Erol KATIRCIOĞLU
Son günlerde medyada, kuruluşundan önce ve sonrasında HDP’yle ilgili eleştirel birçok yazı okuduk. Kimileri bu adımı “Marjinal solcuların Kürtler üzerinden varolma gayreti” olarak değerlendirirken kimileri de yeni bir “Öcalan production” olarak değerlendirdi. Kimileri de HDP’yi, kurulurken ölmüş bir “ölü doğum” girişimi olarak görmeyi yeğledi. (Yalçın Akdoğan, Murat Aksoy ve Mahmut Öğür’ün yazıları)
HDP’nin neden ve niçin kurulduğu gibi soruların yanıtları, sanırım “Kürt siyasetinin Türkiyelileşmesi” ihtiyacında yatıyor. Bildiğim kadarıyla Kürt siyaseti içinde bu ihtiyacı ilk ifade eden de, BDP’nin dışında bu amaç doğrultusunda yeni bir partileşme öneren de Abdullah Öcalan. HDP’yi kuranların da topluma deklare ettikleri temel amaç da bu. Yani Kürt siyaseti, yalnızca Kürtler için bir demokrasi talebinde bulunmak yerine Türkiye coğrafyasında yaşayan bütün kimlikler için bir demokrasi talebinde bulunuyor. Bu nedenle de “herkes için demokrasi” şiarı bu partiyi kuranların ortak şiarı.
HDP’nin böyle bir ihtiyacı karşılayıp karşılamayacağını henüz bilmiyoruz. Ama açık olan bir şey varsa o da Kürt siyasetinin Türklere el uzatmaya çalışıyor olması. Denilebilir ki “Türkler” dediğin, neden sıradan insanlar değil de kendilerini şu ya da bu fraksiyonla tanımlamış ve çoğu “eskiyi” çağrıştıran solcular? Türkiyelileşme dediğin, bu “solcularla” nasıl sağlanacak?
Kimse kimsenin elini tutmuyor. Beğenelim beğenmeyelim Kürtlere ilk el veren insanlar bu insanlar. Bu insanların bu süreçte kendi kimliklerinin üzerine çıkıp daha radikal bir demokrasi mücadelesi içinde birlikte davranmaya devam edip edemeyeceklerini henüz bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey varsa o da bu insanların Kürtlerin çağrılarına el vererek önemli ve değerli bir adım attıkları.
Ama örneğin Yalçın Akdoğan böyle düşünmüyor. BDP’nin Türkiyelileşmesinin arzu edilen bir durum olduğunun altını çizerken, öte yandan “Özellikle mevcut açılım (yani HDP girişimi)BDP’yi Türkiyelileştirmiyor aksine marjinalleştiriyor” diyerek bu çabayı daha başlangıçta mahkum ediyor (BDP Çatlar mı? Star, 15 Ekim); ya da “HDP de BDP gibi kimlik siyaseti yapacaksa, çatışmacı bir dil kullanacaksa, emir kulu olacaksa, “küçük olsun benim olsun” yaklaşımını sürdürecekse, siyasi rekabeti savaş zannedecekse yeni bir partiye ne gerek var?” (HDP bir açılım mı, fiyasko mu? Star, 29 Ekim) diyerek bu yeni girişimi eleştiriyor.
Doğrusu bu eleştirileri okuyunca iktidarı oluşturan siyaset elitinin, sık sık tersini söyleseler de aslında Türkiye toplumuna ne kadar değmediklerini görerek şaşırmamak mümkün değil. BDP’ye ve HDP’ye getirdikleri birçok eleştirinin aslında kendileri için de geçerli olduğunu görmemeleri toplumumuzun ne kadar derin bir “kimlik siyaseti”nin içine batmış olduğunun da bir göstergesi.
“Türkiyelileşme”yi, bu coğrafyada yaşayan çok sayıda farklı kimliğin ortak bir paydada buluşması olarak tanımlarsak, İslami kimliğin ve onun temsilcisi konumundaki AKP’nin de Türkiyelileşmesinden söz etmemiz gerektiği açıktır. Üstelik İslami kimliğin daha çok sayıda insanı kapsıyor olması da onun tüm Türkiye olarak görülmesi için yeterli değildir.
Örneğin Başbakan’ın Ramazan günlerine denk gelen bir mitingde, mitinge gelenlere teşekkürlerini bildirirken, “Hepiniz oruç oruç bu sıcakta buraya geldiniz beni dinliyorsunuz, o nedenle de konuşmamı kısa tutacağım” dediğinde, gelenlerin arasında gayrı Müslümlerin ya da ateistlerin olmayacağını nasıl varsayabiliyor?
Ya da, aynı şekilde bir konuşmasında Hz. Muhammet’den sözederken “Sevgili Peygamberimiz” ifadesini kullanırken, dinleyicilerinden bazılarının “Sevgili Peygamberinin” Hz. İsa ya da Hz. Musa olması ihtimali neden aklına hiç gelmiyor?
Ya da, tam da kimsenin yaşam tarzına karışmadıklarını söylerken “Kimin neyine karıştık? Aksırıncaya, tıksırıncaya kadar içiyorlar” sözünde kendi yaşam tarzının dışındakilerini aşağıladığının nasıl farkına varmıyor?
Ya da bir söyleşide “Alkol alan, bir kadeh bile alsa alkoliktir!” derken, yaşam tarzı içinde alkol almak olan insanları ötekileştirmiş olduğunun nasıl farkına varmıyor?
Son olarak birkaç gün önce yine bir konuşmasında, “Hatta hatta ateistin de hukukunu koruyacağız dedik, yola böyle çıktık” derken, bu cümledeki “hatta hatta”nın neyi ifade ettiğini neden hiç düşünmüyor?
Bütün bu ve buna benzer soruların tek bir cevabı var. Başbakan Erdoğan farkında olarak ya da olmayarak kendi kimliği olan “İslami kimliğin” içinden bir “kimlik siyaseti” yapıyor. O nedenle de bir türlü “Herkesin Başbakanı” olamıyor. Yani toplumdaki tüm kesimlerin demokrasi taleplerini değil, yalnızca kendisinin de içinde olduğu İslami kesimin taleplerini yerine getirmeye yönelik bir siyaset yapıyor. Yani, eğer“Türkiyelileşme”yi, bu coğrafyada yaşayan çok sayıda farklı kimliğin ortak bir paydada buluşması olarak tanımlarsak, İslami kimliğin ve onun temsilcisi konumundaki AKP’nin de Türkiyelileşmesi gerektiği çok açık. O nedenle de eğer yaratıcı bir tartışma yapacaksak Türkiye toplumunun, Osmanlı bakiyesi bir toplum olarak daha henüz Türkiyeleşememiş bir toplum olduğunu ve var olan demokrasinin de artık geçmişte kalması gereken bir “kimlikler demokrasisi” olduğunu konuşmamız gerekiyor.
Tabii ihtiyacımızın, çok kimlikli, katılımcı, kapsayıcı yeni bir demokrasi olduğunu da…
Yazarlar
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet barış sürecinde yer alacak mı? 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasCHP artık iktidar alternatifi mi 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGazze’nin tarihe düştüğü kayıt, dünyaya verdiği ders 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURNetanyahu’nun üstadının yolu İstanbul’a nasıl düşmüştü? 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKendi halkına cihad ilan etmiş bir Diyanet İşleri Başkanı 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCan Atalay 'komisyon' üyesi olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuKomisyon ve SDG… 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer Tahincioğluİnsanlığa karşı suç için “Hitler” kriteri: Bombayla öldürülen, yaralanan insanlar “mağdur” sayılmadı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRHer yangın yeni ihale demek... Beslenme sırası felaket tüccarlarında: Tomruğa hücum! 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Türkiye’yi Sarsan Bir Yıl… 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYeni çözüm süreci 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGECibuti Başkonsolosu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Terörsüz Türkiye (!!!)” Komisyonu aritmetiği ve CHP 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilNeden gelişmiş bir ülke değiliz? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERPatrona hediye gibi kanun, işçiye erteleme 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezKuznets Eğrisi Hipotezi ve Türkiye 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDört Tarz-ı Siyaset 31.07.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKomisyon oturumları canlı yayınlansın 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUN“Siz de Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?” 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİOrmanlarımızı kim mi yakıyor? 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
23.07.2025
19.06.2025
29.05.2025
21.05.2025
13.05.2025
1.04.2025
6.03.2025
20.02.2025
12.02.2025
5.02.2025