Akın ÖZÇER

Akın ÖZÇER
Akın ÖZÇER
Tüm Yazıları
Seçeneksizlik
31.07.2012
2660

 Fantastik korku filmleri vardır vampir filmleri gibi mesela. Ortaçağ’dan kalma kan emme ve öldükten sonra geceleri dirilme gibi efsaneleri beyazperdeye aktaran. Pek inanılır gibi olmasa da ilgiyle izlenen heyecan dozu yüksek filmlerdir bunlar. Hatta türünün ilk örneği 1922 yapımı Nosferatu’dan günümüze Dracula’nın Dehşeti (1958), Kayıp Çocuk (1987), Vampirle Görüşme (1994),Alacakaranlık (2008) ve benzeri birçok film sinema klasikleri arasına girmiştir. Gündüz tabutunda yatan, gün batımıyla birlikte ortaya çıkan, bazen zorla, bazen güzel sözlerle avlarını kandırıp kanını emen vampirlerle mücadele bu filmlerin ana temasını oluşturur. Vampirler tarafından ısırılanların vampire dönüşmeleri mücadelede heyecanı doruğa taşır. Bazen seyirci vampire dönüşenleri görür ama filmin kahramanı bilmiyor diye heyecanlanır, bazen bir karakterin vampire dönüşmüş olduğunu dehşetle öğrenir. Hatta bazen başrol oyuncularından biri vampire dönüşerek izleyicide adrenalin patlamasına yol açar. Filmin kahramanının vampire karşı mücadelesinde artık güvenebileceği başka hiçbir seçenek kalmamıştır.

Seçeneksizlik zaman, zaman gerçek yaşamda da karşımıza çıkar. Örneğin Türkiye’de demokratlar olarak yaklaşık bir yıldır siyasi bir seçeneksizlikle karşı karşıya olduğumuz hissine kapılıyoruz. 12 Eylül referandumunda Anayasa değişikliğine “yetmez ama evet” derken, siyasi reformlarla asker ağırlıklı vesayet rejiminin yıkılması için kararlı adımlar atılmasını bekledik; bugün hâlâ bekliyoruz. Ama öncelikle vesayetin belkemiğini oluşturan askerî darbelere bir yenisini eklemek için eylem planları yaptıkları iddiasıyla Ergenekon sürecinde yargılanan sanıkların avukatlığına soyunan CHP’ye karşı seçimlerde çoğunlukla AK Parti’ye destek verdik. Yenilendiği iddiasındaki CHP artık temel hak ve özgürlüklerden daha sık söz ediyordu ama Silivri sanıklarına verdiği akıl almaz destekle avını tavlamaya çalışan bir vampir gibi korkutuyordu bizi. Peki, şimdi seçimlerden bir yılı aşkın bir süre sonra değişen bir şey var mı?

CHP’nin son “değişim kurultayı” hakkındaki yazımda altını çizdiğim gibi sosyal-demokrat olduğunu iddia eden bu parti cephesinde değişen pek bir şey yok. Kılıçdaroğlu Silivri’yi toplama kampına benzetmeyi, Ergenekon sürecindeki davaları “özgürlüğün kan davaları” olarak takdim etmeyi sürdürüyor. Silivri sanıklarıyla göbek bağını kesemeyen bir CHP, demokrasi ve insan hakları konusunda ne derse desin, geçmişte birçok kez oylarını aldığı gerçek sosyal demokratlardan istediği desteği bulamayacak olasılıkla. Filmlerde vampirin avını ele geçirene kadar gizlediği sivri dişleri Silivri söylemiyle sırıtıyor çünkü.

AK Parti’ye gelince, bürokrasinin iktidar partisi üzerindeki ağırlığı seçimlerden sonra bir hayli arttı.“Atamalar ve vesayet rejimi” başlıklı yazımda vurguladığım gibi, atamalarına siyasetçiyi karıştırmamak gibi otoriter bir geleneğe sahip olan bürokrasinin bu sayede AK Parti ile de vesayet rejimini tıkır tıkır işlettiği görülüyor. Son olarak İstanbul Emniyeti’ne yapılan ve hükümetin özellikle işkenceye sıfır tolerans taahhütleriyle bağdaşmayan müdür yardımcısı atamasında sessiz kalması bunun somut bir göstergesini oluşturuyor.

Görünen o ki Silivri’de yargılanan vesayet rejimi, Ergenekon sürecinde görülen davaları düşürmek için adım atmamakta direnen AK Parti’yi, bir yandan bürokrasinin atamalarına ve Uludere gibi kabul edilemez eylemlerine sahip çıkmaya zorlarken, öte yandan tam da bu nedenle demokratların gözünden düşürmeye çalışıyor. İktidar partisi vampirle savaşırken kendi vampire dönüşen film kahramanına benziyor giderek. AK Parti Sayın Şahin’i İçişleri Bakanı yapacağını ve bu bakanlıkta adları AİHM’de Türkiye’nin mahkûm olduğu işkence davalarına karışmış memurların hassas görevlere atanmalarına göz yumacağını seçimden önce açıklamış olsaydı 12 haziranda demokratların oylarına mazhar olamazdı herhâlde. Partinin böyle bir talihsiz dönüşüm geçirebileceği hâlâ kimsenin aklına yatmıyor.

Anketlerde hâlâ iki kişiden birinin oyunu alan AK Parti demokrat oyların o büyük zaferine katkısının önemsiz olduğunu düşünebilir. Ancak unutmayalım ki kamuoyu desteği bazen çok kısa süreler içinde büyük değişimler gösterebiliyor. İspanya’da Metroscopia’nın pazar günü yayınlanan anketine bakarsak, iktidar partisi PP’nin çok değil sadece bir önceki aya oranla tam yedi puan kaybettiğini görebiliriz. Geçen tasımda yüzde 44,6 oyla salt çoğunluğa ulaşan bu partinin sekiz ay sonra sadece yüzde 30 oyu bulunuyor. Ancak PP’nin oy kaybı ana muhalefetin değil, Birleşik Sol (IU) ve Demokrasi ve İlerleme için Birlik (UPyD) gibi küçük partilerin kazanç hanesine yazılıyor.

Türkiye’de belki ekonomik sıkıntılardan değil ama demokrasi alanındaki tıkanıklıklardan kaynaklanan benzeri bir durum mevcut. Zira vesayet rejiminin AK Parti’yi esir alması hâlinde, buna tepki gösterenler kalkıp bu rejimin avukatlığını yapan CHP saflarında biraraya gelmeyecekler kuşkusuz. Demokrat seçmen, tercihini mutlaka bugün Meclis’te temsil edilen partilerden yana yapmak zorunda değil. Sosyal demokratların, SODEP ve/veya EDP/Yeşiller ortaklığı çevresinde buluşmaları mümkün pekâlâ. Hatta böyle bir birlikteliği önümüzdeki yerel seçimler vesilesiyle belirli merkezlerde prova etmeyi bile düşünebilirler; neden olmasın. Filmlerdeki vampirler gibi her taşın altından çıkan vesayet rejiminin dayattığı siyasi seçeneksizliğe mahkûm olmamak öncelik taşıyor çünkü.


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar