılın uluslararası şartları şimdiki ailenin yönettiği Katar ile daha çok ilgilenmesini gerektirir. Mısır’ın Fransızlar tarafından işgali akabinde fırsat yakalayan İngilizler, uzun zamandır ticari ilişkiler içinde oldukları Basra Körfezi’nde fiilen var olmak için girişimde bulunurlar. Bu maksatla, Umman’dan başlayarak, bugünkü BAE’yi oluşturan şeyhlikler ve nihayet Osmanlı idare merkezine yakın olan Bahreyn şeyhleri ile ilişkiler kurarlar. Bu ilişkiler kimi zaman ikna ama çoğunlukla zorla veya ticaret savaşlarıyla yapılır. Bu şeyhlikler arasında İngilizlerin ikna edemediği emirlerden birisi Katar Emirinin dedesidir. Nitekim 1871 yılından sonra Katar, onun elinde bir Osmanlı kaymakamlığı olarak teşkilatlandırılarak kale ve burçlarına Osmanlı bayrağı asılacak ve Osmanlı askeri yerleştirilecektir.
Katar’ın hemen burnu dibinde Bahreyn’de fiilen nüfuz kuran ve emirlerini istediği gibi değiştiren İngiltere bu durumdan rahatsızdır. Osmanlı Devleti’nin Katar’daki varlığına itiraz eder. Aile içi çekişmeleri kışkırtır. Hatta civardaki rakip emirlikleri (özellikle Abu Dabi Emirliğini) Katar Kaymakamı Şeyh Casim b. Sani’ye (Emir Temim’in dedesi) karşı kışkırtır. Bu detaylar oldukça uzundur, girmemeyeyim. Ama size, bugün ABD’nin Türkiye’ye karşı sürdürdüğü ticaret savaşının adeta kuluçkası sayılacak bir olayı anlatayım.
KATAR’DA İNGİLİZ TİCARET SAVAŞLARI
Katar Emiri’nin dedesi Şeyh Casim b. Sani bir taraftan Osmanlı devletini temsil ederken diğer taraftan da Körfez inci ticaretinde söz sahibidir. O tarihlerde inci ticaretinin bugünkü petrol ticareti kadar önemi vardır. Aynı sahada İngiliz Hindistan hükümetine bağlı bazı tüccarlar da faaliyet göstermektedirler. Tabii olarak bunlar Şeyh Casim ile iş yaparlar, hatta kimi işlerde ortaklık kurarlar. Asıl sorun da bundan sonra başlar. İngilizlerin teşviki ile iki taraf arasında bazı anlaşmazlıklar ortaya çıkar. Bunun üzerine İngilizler, kendi tüccarlarının menfaatlerini korumak adına bölgeye askeri bir gemi göndererek Şeyh Casim’e zorla senetler imzalattıkları gibi, meseleyi İngiliz mahkemelerine taşımak isterler. Maksatları açıktır. Sözde sorunu kendi kurallarına göre çözerek, Şeyh Casim’in Osmanlı Devleti ile olan ilişkisini kesip, himayelerine almak ve Osmanlı Devleti’ne Körfez’de büyük bir darbe indirmektir.
Hikayenin devamını, adı ortadan kaldırılan Osmanlı Arşivleri’ndeki yazışmalardan takip edelim:
Şeyh Casim 3 Kasım 1887 tarihinde II. Abdülhamid’e ulaştırılmak üzere Necid Mutasarrıflığı’na yazdığı yazıda özetle şunları söylüyordu:
“Her zaman Osmanlı Devleti’nin emirlerine boyun eğmiş olduğum, Allah ve Müslüman kulları nezdinde bilinmektedir. Ecnebiler (İngilizler) bu sadakatimden rahatsız olup, daima düşmanlıklarını göstermektedirler. Geçenlerde İngilizler zorla 8000 rupi paramı gasp etmişlerdir. Ayrıca sebepsiz bir şekilde mallarım haczedilerek beş bin rupi zarar vermişlerdir. Bunlar, benim Osmanlı tâbiyetinde bulunmam ve memleketimin Osmanlı himayesinde olmasını çıkarlarına aykırı gören İngilizler tarafından yapılmıştır.”
Şeyh Casim mektubunun devamında; hukukunun korunmasını ve gerekiyorsa meselenin Osmanlı mahkemelerinde çözümlenmesini istemektedir. Nitekim bu mektubu İstanbul’a gönderen Basra Valisi de şu ifadelere yer vermektedir:
“Şeyh Casim’e bu gaddarlığın yapılması, Şeyh’in Osmanlı Devleti’ne bağlılığındandır. Kendisi bu zulümler ile bezdirilmek ve İngiltere’ye boyun eğmeye mecbur edilmek istenmektedir.” Vali, yazısının devamında “bir Osmanlı memuruna ve vatandaşına uygulanan bu haksızlıkların devletler hukukuna ve anlaşmalara da aykırı olduğunu” ilave eder. Osmanlı Devleti meseleyi bizzat Basra Valisi Nafiz Paşanın takip etmesini ister. Hariciye nezareti de İngiltere nezdinde gereken protestoları yapar ve sorunun Şeyh Casim’in lehinde çözülmesini sağlar. Ardından sadakatine binaen Şeyh Casim de bir rütbe ile ödüllendirilir.
Aslında tarih içinde Körfez’de buna benzer hadiseler pek çok kere yaşanmıştır. Her seferinde Osmanlı Devleti’nin gösterdiği refleks Katar’ı bir devlet olmaya taşımıştır. Katar, geçmişte olduğu gibi şimdi de Türkiye ile dayanışmanın ne anlama geldiğini çok iyi bilmektedir, Bunun için egemenliği sürekli tehdit altında bulunan Katar ve ekonomisi saldırılara açık Türkiye bu karşılıklı bağımlılığı muhafaza etmek mecburiyetindedirler.
Tüm İslâm âleminin Kurban Bayramı’nı kutluyor hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Yazarlar
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları












































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
1.02.2019
18.03.2019
18.02.2019
4.02.2019
10.01.2019
3.02.2019
17.12.2018
22.11.2018
12.11.2018
18.10.2018