Akın ÖZÇER

Akın ÖZÇER
Akın ÖZÇER
Tüm Yazıları
Çözüm sürecinin yan etkileri
24.07.2013
2574

 Kürt sorununa kalıcı bir çözüm bulmak amacıyla, kuşkusuz gecikmiş ama güçlükle de olsa başlatılabilmiş ve bugüne kadar en azından silahların susturulması boyutuyla işletilebilmiş bir sürecin içindeyiz. Başarılı olup olmayacağı henüz belli değil belki ama demokrasimizin bu derin yarasının gangrene dönüşmeden tedavi edilmesi şart. O bakımdan ayrıntıları hakkında bilgi sahibi olmasak da, hızını veya yöntemini beğenmesek de, demokratikleşmeyi temel alan bu sürece destek vermek, mümkünse katkı yapmak durumundayız. Türkiye’nin demokratik bir hukuk devletine dönüşmesinin yolu bu soruna kalıcı bir çözüm bulmaktan geçiyor çünkü.

Soruna bugüne kadar çözüm bulunamamış olmasının birçok nedeni var kuşkusuz. Bunları gidermek için nelerin yapılması gerektiği bu yazının konusu değil. İdeal çözümün nasıl olması ve işlemesi gerektiği de değil. Hataları ve eksiklikleriyle mevcut somut sürecin aksamamasına ve mümkün olduğunca ideal çözüme yakınlaştırılmasına odaklanmakta yarar var. Çünkü ideal çözüm öyle değil böyle olmalı demek, somut sürecin tıkanmasına, çözümün bir başka bahara kalmasına yol açabilir. Böyle bir durumda da, şu veya bu gerekçelerle çözüm istemeyenlerle aynı noktada buluşmuş oluruz.

Çözüm sürecini, terör boyutuyla birlikte Kürt sorununu tedavi edecek bir ilaç gibi görürsek, başarıya ulaştığında kimileri için istenmeyen bazı yan etkileri olacağını kabul etmek gerekir. Bu yan etkilerden rahatsızlık duyanlar ya doğrudan çözüme karşı çıkıyor ya da çözümü zora sokacak dolaylı politikalara yöneliyor zaten. Kimilerine rahatsızlık veren söz konusu yan etkiler somut olarak neler peki?  

Siyaset üzerindeki yan etkiler

Kabul etmek gerekir ki sürecin başarısı, mevcuduna oranla daha demokratik bir anayasanın yapılmasına bağlı olduğundan, soruna çözüm bulunduğunda artık eski politikalar geçerliliğini yitirecek. Bir kere, milliyetçiliği Türkiye’nin bütünü değil de Türklük üzerinden anlatmak ve farklılıkları olanların haklarını “bölücülük” safsatasıyla dışlamak mümkün olmayacak. Aksine anayasaların belkemiğini oluşturan “herkesin ayırım yapılmaksızın eşitliği” ilkesi uyarınca, asıl bölücülüğün ana dilde eğitim de dâhil olmak üzere, farklılıklardan doğan temel hakların yok sayılması olduğunun altı çizilecek. Demokratik bir anayasaya sahip olacağımızı var sayarsak elbette, ama bu yazı çözümün başarıya ulaştığı varsayımına dayanıyor zaten.

Böyle bir demokratik ortamda, adı milliyetçi olsun, olmasın, statükocu politika üreten veya izleyen siyasi parti ve grupların politikalarını gözden geçirmeleri, hatta yeniden oluşturmaları gerekecek. Çünkü PKK şiddetinin olmadığı, Kürt sorununun çözüme kavuştuğu demokratik bir ortamda, anayasada tanınmış haklara karşı çıkarak “bölünme” senaryoları üzerine politika üretmek mümkün değil. O bakımdan bu tür politika izleyen siyasi parti ve grupların çözümün kaybedenleri olacaklarını kabul etmek gerekir.       

