Barış Soydan
Haftaya makro ekonomik veri yağmuruyla başladık: Pazartesi üçüncü çeyrek ekonomik büyümesi, Salı Kasım ayı enflasyon oranı açıklandı. Özet: Büyüme yerinde sayıyor, enflasyon yeniden yükseliyor. Futbol deyimiyle artık önümüzdeki maçlara bakacağız; ekonomi içinde bulunduğumuz son çeyrekte ne kadar büyüyecek, Merkez Bankası Aralık ayında kaç puan faiz indirecek, enflasyondaki yükseliş nereye kadar sürecek? Bundan sonraki gündemimiz bu… Genel beklenti, içinde bulunduğumuz son çeyrekte ekonominin yüzde 4-5 oranında büyüyeceği ama buna paralel olarak makro ekonomik dengesizliklerin, en başta da cari açığın artacağı; Merkez Bankası’nın 12 Aralık’ta Erdoğan’ın sözünden çıkmayıp faizi 1 veya 2 puan indireceği; enflasyonun yüzde 10-15 arasındaki bantta dalgalanacağı yönünde. (Tabii Türkiye İstatistik Kurumu şapkadan yeni tavşanlar çıkarmazsa.)
Bugün, makro ekonomide sıcak gündemin geride kalmış olmasından yararlanarak daha derinlerde yatan bir meseleye bakalım: Türkiye’nin tek adam kültürüne.
İş dünyasından Türkiye’nin demokrasiden giderek uzaklaşmasına dair pek bir eleştiri duyulmaması, patronlar ve CEO’ların Erdoğan’dan hoşnut olduğunu anlamına gelmiyor. Özellikle yurtdışı görmüş, Amerika’da, Avrupa’da eğitim almış ikinci, üçüncü kuşak patronlar ve CEO’ları Türkiye’nin demokrasiden uzaklaşmasından rahatsızlar. Servetini iktidara ve kamu ihalelerine borçlu olanlar dışındakilerin birçoğu Türkiye’de Avrupa standartlarında demokrasi görmek istiyor. Kapalı kapılar ardında sorduğunuzda, hatta bazıları sormanıza bile gerek kalmadan, Türkiye’nin demokrasi sicilinden dert yanmaya başlıyorlar...
Acaba bunda ne kadar samimiler?
Son dönemde kamuoyunda tanınan bazı patronlar ve CEO’larla ilgili şaşırtıcı iddialar duydum. Ünlü bir banka genel müdürünün toplantılarda yardımcılarına ağza alınmayacak galiz küfürler yağdırdığı, Türkiye’nin en büyük şehirlerinden birinin ticaret odasını uzun yıllar yönetmiş bir başkanın, danışmanlığını yapan, yaşı kendisinden büyük profesörlerin suratlarına dosya fırlattığı, onları çocuk gibi azarladığı, başka bir banka genel müdürünün, hem de kadın olduğu için el üzerinde tutulan birisinin, çalışanlara kan kusturduğu, yüzlerce çalışanı sudan sebeplere kapının önüne koyduğu, doğum iznine ayrılanları bile yasal haklarına, gözünün yaşına bakmadan işten çıkardığı...
Türkiye, demokrasinin asırlar süren mücadelelerle kazanıldığı, lordlar ve kontların temel demokratik hakları içeren Magna Carta belgesini krala zorla dayattığı bir geçmişten değil, Osmanlı’dan geliyor. İslamcılar haklı, Osmanlı’nın torunlarıyız. Her anlamda! En iyi eğitimlimizin bile sahibi veya müdürü olduğu firmayı tek adam kültürüyle, demir yumrukla yönetmesinin, demokrasiden, eleştiriden hoşlanmamasının, farklı fikirleri boğmasının başka nasıl bir açıklaması olabilir?
Sadece patronlar ve CEO’lar mı? Diğer meslekler, yöneticiler farklı mı? Medya ağır bir saldırı altında olduğu için birbirimize olan eleştirilerimizi erteledik ama unutmadık. Ünlü bir genel yayın yönetmeninin, hem de demokrasi mücadelesinde en ön saflarda yer alan birinin yazı işleri toplantılarında ağza alınmayacak küfürler savurduğunu, birlikte çalıştığı gazetecilere böcekler gibi davrandığını bilmiyor muyuz mesela?
Türkiye’nin en büyük iş örgütlerinden birinin uzun yıllar başkanlığını yapmış bir işadamı geçenlerde bana şöyle dedi: "Herkes şu anda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı tek adamlıkla eleştiriyor. Oysa bu eleştiriyi dile getirilerin birçoğu kendi çevrelerinde çok daha fazla tek adam. Toplum neyse, lideri de odur. Su değil ki, yukarıdan aşağıya doğru akıtalım. Bunun aşağıdan yukarıya yapılanması gerekiyor."
Aynen dediği gibi, "Toplum neyse lideri de odur." Yalan mı? Önüne gelene ağza alınmayacak küfürler yağdıranların, başkalarının fikirlerine saygı duymayanların, küçücük bir eleştiri getireni kapının önüne koyanların, çalışanlara böcek muamelesi yapanların, özetle Tanrı’nın şirketteki gölgelerinin Erdoğan’ı eleştirmeye hakkı var mı?
Şirketlerdeki anti-demokratik kültür ancak bilinçli bir çabayla geriletilebilir. Bunun örneğini yıllar önce Amerika'da görmüştüm. O tarihte Newsweek’in Türkiye’deki yöneticilerinden biri olarak derginin Amerika’daki merkezini ziyaret ederek yazı işleri toplantısına katıldım. Türkiye’de müdürün one-man show’una sahne olan yönetim toplantılarından farklı olarak her kafadan sesin çıktığı bir toplantıydı. Toplantıyı yöneten kişi Türkiye’de alışık olduğumuz şekilde masanın başına değil, ortasına oturmuştu. Havada bir sürü fikir uçuşuyor, toplantıyı yöneten adam başkalarının sözünü kesmeden, yapılan önerileri not alıyordu. Amerikan şirketlerinin bir yandan yönetim kademelerinde siyahlara, kadınlara daha çok yer açtığı, bir yandan da aşağı kademedelerdekilerin karar süreçlerine katılımını artırmaya çalıştığı günlerdi... Benim katıldığım toplantıdaki demokratik havanın sebebi de buydu.
Ama yetmez! Tek adam kültürünü kırmak, şirketlere demokrasiyi getirebilmek için Türkiye’de daha radikal önlemler lazım. Seçime giden İngiltere’de İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn’in en büyük vaatlerinden biri, şirket yönetim kurullarının üçte birinin çalışanlardan oluşmasını sağlamak. Oran tartışılabilir ama şirketlerdeki tek adam kültürünü kırmak için Türkiye’de de benzeri bir reform gerekiyor.
O güne kadar patronlar ve CEO’lar aynaya bakıp Erdoğan’dan ne farklarının olduğunu kendilerine sormalı.
Yazarlar
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖzgür Özel’in özgül ağırlığı 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarVatandaşlık tanımı değişmeli mi? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİltica ve mülteciler 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİyi yönetim üzerine düşünceler 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUİslam Dünyası’nın kayıp yılları… 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKendi halkına cihad ilan etmiş bir Diyanet İşleri Başkanı 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURNetanyahu’nun üstadının yolu İstanbul’a nasıl düşmüştü? 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasCHP artık iktidar alternatifi mi 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGazze’nin tarihe düştüğü kayıt, dünyaya verdiği ders 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet barış sürecinde yer alacak mı? 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezKuznets Eğrisi Hipotezi ve Türkiye 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERPatrona hediye gibi kanun, işçiye erteleme 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCan Atalay 'komisyon' üyesi olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Türkiye’yi Sarsan Bir Yıl… 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGECibuti Başkonsolosu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer Tahincioğluİnsanlığa karşı suç için “Hitler” kriteri: Bombayla öldürülen, yaralanan insanlar “mağdur” sayılmadı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYeni çözüm süreci 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRHer yangın yeni ihale demek... Beslenme sırası felaket tüccarlarında: Tomruğa hücum! 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Terörsüz Türkiye (!!!)” Komisyonu aritmetiği ve CHP 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
14.06.2022
11.05.2022
7.03.2022
17.02.2022
7.02.2022
18.11.2021
15.11.2021
8.11.2021
2.11.2021
25.10.2021