Hasan CEMAL
Bazı yazılar güçtür, kolay çıkmaz.
Zorlanırsın.
Masanda kendi başına yapayalnız kaldığında, belki ne yazayım değil de, nasıl yazayım diye düşünmeye başlarsın.
Haksızlık etmekten, kırmaktan, taşları yanlış yere koymaktan çekinirsin.
Kıvrantı uç verir iç dünyanda.
Bu yazı da biraz öyle.
Çünkü Cengiz Çandar hakkında.
Kırk yıllık kıymetli bir dost ve değerli bir meslektaşa dair satırların kolay çıkmayacağını biliyorum.
Onun gibi yazma kolaylığım da yok.
Ama yazmam gerektiğinin de farkındayım.
Sevgili Cengo bizim mesleğe veda etti.
Yüreğim burkuldu.
Son zamanlarda zaten yaşamakta olduğum yalnızlaşma duygusu daha da derinleşti.
Belki bencillik ama öyle.
Etraf tenhalaşıyor duygusu...
Cengo’nun mesleğe vedası beni hüzünlendirdi.
Ama sonra da, “Herkes hayat boyu gazetecilik yapacak, köşe yazacak ve her Allah’ın günü Erdoğan’ı eleştirecek değil ya” dedim kendi kendime...
Kırk yıllık dostluk, meslektaşlık.
Dile kolay.
Öylesine eski bir hukuk ki.
İşte bu hukukumuzdur, yıllar içindeki tüm iniş çıkışlara rağmen bizim dostluğumuzun kopmasını önleyen, pekişmesini sağlayan ve bugünlere taşıyan...
Sabah vakti bilgisayarın başına oturdum.
Kırk yılı düşünüyorum.
Hatıralar dipsiz bir kuyu gibi içine çekiyor beni. Hafızanın acımasızlığı belki de, neler neler çıkıyor suyun yüzüne...
Yıl 1969, 1970.
Ankara’da Adakale Sokak.
Darbe peşindeki Devrim dergisiyle, Maocu İşçi Köylü gazetesi aynı apartmanda, Türk Hukuk Kurumu’nun üst katında karşı karşıya dairelerde çıkıyor.
Cengiz Çandar bizim kapıdan kafasını uzatıp, “Ne haber karşı devrim?” diye bağırıyor muzip bir yüz ifadesiyle...
O, her zamanki gibi ‘hiç yanılmayan’ bir devrimci, ‘cuntacılık’la haşır neşir bizler ise ‘karşı devrimci’ydik tabii.
Kulağıma devrimci marşlar geliyor.
Pencereden bakıyorum.
İşçi Köylü satmak için Kızılay’a giden gençler, aralarında sevgiliTûba (Çandar)...
1981’de ben genel yayın müdürü olurken, sevgili Cengo daOrtadoğu’ya açılıyor.
Sanıyorum 1982 yılıydı.
İsrail, Lübnan’ı işgal etti.
Cengo Beyrut’a gitmek istedi.
Hem tehlikeliydi, hem de Cumhuriyet’in dar bütçesini aşıyordu.
Riskleri göze aldı. Karayolundan Suriye’ye geçti, oradan da bir taksiyle Beyrut’a girdi.
İlk röportajı telekste tıkırdamaya başladığında, dünyalar bizim olmuştu. Çünkü Cengo, İsrail işgali altındaki Beyrut’ta üç dört gazeteciden biriydi.
O gün Altan Abi de (Öymen) gazetedeydi. Birinci sayfayı olduğu gibi yıkmış, tam sayfa yapmıştık röportajı:
Cumhuriyet işgal altındaki Beyrut’ta,
Cengiz Çandar bildiriyor!
Mutluyduk, yalnız bizim basını değil, dünya basınını da atlatmıştık o gün...
Cengo’nun Beyrut röportajları iki üç hafta sürmüş ve bu sayede Cumhuriyet büyük tiraj almıştı.
Çok iyi röportajlardı.
O toprakları tarihiyle birlikte iyi bilen...
O toprakların insanlarını tanıyan, seven...
Belki daha önemlisi o toprakları, o insanları oralarda, onlarla birlikte yaşayarak öğrenmiş bir gazeteci...
Ya da hayatın içinden gelerek yazan, gazeteciliği neredeyse bir hayat tarzı olarak benimseyen gerçek bir gazeteci...
1980’li yılların başında Beyrut’ta böyle bir gazeteci, Cengiz Çandar sahneye çıkıyordu.
Bir yazısını hiç unutmam:
Beyrut Bir Aşktır!
Aradan yıllar geçtikten sonra, 1995’te, sevgili Cengo’yla birlikte kanlı bir iç savaşı yaşayan Saraybosna’ya yolumuz düşmüştü.
İkimiz de Sabah’taydık.
Çok heyecanlı günlerdi.