Siyasi aktörler üzerlerindeki yan etkiler    

Buna karşılık sürecin mimarlarının, devleti temsilen hükümet ve özellikle Başbakan Erdoğan ile karşı tarafta PKK, BDP ve özellikle örgütün müebbet hapse mahkûm eski lideri Öcalan’ın çözümün kazanan tarafları olacağına kuşku yok. Dünyanın neresinde olursa olsun, çözüm süreçlerini yürütmek için aktörlerden birinin iktidar partisi, diğerinin örgüt olması şart zaten. Sürece muhalefet partileri de katılsaydı, yürütmenin yanı sıra yasamanın da tam desteği alınmış, çözüm için devlet adına çok daha geniş bir siyasi irade ortaya konulmuş olurdu. İspanya’nın ETA ile mücadelesinde her vesileyle dile getirdiğim bir partiler arası pakt (Ajuria Enea, 1988) söz konusuydu. Buna karşılık, Kolombiya’da dokuz aydır FARC (Kolombiya Silahlı Devrimci Güçleri) temsilcileriyle sürdürülen görüşme sürecine ana muhalefet lideri Uribe karşı çıkıyor. Hem de muhalefet partilerimizinkilere benzer gerekçelerle…

Türkiye ve Kolombiya’da muhalefetin İspanya’da olduğu gibi iktidarla birlikte hareket etmesi çözümün artı ve eksi puanlarının siyasi arenaya yansımasını engellerdi. Mesela ETA’nın 20 Ekim 2011’de silah bırakması, iktidardaki PSOE’ye (Sosyalist İşçi Partisi) bir ay sonraki seçimleri kazandıracak artı puanı getirmemişti. Ama FARC’la imzalanacak barış anlaşması büyük olasılıkla Kolombiya Devlet Başkanı Santos ve partisinin 2014’te Meclis ve başkanlık seçimlerini kazanmasına doğrudan katkıda bulunacak.

Çözümü, aktörlerini yıpratarak engellemek

2014, Kolombiya’da olduğu gibi Türkiye’de de seçimler yılı. İki seçim ve olasılıkla bir de referandum var gündemde. Aslında anayasa referandumun seçimlerden önce yapılması söz konusuydu ama siyasi partilerin Türkiye’yi demokratik bir hukuk devletine dönüştürerek çözüm sürecini de taçlandıracak bir anayasa konusunda birlikte hareket ettiklerini söylemek mümkün değil. Öyle olsaydı Uzlaşma Komisyonu böyle bir anayasanın taslağını bugüne kadar çoktan hazırlardı.

Yeni anayasa, ortada daha çözüm süreci yokken, Kürt sorununu çözecek bir anahtardı. Altını defalarca çizmiş, siyasi partilerin koydukları kırmızıçizgilerle bu konuda daha işin başında ipe un serdiklerine dikkat çekmiştim. Çözümü yeni anayasa üzerinden bloke etmek, referandum yolu açık kaldığı için sayısal olarak kolay görülmüyor belki ama çözüm karşıtları bakımından sadece BDP’nin desteğine sahip bir anayasanın Meclis’teki oylamasında yeterli fire sayısına ulaşma olasılığı da yok değil. Bu nedenle olsa gerek, iktidar partisi bu seçeneği kullanmakta pek acele etmiyor.

Ne var ki toplumda çözüme olan inanç, yeni anayasa süreci uzadıkça ve Kürt tarafına güven verecek demokratikleşme paketleri geciktikçe giderek sarsılmaya başlıyor. AK Parti’nin Komisyon’a önerdiği “Türk usulü başkanlık sistemi”  üzerinden Başbakan Erdoğan’a karşı başlatılan otoriterleşme eleştirileri, Gezi protestolarıyla birlikte artık Erdoğan karşıtlığına dönüşmüş bulunuyor.

 Çözüm sürecinin baş aktörüne karşı yürütülen sert muhalefet kampanyası, haklılık payı olsa bile, sürecin özüne zarar veriyor. Çünkü protesto gösterilerinde ne çözüme, ne yeni anayasaya vurgu yapılıyor. Bu gösteriler demokrasi, direniş, gerektiğinde şiddet unsurlarını da içeren bir protesto hakkının kullanılmasından ibaretmiş gibi afakî bir özgürlükler söylemi ve Erdoğan karşıtı sloganlarla sık, sık yineleniyor.  

Daha önce altını çizdiğim gibi, Türkiye’nin öncelikli hedefi demokratik bir hukuk devletine dönüşmesi. Bunun için Kürt sorununu çözen demokratik bir anayasanın yapılması gerekiyor. Bu hedef, kimse kusura bakmasın ama Erdoğan karşıtlığından daha önde geliyor. Bu nedenle çözümden yana olmak, Erdoğan karşıtlığı çözümü engellemeye başladığında, sürecin selameti için kendisine destek verilmesini de içeriyor.    

        http://www.hispanatolia.com/bolum/25/id_cat,2/id,353/cozum-surecinin-yan-etkileri

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar