Besim F. Dellaloğlu
Geçen hafta Perspektif’te “Samimiyetin Sosyolojisi” diye bir yazı yazmıştım. Bu haftaki yazımı dilerseniz ilkinin bir tür “ruh ikizi” olarak okuyabilirsiniz. Çünkü ben uzun zamandır iyi hayatın, bu ikisinin arasındaki ilişkisellik meselesini halledebilen bir algoritma bulmakla eşdeğer olduğunu düşünüyorum. Bu ilişkiselliği eşit temsil olarak hesap etmeyin lütfen. Bu konuda bir “table d’hôte” önerim yok. Her yurttaşın kendi ruhuna uygun “à la carte” bir çözümü üretebilmesi bence işin en doğrusu olurdu. Birey, yurttaş, toplum, ulus, kurum, kamu gibi makro sosyolojik kavramların hepsinin samimiyet ile mesafe arasında belli bir algoritmaya dayandığını da söyleyebilirim kolaylıkla.
Demokrasi bir olgun insanlar rejimidir derler. Büyük ölçüde doğrudur. Aynı mantıkla devam edersek o zaman samimiyet bir azizler, melekler rejimidir. Herkesin tamamen ahlaklı olduğu bir rejimde hukuka ne kadar ihtiyaç olur? Aslında bütün toplumsal sözleşme kuramları insanların melek ya da aziz olmadığı varsayımı üzerine inşa edilmiştir! Ki bu varsayım doğrudur. Hukuk hak’ın çoğuludur. Mesafe olmadan hak tanımlanamaz. Dolayısıyla mesafesiz hukuk da olmaz. Hak soyut insanlara tanımlanır. Hukuk yine soyut insanları yargılar. İşte bu soyutlamayı mümkün kılan mesafedir. Çok yakına geldiğinizde, yani fazla samimi olduğunuzda herkesi “kader mahkûmu” kılacak bir sebep silsilesi bulunabilir. “Şeriatın kestiği parmak acımaz” işte bu soyutlamanın bir ifadesidir. Bu noktada çok hassas bir noktayla fazla samimi olduğumun farkındayım! Anlayan nasıl olsa anlamıştır. Anlamayanlar da yazını devamını okumayabilirler!
Haklar, yani hukuk kişiler, birimler, kurumlar arasındaki mesafeyle mümkündür. Kamu ise samimiyet birimleri arasındaki mesafeyi iyi ayarlamakla mümkündür. Samimiyet kamu bilincinin, hukukun üzerinde olmaz. Ne kadar samimi olursanız olun yan komşunuz sabaha kadar yüksek sesle müzik çalarak sizin uyumanızı engelleyemez. Bu ve benzeri durumlarda hemen samimiyet kartını çıkararak savunmaya geçenleri en azından hödüklük kapsamında yargılamak mubahtır. Burada yargılamayı ilk aklınıza gelen manada kullanmıyorum. Değerlendirme, sınıflandırma, tespit etme, adını koymaya ikame etmek için seçiyorum. Özellikle bu ve benzeri durumlarda hödüklük ise benim açımdan “asgari medeniyet açığı” gibi havas bir kavramın avam dille ifade edilmesi anlamına geliyor. Henüz daha sempatiğini bulamadım! Hiç küçümsemeyin, mesafe iyidir. Bazen geceleri rahat uyuyabilmenizin anahtarıdır.
Hödüklerle, yani samimiyetin arkasına sığınıp hak, hukuk tanımayan, insan olmaktan gelen en temel hakkınız olan saygıyı size çok gören, kişilik haklarınıza riayet etmeyen, sizden sürekli kimliksel aidiyet biatı talep eden yurttaşlarla samimi olmanın size katacağı bir şey yoktur. Ergenler topluluğunda samimiyetin yetişkinlere getireceği hiçbir olumlu şey yoktur. “Kıyakçılığın sonu ayakçılıktır” atasözünün samimiyet fetişistlerine uygun bir versiyonu da yazılabilirdi. Bu görevi ülkemin, dünyanın şairlerine devrediyorum.
Sosyalliği Mümkün Kılan Mesafedir
Bu uzun kavramsal girizgâhtan sonra gelelim meselenin biraz da tarihsel, daha somut boyutlarına. Aritoteles’in “İnsan politik bir hayvandır” dediği herkesin malumudur. İsterseniz ben bunu sosyoloji lügatine “İnsan sosyal bir varlıktır” diye tercüme etmiş olayım. Yani Robinson Crusoe olmak ancak romanlarda, filmlerde kolaydır. Ancak insanın sosyal bir varlık olması bu tür tüm diğer varlıklarla sonuna kadar samimi olmasını gerektirmez. Bu sosyalliği mümkün kılan, sanılanın aksine samimiyetten çok mesafedir.
Çok sevdiği evladının odasına kapıyı tıklamadan giren ebeveyn, ona aslında kendi haysiyetini, şahsiyetini, ahlakını inşa edebileceği alanı, yani mesafeyi özellikle tanımak istemiyordur. Kültürel genetiğin devamını kontrol etmeye çalışıyordur. Büyürken çocuğunuza tanıdığınız mesafedir aslında onun ileride şahsiyetli biri olmasını sağlayacak olan. Bu anlamda aile, özellikle Türkiye gibi toplumlarda haysiyeti, şahsiyeti baskıladığı için en otoriter kurumlardan biridir. Ailenin otoriterliğinin bir kaynağı da gözetimci, denetimci bir kurum olmasıdır. Ailesel samimiyet ağları ise bu gözetim ve denetimin devamını sağlayan bir tür paravandır. George Orwell’dan ödünç alarak burada “Family is always watching you” desem yeridir. Yani konu sadece “birader”den ibaret değildir!
Yıllar öncesinden bir hatıram aklıma geldi. Üniversiteye yeni asistan yazıldığım günlerdi. Çok anaç, hepimize gerektiğinde sahip de çıkan, kesinlikle iyi niyetli olduğunu da düşündüğüm bir bölüm başkanımız vardı. Bölüm toplantılardaki tartışmalarda sıkıştığı zaman hep şöyle derdi: “Ama biz bir aileyiz.” Bir oldu, iki oldu, bir gün dayanamadım: “Hocam iyi güzel de aile oldukça otoriter bir kurumdur. Burası bir üniversite değil mi? Gazete Duvar’da birkaç yıl önce “Neden Emekli Oldum?” başlıklı bir yazı yazmama rağmen bana hâlâ “Bu genç yaşta biraz erken olmadı mı?” şeklinde iyi niyetli bir acımasızlıkla takılanlara ithaf ediyorum bu paragrafı. Üniversiteyi ya da herhangi bir kurumu, toplumu, ulusu aileye benzetmek çok otoriter bir tutumdur aslında ama samimiyet her zaman bunun üstünü örtmeyi başarmıştır bu topraklarda.
Arkadaşlık gruplarında da durum pek farklı değildir. Türkiye gibi modernleşme toplumlarında eğitim, özellikle de iyi eğitim en azından bir zamanlar bir sınıf atlama aracıydı. Bu sosyal mobiliteye kültürel evrenin değişmesi de dâhildi. Ben zaten yıllardır Türkiye’de sınıfsal olanın içindeki kültürel olanın dozunun yüksekliğinden yakınıp dururum. Bunun asgari demokrasi için ciddi bir engel olduğunu ileri sürerim. İşte bu iyi mektep mezunu kuşaklarda, arkadaş grupları ailelere karşı ideolojik/kültürel bir cephe olarak da kurulur çoğu zaman. Ne de olsa onlar çoğu zaman taşralı ailelerin şehirli, eğitimli çocuklarıdır. Modernleşme toplumlarında en büyük kültürel mesafe işte bu toplumsal kesimlerle aileleri arasında birikir. Ama bu başlı başına bir yazı, hatta kitap konusu olabilir. Yazmakta olduğum Siyasi Simya kitabımda bu konuya da değineceğim. Böylece kendimi de bağlamış olayım.
Bu arkadaş gruplarının iç dayanışması, bu ve benzeri nedenlerle çok güçlü olur. Hele bir de yatılı okul kültürünü üzerine koyduğumuzda. Ancak birçok aşırı samimiyet ağı gibi bu tür arkadaş grupları da zamanla kendi faşizmlerini üretmeye başlarlar. Grup içi samimiyet dozajının yüksekliği mesafeyi imkânsız hale getirir. Bir bakıma kimlik kişiliği ezer geçer. Bu çocukların önemli diplomaları, değerli uzmanlıkları, meslekleri, ciddi maddi gelirleri, servetleri olabilir. Ancak grup içi mesafesizlikten haysiyetleri, şahsiyetleri yeterince gelişememiş ergenler olarak kalırlar. Büyüyemezler. Yaşları artık ne olursa olsun herkes gruba dâhil olduğu yaştadır neredeyse. Ne güzel değil mi? Yaşlanmanın ilacını bulmuşlar! Ülkenin en seçkin üniversitelerinden birinde sadece bir kahve içimi masalarına oturduğum 60 yaş üstü iki erkek profesörün, önlerinden geçen kadın meslektaşlarının adını andıkları cümledeki bazı sıfatların benim yüzümü kızarttığı vakadır örneğin.
Samimiyet Ağları Suç Ortaklığına Dönüşebilir
Daha önceki birçok çalışmamda defalarca tekrar ettiğim gibi kişilik biraz da kimliğe rağmen oluşur. Yani kişilik ve kimlik arasındaki mücadele sıfır toplamlı bir oyundur. Biri artınca diğeri azalmak zorundadır. Samimiyet ağları olarak arkadaş grupları zaman içinde bir kimliksel aidiyet odağı haline gelir ve asgari haysiyeti, şahsiyeti tamamen anlamsız hale getirir. Her samimiyet ağı giderek bir tür suç ortaklığına dönüşebilir. Tıpkı her mafyanın bir omertası olması gibi!
İçten yakmalı, içe akıtmalı, kol kırılır yen içinde kalır gruplaşmalarının faşizmin ürediği en önemli bataklıklar olduğu hep söylüyorum. Aşırı kutuplaşma her zaman faşizmi besler. Kutuplaşma ise ancak grup bilincinin çok yüksek olduğu toplumlarda mümkündür. Türkiye gibi modernleşme toplumlarında, yani kültürel olanın sınıfsal olanı ortalamanın üzerinde etkilediği ülkelerde mesafesiz aile ilişkilerini, arkadaş gruplarını da dünya ortalamasının üzerinde faşizm yuvası olarak değerlendirebiliriz sosyolojik olarak. Burada da mesafesizlik, yani aşırı samimiyettir faşizmi yoğunlaştıran.
Faşizm aynı zamanda iç dünya ile dış dünya arasında bir ayrım kalmamasıdır. Sıfır mesafedir. İçin dışa çıkması, dışın içi teslim almasıdır. Samimiyet ağları ise içi genişletir ve gruba ait kılar. Yani kişilikler kolektif kimlik içinde erir gider. Aslında genç yaşında sevgilisiyle kaçan ablasını öldürmek zorunda kalan çocuğun üzerindeki “töre baskısı” modern, post-modern hayatımızın birçok veçhesinde hâlâ yürürlüktedir. İşin en ilginç yanı ise, bunu fark edebilmek için belli bir mesafenin şart olmasıdır.
Yazarlar
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRKÜRT ULUSAL BİRLİK KONFERANSI 28.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKİktidarın soğuk matematiği 23.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.11.2022
17.11.2022
7.11.2022
19.09.2022
26.08.2022
29.07.2022
12.06.2022
12.06.2022
6.05.2022
25.04.2022