“Cengiz Çandar, Beyrut’tan yıllar sonra yeni aşkını buldu: Saraybosna...” diye yazmıştım.
Cengo, ‘aşk’la yazar.
Hissetmeden yazamaz belki de...
Ama bu ‘duygusallık’ onu bazen kendisinin de istemediği ‘uçlar’a itebilmiştir.
O ‘uçlar’ın törpülenmesinde, bazen engellenmesinde en büyük rolü, Cengo’nun bir yerde ‘vicdan’ı olan sevgili Tûba Çandaroynamış, onun olmadık ‘elektrik prizleri’ne parmağını sokmaya kalkışmasını büyük ölçüde önlemiştir.
Cengo, arada bir ‘ego’su biraz fazla öne çıksa da, ne yazdıysa içtenlikle, dürüstlükle ve bilerek yazmıştır.
İkimiz de Ankara’da, Mülkiye’de okuduk.
Düzen karşıtı fikirler, Mülkiye yıllarında hayatımıza girdi.
“Önce Mülkiye, sonra Türkiye!” sloganlarıyla Mülkiye koridorlarında koşturduğumuz zamanlarda da, darbeci ve Maocuolduğumuz yıllarda da, askeri darbeler sonrası en nihayetdemokrasi limanına demirlediğimizde de, her zaman kurulu düzen karşıtı olduk.
Özgürlük ve insan hakları ve de hukukun üstünlüğü çizdi nihai yolumuzu...
Ama hep aynı düşünmedik Cengo’yla.
Kavga da ettik, birbirimize bağırıp çağırdık da...
Cumhuriyet’te yollarımız ayrılırken, “İlhan Abi sansürüne daha fazla dayanamam” diye eleştirmişti beni... Ben de onu sonraki yıllarda ‘Turgut Özal’la ilişkileri’nden dolayı eleştirmiştim.
Cengo ‘siyaset’i hep sevmiştir.
Cem Boyner’le Yeni Demokrasi Hareketi’nin kuruluşunda yer aldı.
Rahmetli Özal’ın hayatı yetseydi, onun yeni partisinde siyasete aktif olarak girecekti sanıyorum.
2002 genel seçiminden önce, Kemal Dervişli CHP’den milletvekili olmasına da ramak kalmıştı galiba...
Bu konuda, aktif siyasetle arasına mesafe koymuş bir gazeteci olarak benden farklıydı Cengo...
28 Şubat döneminde bana fena halde kızmıştı.
Özellikle andıç dolayısıyla...
Haklıydı.
Ona gereken desteği vermemiştim.
Bu haklılığını, Türkiye’nin Asker Sorunu adını taşıyan kitabımda anlatmasını kendisinden ben istemiştim, o da yazmıştı 2010’da...
Cengo hızlı konuşur.
Ben ise yavaş.
O çok konuşur.
Bazen bayar insanı...
O da benim için, Asaf Savaş Akat’ın deyişiyle ağır aksak, fıstıki makam geveze der.
CNN Türk’te bir zamanlar Tecrübe Konuşuyor diye bir program yapmıştık birlikte.
Bir akşam Cumhurbaşkanı Gül’dü konuğumuz.
Cengo sorusunu soracaktı ama her zamanki gibi biraz yan yollara saptı, soru konuşmaya dönüştü, uzadı.
Sıra bana gelince, ben de soruyu her zamanki gibi biraz ağır aksak sordum, zaman geçti.
Ve telefonuma bir mesaj düştü Asaf Savaş’tan:
“Tecrübe konuşiyi, Cumhurbaşkanı konuşamıyi...”
Bir nokta daha var.
Cengo’yla aramızda bazen üstü örtülü bir mesleki rekabetyaşanırdı, ya da ben öyle sanıyorum.
Özellikle Kürt meselesiyle ilgili olarak bu rekabeti arada bir yaşadığımı söyleyebilirim.
2011 yılı Haziran ayında bir gün.
Cengo’nun TESEV için hazırladığı Kürt Raporu, benim de katıldığım bir akşam yemeğiyle açıklanıyor.
Ertesi gün basına dağıtılacak.
Kimsenin haberi yok.
Ben de aynı günün sabahı Erbil’e uçuyorum, oradan arabaya atlayıp doğru Kandil’e, Murat Karayılan’la konuşmaya gidiyorum.
Bu arada Cengo’nun raporunu da biraz konuşuyorum Karayılan’la...
Aynı gün akşam üzeri Erbil’e dönüş yolunda, cep telefonumdan mülakatı Milliyet’e yazdırıyorum, şehir içi baskılara yetişsin diye.
Bu arada Cengo’yu da cepten arayıp, Kandil’den gelmekte olduğumu kendisine bildiriyorum.
Böylece, Cengo’nun raporla benim Kandil röportajı aynı gün basında patlayacaktı.
Bundan dolayı üstü örtülü bir keyif aldığımı da itiraf etmeliyim.
Biz gazeteci milleti böyleyizdir.
‘Atlatma’dan duramayız.
Ama bazen de fena ‘atlayarak’, içimizi karalar bağladığı da olur.
Bunlar besler bizim mesleği...
Ama Cengo’yla benim aramda hiç bitmeyen, hiç bitmeyecek bir ‘rekabet’ daha vardır:
Galatasaray-Fenerbahçe...
İkimiz de fanatik sayılırız.
Ama bu konuda Cengo’yla fazla tartışmam.
Bir yandan benden daha güçlü bir çenesi vardır, öbür yandan da Fenerlilere özgü o tuhaf mantığıyla da uğraşmak beni yorar.
Bu akşam Arena’ya geliyorlar.
Bir ihtimal, Beşiktaş bu akşam şampiyonluğunu ilan edebilir bizim maçtan sonra...
Sevgili Cengo;
Yıllar ne de çabuk geçiyor.
Sen meslekte 40. yılındasın.
Ben de 47. yılı dolduruyorum.
Bu ince uzun yolda ‘günah’lar da var, ‘sevap’lar da, ‘doğru’lar da var, ‘yanlış’lar da.
Seyrek de olsa, epeyce saçmaladığımız da olmadı değil.
Ama normal!
Türkiye gibi ezeli sorunları olan bir ‘tımarhane’de 40 yıl, 47 yıl piyasada kalıp, onca yıl yazarken hep doğru yapmak, hep sevap işlemek elbette mümkün değildir.
Yaz bir kenara:
Hayatta böyle bir mutlak yanılmazlığı iddia etmeye kalkışmak ise ‘ahmaklık’tır.
Bir noktayı vurgulamak isterim.
Bunca yıl sonra bilançonun altına bir çizgi çektiğimizde, doğrular yanlışlara ağır basacaktır diye düşünüyorum.
Sevgili Cengo;
Şu günlerde bazı şeyler beni üzdü.
Biri şu:
Doğan Medya Grubu’nun Radikal’i kapatması...
Ve sana, örneğin Hürriyet’te bir köşe, CNN Türk’te bir program açmaktan kaçınması...
Seni davalarınla başbaşa işsiz bırakırken de, ‘Saray medyası’ndan bir ‘usta gazeteci’yi, Abdülkadir Selvi’yi transfer edebilmesi...
Bir başka üzüntü kaynağımı yazıma başlarken belirtmiştim.
Senin mesleğe vedan benim içimi acıttı.
Yalnızlaşmak duygusunu bu kez biraz daha derinden hissettim.
Etraf gitgide tenhalaşıyor.
Sevgili Cengo;
Yanlış anlamayacağını biliyorum.
Oxford’da, Stockholm’de ya da bir Amerikan üniversitesinde yapacağın çalışmalar da, yazacağın kitaplar da çok kıymetli olacak.
Bu açıdan herhangi bir kuşkum yok.
Güle güle Cengo, yolun açık olsun sevgili kardeşim.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURNetanyahu’nun üstadının yolu İstanbul’a nasıl düşmüştü? 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKendi halkına cihad ilan etmiş bir Diyanet İşleri Başkanı 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGazze’nin tarihe düştüğü kayıt, dünyaya verdiği ders 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasCHP artık iktidar alternatifi mi 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet barış sürecinde yer alacak mı? 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilNeden gelişmiş bir ülke değiliz? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuKomisyon ve SDG… 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Türkiye’yi Sarsan Bir Yıl… 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞ“Terörsüz Türkiye (!!!)” Komisyonu aritmetiği ve CHP 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezKuznets Eğrisi Hipotezi ve Türkiye 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERPatrona hediye gibi kanun, işçiye erteleme 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYeni çözüm süreci 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRHer yangın yeni ihale demek... Beslenme sırası felaket tüccarlarında: Tomruğa hücum! 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCan Atalay 'komisyon' üyesi olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGECibuti Başkonsolosu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer Tahincioğluİnsanlığa karşı suç için “Hitler” kriteri: Bombayla öldürülen, yaralanan insanlar “mağdur” sayılmadı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDört Tarz-ı Siyaset 31.07.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİOrmanlarımızı kim mi yakıyor? 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKomisyon oturumları canlı yayınlansın 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZKomisyon kuruluyor sorular çoğalıyor 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUN“Siz de Çekoslovakyalılaştıramadıklarımızdan mısınız?” 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"İMRALI ADASI’NI BARIŞ ADASI YAPACAĞIZ"... 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR"Terörsüz Türkiye" süreci: Neden barışın vaatlerini değil de şiddetin risklerini önümüze koyuyorlar? 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
3.03.2025
28.02.2025
20.02.2025
13.02.2025
28.11.2024
12.11.2024
24.10.2024
27.08.2024
20.04.2024
9.04.2024