Umur TALU

Kötülük durur durur, seni de vurur!
29.07.2025
62
“Biz vazgeçersek bu ülke kaybedenlerin cenneti olmaya devam edecek! Biz vazgeçersek bu ülke yakınlarını arayanların ve adalet isteyenlerin cehennemi olmaya devam edecek!”

“Mağdurlar”ın “mazlum” sıfatıyla bir gün iktidar olup “mağrur ve zalim” olabildiği ülkede, “mağdurlar” katmerli “mazlum” oluyor. Ve asla bu hukuksuzlukların, bu acımasızlıkların, bu sorumsuzlukların, bu zulümlerin hesabını veren çıkmıyor.

Çünkü mağrurluk kibri besliyor, zulüm kinden de besleniyor. Oysa en azından, “çok günah!” Çünkü “kul hakkı” da, çünkü “kul hayatı” da eritiliyor, yok ediliyor.

Bu zincirleme kötülük-sorumsuzluk-pişkinlik silsilesi belki de “hızlı tren”le başlamıştı. Misal, 41 ölü öldüğüyle kalmış, “mucitler”den en sorumlu olması gereken şahıs, bu ülkede Başbakan ve Meclis Başkanı bile olmuştu. Katar katar yükünü almak da cabası! Sonrasında “kötülüğün pişkinliği” hızlı trenden de hızlı ve hızla çullandı zaten memleketin ve insanların üstüne.

Sonrasını artık o zaman çocuk olan gençler, genç olan yetişkinler, yetişkin olan yaşlılar da biliyor. Tabii arada hayatını madende, ormanda, atölyede, fabrikada, “koca, eski koca, sevgili, eski sevgili” cinayetlerinde kaybedenler, “şehitler ve etkisiz hale getirilenler”, büyüklerin ya da neredeyse yaşıtlarının elinde ölüme gidenler, misal otel yangınında kül ve duman olanlar, “deprem katliam”ında, sel felaketlerinde enkaza, suya, toza toprağa karışanlar hariç! İsterseniz katledilen ağaçlar ile hayvanların sessiz tanıklığını da ekleyiverin.

Yoksullaştırmanın sorumlusu, yok.

Tren kazasının, yok. Maden ve işyeri katliamlarının sorumlusu, yok.

Orman yangınlarının, ormanla mücadeledeki kaynaksızlık ve çaresizliğin, orman işçisi, itfaiyeci ya da gönüllü, alevlerin arasında yok olanların, yok. Orman işçilerinin eğitim merkezini kapatmaktan artık utanan da yok.

Kadınların hayatına kastetmiş şiddetli maço düzende, onları bir de İstanbul Sözleşmesi’nden mahrum bırakmanın bir sorumluluğu, yok. Şimdi “barış” derken onca “şehit ve insan kaybı”nın sorumluluğu, yok. 12 askeri bir mağaraya sürükleyenlerin, bir başka yerde adeta susuz bırakarak başka askerleri ölüme göndermenin sorumluluğu da yok, utancı da yok.

İmar aflarıyla birer tuzağa dönüştürülmüş konutlar ve devasa sitelerde on binlerce insanın katlinin siyasi ve vicdani sorumluluğu, yok.  Çocuklara cinsel istismarın bunca yaygınlaşabilmesinin sorumluluğu, yok. İlk eldeki sorumluları bile hoş görebilen bir “adalet”ten utanmak da yok.

Otel yangınında çoluk çocuk alev ve duman katliamında can vermiş onca insanın acısının gölgesinde bile, siyasi-bürokratik sorumluluk, yok. Neredeyse yataklarında ölenlere yatıyla turlayarak “nanik yapanlar”da utanmak da yok. Çünkü vatandaşın üzerine vergi yükü binip dururken, yatın vergisinin sıfırlanmasından utanmak da hiç yok.

Mağrurlar, zalimler, sorumsuzlar hep üstte… mağdurlar ise tekrar tekrar altta.

Çünkü hakkını arayan köylü, suçlu. Çünkü haklardan yana yazan-çizen suçlu. Çünkü hakları-hayatları ellerinden alınanların, gasp edilenlerin yanında olan avukat da genç de sokaktaki insan da suçlu. Çünkü evladı katledilen Berkin’in annesi, Minguzzi’nin annesi, bir de feryatlarından ötürü suçlu. Çünkü istismara uğrayan çocuk suçlu. Çünkü öldürülen, tehdit edilen kadın suçlu. Çünkü doğruyu yazmak suç, doğruyu söylemek suç, doğrular için mücadele etmek suç; yanlışları, haksızlıkları, zalimlikleri dile getirmek de suç.

Başımıza, başınıza, başa gelene kadar görmek istemediğimiz, umursamadığımız ne varsa, belki artık daha iyi hissedersiniz. Daha iyi hissedersiniz belki, Berfo Ana’nın bir darbenin yok ettiği evladından bir kemik arayışını. Daha iyi hissedersiniz, Asiye Doğan’ın ve o ölünce “Cumartesi Annesi” olan kocası Ramazan Doğan’ın, ölümlerine kadar 13 yaşında yok edilen evlatları Seyhan’ın bir kemiğini bulabilmek için kurban oluşunu. Daha iyi hissedersiniz belki, bir annenin, Emine Ocak’ın, oğlu Hasan’ın akıbetini öğrenebilmek, ondan bir DNA ile bir mezar yapabilmek, bir duasını ve bir maşrapa suyunu verebilmek için yıllarca sürdürdüğü mücadelesiyle, “kayıp peşinde” aramızdan kayıp gidişini.

O zaman, son sözü de Emine Ocak söylesin: “Biz vazgeçersek bu ülke kaybedenlerin cenneti olmaya devam edecek! Biz vazgeçersek bu ülke yakınlarını arayanların ve adalet isteyenlerin cehennemi olmaya devam edecek!”

Cehennemden bir cennet, bir cinnet düzeni işte!

Belki artık daha fazla kişi daha çok hissediyordur… Çünkü “kötülük” durur durur, seni de vurur!

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar