Erol KATIRCIOĞLU

Erol KATIRCIOĞLU
Erol KATIRCIOĞLU
Tüm Yazıları
Çözümün adı ‘demokrasi siyaseti’
29.08.2011
2551

Belirli ilişkiler içinde bir arada olan aktörler arasında bazen uyumsuzluklar çıkar. Birinin istediğini diğeri istemez, birinin sevdiğini diğeri sevmez vs. Eğer yapılacak iş birlikte yapılacaksa bu durumda ilişki kilitlenir. Kimse adım atamaz hale gelir. Ya da biri atarsa diğeri, diğeri de atarsa birlikte zarar görürler. Bu durum bir sektörde firmalar arasındaki ilişkilerde olduğu kadar, siyasi partiler arasında ya da ülkeler arasında da görülebilir. Bu gibi durumlarda zararı azaltmanın yolu aktörler arasında konuşmayı, tartışmayı açık tutarak kilitlenmiş ilişkiyi yeniden açmak ve ilişkilerin yeni bir dengeye doğru evrilmesini sağlamak. “Siyaset yapmak” dediğimiz eylem de budur aslında.

Bunları giriş cümleleri olarak yazmamın nedeni anlaşılabileceği gibi, gündemin en önemli konusu olan “Kürt sorunu” etrafındaki gelişmeler. Seçimin hemen sonrası yükselen iyimser hava, önce YSK’nın Hatip Dicle kararı, sonra yemin sıkıntısı ve arkasından Silvan’da öldürülen 13 askerle bozuldu. Sonrasında neredeyse her gün kayıplarla devam eden ilişkiler iki gün önce Çukurca’da 12 askerin öldürülmesi ve arkasından Kandil ve civarına yönelik askeri operasyonlarla Kürt sorununda iklim tamamen değişti. Şimdi topyekun savaştan, Tamil gerillarından, cehennemden, vurmaktan, kırmaktan ve temizlemekten söz eden bir dil ortaya çıktı. Türk ve Kürtler arasında ilişki kilitlendi. Muhtemelen hep birlikte yıkıma neden olabilecek adımlar da sırada.

Hata kaldırmayan süreçler

O zaman siyasete ihtiyacımız olduğu açık değil mi? Konuşmaya, tartışmaya ve böylelikle farklı talepler arasında yeni dengeler bulmaya çalışmak değil mi yapmamız gereken? Sanıldığının aksine şiddeti şiddetle sona erdirmek, sakıncalı gibi görünse de daha ileri bir demokrasiyi ortaya koymaktan daha etkili değildir. Aksine asıl etkili olan, şiddete neden olan farklılıkları konuşup tartışacağımız, yani siyaset yapacağımız bir atmosferdir. Kürt siyasetiyle ilgili olarak “Kürtler hata yapma hakkına sahipler, asıl Türkler bu sorunu çözmede sorumlu olan taraftır” diyenlerdenim. Bu düşüncemin temeli ise Kürt sorununda haklar çerçevesinde ‘asimetrik’ bir durumun olması. (Tıpkı başörtüsü konusunda “dindar” insanlarla vesayet rejimi arasındaki “asimetrik” durum gibi). Bir başka deyişle devleti yönetenler ‘Türkler’ (ya da Kürt olmayanlar) olduğuna göre sorunun asıl sorumlularının da onlar olduğunu ve çözme yükümlülüğünün de onlarda olduğunu söylemek istiyorum. Ama iş silaha ve şiddete gelince alınması gereken pozisyonun “simetrik” olması gerektiği açık. Açık çünkü mağdurun iktidar karşısındaki mağduriyeti en azından artık günümüzde şiddeti meşrulaştırabilecek bir gerekçe olamaz.

Bunun en açık kanıtı da günümüz dünyasında en sorunlu toplumsal yapılara sahip ülkelerde seçimlere katılım oranlarının yüksekliğidir. Günümüzün ulus devlet dünyasında azınlık olan, bu nedenle mağdur olan kesimler sorunlarının çözümü için sandığı keşfediyorlar ve seçimlere katılımı yükseltiyorlar. Türkiye dahil gelişmekte olan ülkelerin çoğunda seçimlere katılım oranlarının Batılı ülkelerdeki oranlardan hep daha yüksek olması da bu nedenle. Nitekim Türkiye’de “dindar” kesimler nasıl sandığı kullanarak başarılı oldularsa, bugün tüm Arap coğrafyasında görülen “daha fazla demokrasi” talebi de benzer bir ihtiyaç için gündemdedir.

