Serdar KAYA
Birinci Dünya Savaşı’nı kaybeden Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918 tarihinde İtilaf Devletleri ile Mondros Ateşkesi’ni imzaladı. Bu gayet doğal, hatta sıradan bir gelişmeydi. Aradan 14 gün geçtikten sonra, İtilaf Devletleri, (Mondros’ta Osmanlı Devleti’nin kendilerine tanıdığı hakka dayanarak) İstanbul’u işgal ettiler. Bu gelişme de aynı derecede doğal ve sıradandı. İşgaldeki amaç, Anadolu’yu ele geçirmek ya da paylaşmak değil, savaş sonrası şartları oluşturmayı kolaylaştırmaktı. İtilaf Devletleri, bunu başardıktan sonra İstanbul’u terk ettiler.
İngilizlerin hedefleri
I. Dünya Savaşı sonrasında, İngilizlerin (Osmanlı Devleti özelinde) başlıca üç hedefi vardı: (1) Osmanlı Devleti sınırları içindeki milletleri ulus-devletler hâline getirmek, (2) savaş yılları boyunca gayrımüslimlere karşı büyük insanlık suçları işleyen İttihatçıların yargılanmalarını sağlamak, ve (3) savaş sonrası dönemde Türkiye sınırları içinde yaşayacak olan gayrımüslim azınlıkların Müslümanlarla eşit haklara sahip olmalarını temin etmek.
10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Anlaşması’nın metni, bu üç hedefin bir ifadesi gibidir. Ne var ki, resmî söylem, Sevr Anlaşması’nın genel çerçevesini belirleyen bu üç noktayı ya gizler, ya da sistemli olarak çarpıtır.
Resmî söylemin İngilizlerin birinci hedefi konusunda yaptığı belki de en büyük çarpıtma, “Osmanlı Devleti’nin bölünmesi” konusunu “Anadolu’nun bölünmesi” şeklinde sunmaktır. Halbuki Sevr’in çerçevesi bu değildir. Sevr, Ege adalarını (Madde 84 ve 122), Hicazı (Madde 98), Mısır’ı (Madde 101), Sudan’ı (Madde 113), Kıbrıs’ı (Madde 116) ve Libya’yı (Madde 121) Osmanlı’dan kopararak müstakil ulus-devletlere dönüştürmeyi karara bağlar. Bu, son derece geniş bir çerçevedir. Ancak resmî anlatı, bu geniş çerçeveyi sadece Anadolu’yu içerecek şekilde daraltma ve her şeyi bu dar çerçeve dâhilinde değerlendirme eğilimindedir. Bu eğilim, (elbette) nedensiz değildir ve belli bir siyasi amaca hizmet eder.
Efsane üretimi
Sevr’in üç kıtaya yayılan hükümlerini gözlerden uzakta tutarak her şeyi Anadolu ile sınırlandırmak, Ankara Hükümeti’nin başarılarını gerçekte olduğundan daha büyük gösterme işlevi görür. Şöyle ki, yukarıda bahsi geçen devasa kayıplar, Lozan’da da herhangi bir değişiklik göstermez. Yani,İngilizlerin Osmanlı’yı parçalama hedefini gerçekleştirme noktasında Sevr ile Lozan arasında pek bir fark yoktur. Dolayısıyla, konu “yedi düveli dize getirme” hamaseti bir kenara bırakılarak düşünülecek olursa, Lozan’ın TBMM’de onaylanmasından sadece bir ay sonra İngilizlerin İstanbul’u terk etmiş olmaları kendi doğallığı içinde anlaşılabilir.
Her şeyi Anadolu çerçevesine sıkıştırarak değerlendiren resmî anlatının bunu bugünün sınırlarını esas alarak (yani sanki o dönemde tam olarak bu sınırlar hedefleniyormuşçasına) yapması da ayrıca problemlidir. Böyle bir anlatı, kaybedilen (ve dolayısıyla da bugün itibariyle sınırların dışında kalan) yerleri otomatikman önemsiz kılarken, kurtarılan her toprak parçasını da ayrı bir zafer hâline getirir. Böyle bir çerçevede, (sözgelimi) bugünkü sınırların dışında kalan Musul’un, Kerkük’ün ya da Batum’un kaybı çok fazla önemsenmezken, sınırlar dâhilinde olan her karış toprak ise uğrunda ölmeye değer bir hüviyet kazanır. Bu durum, Sevr ve Lozan’ın anlaşılma şekline de doğrudan yansır. Örneğin, Sevr, Ege adaları ve İzmir’i (birlikte) Yunanistan’a verir. Adaların Yunanistan’a verilmesini Lozan da teyit eder. Ama bu çok önemli değildir. Önemli olan İzmir’i almış olmaktır.
Bütün bunlar, geçmişte yaşananları doğru bir şekilde aktarma değil, belli bir perspektifi telkin etme kaygısıyla şekillenen bir anlatının ürünüdür. Dikkat edilecek olursa, bir siyasi iktidar, bu çarpık yaklaşım ile kendisini her durumda muzaffer gösterebilir.
Sonsöz
Sevr’den Lozan’a giden süreç, Türkiye adına açık bir başarıdır. Ancak bu başarı gerçekte ait olduğu çerçevede incelenirse, ilgili dönemde yaşananların, (kabaca) İttihatçıların A kadrosunun devleti bir maceraya sürükleyerek yokoluşa götürmelerinin ardından, B kadrosunun birkaç önemli mevziyi geri kazanmasından ibaret olduğu görülebilir. Dahası, bu süreç ileri seviyede efsaneleştirilerek halka sunulmuş, otoriter bir rejimi gerekçelendirmekte kullanılmış ve bu durumu sürdürülebilir kılma adına bir halk nesiller boyunca temelsiz bir Sevr korkusuyla paranoyaklaştırılmıştır.
İlgili süreç içinde, başarı olup olmadığı nereden bakıldığına bağlı olarak değişen konular da vardır.İzmir’i yakmak, soykırım suçlusu İttihatçıların yargılanmasına engel olmak ve 1914’te başlayan soykırım furyasına 1925’e kadar devam etmek gibi...
Yazarlar
-
Figen ÇalıkuşuYa casus ya kayyım… 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENSiyasette kim kiminle yürür? 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolToplu iğne hikayesi 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünya medyasına bıraksanız… 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli tavır mı koydu? 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİAkademi hakikatin peşinde midir? 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRSavcı ‘İngiliz casusu’ olmakla suçluyor! Yöneticisi olduğu şirkete siber güvenlik ihalesi verildi 30.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt çözümüne neden olumlu bakmalı? 30.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraAmalı Fakatlı 30.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCumhuriyet 'ilan' ve 'inşa' edilen bir devlet şeklidir 30.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan'Casusluk' dosyasında ne var? 30.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHaram paranın faizi helal midir? 30.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERMea Culpa 30.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMami, IKE ve Hüseyin-1 29.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATarihi Fırsata Sahip Çıkalım... 29.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî casusluk suçu 29.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünTürkiye üstündeki baskı artar mı? 29.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBu bir haber değildir: Türkiye, doğal alan kaybında birinci 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞHamdi Ulukaya (Çobani) en zengin Türkiyeli seçilmesi üstüne... 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselMerkez Bankası zor bir viraja girdi 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUTrafik, yargı ve casusular 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFed mi, TCMB mi? Çetrefilli bir soru, ironik bir cevap 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZPKK’nın son açıklaması: Süreç devam ediyor, ama nasıl ? 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBürokrasi, tarımın gerisinde kaldı 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRBatı’nın krizi, küresel düzenin çözülüşü: Türkiye için dönüm noktası üzerine senaryolar ne? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞALTINA, DÖVİZE BAK GÖR HALİNİ… 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNPKK’nin çekilme hamlesi ne anlama geliyor? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBöyle giderse bu tren bu tünelden çıkmaz 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.06.2019
17.06.2018
6.04.2015
23.03.2015
16.03.2015
20.01.2015
15.01.2015
17.11.2014
1.10.2014
12.08.2014