Ulus devlet içindeki bu gelişmelerin iki sonucu var ve bunlar Kürt sorunuyla çok yakından ilgili. İlki, azınlıkların azınlık oluşundan dolayı kendi başlarına toplam durumu değiştiremeyeceklerine göre böyle bir dünyada siyaset yapmak iktidarlar karşısında kendi mağduriyetine benzer mağduriyetleri olanlarla birlikte bir ‘demokrasi siyaseti’ yapmayı gerektiriyor. Öcalan’ın da zaman zaman basına yansıyan görüşlerinden Kürt siyasi hareketinin “Türkiye siyaseti” yapması gerektiğine ait düşünceleri bu minvalde okunabilir. Nitekim Kürt siyasetinin son seçimlerde BDP dışındaki dindar Kürtleri, Süryanileri ve Türkiye solunu da kapsamaya çalışması böyle bir bakış açısının tezahürü olabilir. İkincisi, azınlıkların azınlık oluşundan dolayı kendi başlarına toplam durumu değiştiremeyecekleri gerçeği ile ulus devletin hala benimsediği bir mekanizma olarak “temsili demokrasi” mekanizması çelişmeye başlamıştır. Sorunların çözümünde diğer mağdurlarla siyaset yapma yönelişinde “temsili demokrasi”nin yararlı olmak yerine engelleyici işlev görmeye başlaması ‘doğrudan’ ve ‘daha katılımcı’ bir demokrasi talebini yükseltiyor.

Bugün Kürt siyasetinde ‘embriyo’ biçiminde görülen diğer mağdurlarla birlikte siyaset yapma (Blok siyaseti) ve bunun yanında doğrudan ve katılımcı bir demokrasi talebi (demokratik özerklik siyaseti) aslında Kürt siyasetinin henüz daha cesaretle üzerine gitmediği, gidemediği şiddet dışı siyaset yönelişleri olarak okunabilir. Dolayısıyla geldiğimiz noktada kilitlenmiş ilişkileri açmanın anahtarları yukarıda altını çizdiğimiz iki konu etrafında siyaset geliştirmeyi gerekli kılıyor. Tabii ki şu da söylenebilir. Azınlığın haklarını güvence altına alma mücadelesi ülkedeki demokrasinin niteliğine de bağlıdır. Eğer demokrasi otoriter bir nitelikteyse azınlık olanın içine kapanıp şiddet biriktirmesi kaçınılmaz olur. Yok eğer demokrasi liberal bir demokrasiyse, azınlık taleplerini yükseltmenin mümkün olduğu bir demokrasiyse azınlık siyasetinin de siyaseti daha demokratik bir siyaset olur. O nedenle de Kürt sorununu şiddetle çözmek yerine demokrasinin alanını genişletmek daha etkili bir yol olabilir. Yukarıda söylediklerimden bugün ortaya çıkmış şiddet alternatifinin karşısındaki alternatifin her iki kesim bakımından “demokrasi siyaseti” olması gerektiği ortada. Kürtler diğer hak talep eden mağdur kesimlerle birlikte daha fazla Türkiye siyaseti yaparak “doğrudan demokrasi” talebi etrafında bir siyasete, Hükümet de şiddet siyaseti yerine “daha ileri bir demokrasi” oluşturmak yönünde bir siyasete yönelmeli. Her iki yönelişin de bugünkü Türkiye ortamında “anayasa” meselesiyle yakından ilgili olduğu da ortada.

Şiddet ve siyaset denklemi

O zaman önümüzdeki günlerin şiddetin artacağı beklentisi içinde bir Türkiye oluşturmasını önlemek için, başta Hükümet olmak üzere Kürtlerin ve barıştan yana diğer mağdur kesimlerin her şey çok geç olmadan kendi siyasi pozisyonlarını yeniden düşünmeleri gerekiyor. Hükümetin, “misli gibi karşılık bulurlar” türünden şiddeti yükseltme potansiyeli taşıyan cümleler kurmaması ve tabii belki de her şeyden önemlisi Blok adına seçime girmiş milletvekillerinin bir an önce meclise gidip yemin edip “demokrasi siyasetinin” gereklerini yerine getirmek üzere siyaset yapmaya başlamaları gerekiyor.

Kürt sorunu olarak yaşadığımız sorun kadim bir sorun gibi dursa da aslında daha az şiddet içeren benzerlerinin bugün bütün dünyada yaşanmakta olduğunu söyleyebiliriz. Bugün göçmenlerin ve azınlıkların yarattığı Avrupa ulus devlet yapıları içindeki sıkıntılar da bizim başta Kürt meselemiz olmak üzere Alevi, Ermeni vs gibi meselelerimiz de benzer meseleler olarak görülebilir. O nedenle aslında tartıştığımız konu post-modern bir dünyada ulus devletler içinde farklılıklarla birlikte nasıl yaşanabileceği sorunudur. O nedenle de doğrudan “temsili demokrasi”nin değişmesine ilişkin talepleri ima eden bir tartışma konusudur. Eğer Türkiye’de bu tartışmalar şiddete bulanmasa ve siyaset yaparak kilitlenen ilişkileri kırma iradesi oluşturulsa yaratılacak demokrasinin diğer ülkeler için bile, bu kez gerçekten, örnek bir demokrasi olabilmesi mümkündür.

Bu hattın dışındaki yolları düşünmek bile ürkütücü.

[email protected]

Star Gazetesi/AÇIK GÖRÜŞ

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar