Besim F. Dellaloğlu
İçine doğduğum evde her odada el dokuma halı seriliydi. Hatta odaların bir köşesinde dürülü olarak duran başka halılar da mevcuttu; mevsimine göre serili olan halılarla yer değiştirmek üzere. Girip çıktığım bütün akrabaların evlerinde de durum aynıydı. Dedem halıya çok meraklıydı. Emekliliğinde Kapalıçarşı’daki esnaf arkadaşlarından eski halıları alır ve onları uzun uzun tamir ederdi. Bu işten pek para kazandığını sanmıyorum. Bunu büyük ihtimalle kendisine bir meşgale olarak edinmişti. Hobisine vakit ayırmaktan zevk alıyordu sanırım. Babaannemle evlerinde bir arka oda vardı. Bu oda her zaman halı ve tespih kokardı. Tespih meselesini başka bir yazıya sakladığım için burada ona değinmek istemiyorum. Dedem arka odada saatlerce halılar üzerinde çalışırdı.
Bu nedenle çocukluğumdan itibaren el dokuma halılarla düzenli bir irtibatım oldu. Hep el halısı dolu evlerde büyüdüğüm için benim alışkanlık evrenimde el halılarının her zaman önemli bir yeri vardı. Çok erken yaşlarda bir Taşpınar ile bir Milas’ı hem ayırt etmeye hem de farklılıklarının nereden kaynaklandığını anlamaya başladım. Atölye halılarını hiç sevmedim. Onlar da el dokuma olmalarına rağmen bana hep biraz endüstriyel gibi geldiler. Pamuk iskelet üzerine yün ile dokunmuş olmaları sayesinde düğüm yoğunlukları daha fazla olduğu için daha ayrıntılı desenlere sahiptiler. Ama bu haklarını hep İran halısı hayranlığıyla çiçekli motifler için kullanıyorlardı. Belki de hâlâ bu nedenle çiçekli nevresim takımından bile nefret ederim. Kendi evimi açarken annemin büyük bir Kayseri Bünyan halısı vermeyi önermesine rağmen daha küçük olan Taşpınar halılarını tercih ettim. Kayseri Bünyan yerine Hereke olsaydı bile kararım değişmezdi. Ben her zaman saf yün olan, geometrik desenli Anadolu halılarını tercih ettim.
Daha sonra 20’li yaşlarımda profesyonel turist rehberliği yapmaya başladım. Bu iştigal bütün öğrencilik hayatımda, hatta asistanlığımın ilk yıllarında da devam etti. Daha sonra ben mi rehberliği bıraktım, rehberlik mi beni bıraktı tam olarak hatırlamıyorum. İşte o esnada, halının kıymetini daha bilinçli olarak takdir eder hale geldim. Tahmin edebileceğiniz gibi turist gruplarının en çok ziyaret ettikleri yerlerden biri halı dükkânlarıdır. Özellikle Avrupalı bir turistin Türkiye’den dönerken yanında götürebileceği en değerli geleneksel ürünlerden biri el dokuma halıdır. Turist grupları için yapılan 30-45 dakikalık halı sunumlarını hep hayranlıkla izlerdim. Birçok rehber sunum sırasında dışarıda çay-kahve içmeyi tercih ederdi. Ben ise her sunumu, bütün ayrıntılarına kadar takip ederdim çünkü her seferinde yeni bir şey öğrenirdim. Hayatla okuyarak ilişki kurma alışkanlığım da olduğu için elbette el dokuma halılar hakkında epey okudum.
El halısının endüstriyel halıdan en önemli farkı, yöresel, iklimsel, geleneksel süreklilikler olmasına rağmen hiçbir zaman birbirinin aynı iki el halısının mevcut olmamasıdır. Her halı en azından ayrıntılarda farklıdır. Rönesans sonrası resimde ressamın imza atmaya başlaması gibi, halıyı dokuyan genç kız da mutlaka bir köşeye bir imza atar. Ancak bu imzayı, yani farklılık, özgünlük işaretini görebilmek her zaman kolay değildir. Bunun için biraz da olsa halıdan anlamak lazımdır. El halısının Fordist-Taylorist seri üretimden en önemli farkı budur zaten. Makine halısında marka etiketi halının arkasındadır ve aynı halıdan binlerce üretilebilir. Oysa el halısında marka, yani alametifarika olan imza eserin içine gizlenmiştir. Her el halısı biriciktir. El halısı öncelikle kendi çeyizi için ürettiği bir şeydir genç kızın. Halının ticarileşmesi çok daha sonradır. Anadolu antropolojik kültürünün, yeni geleneğinin bütün dünyaya sunabileceği en değerli ürünlerden biridir el halısı.
Alametifarika Kusurda Gizlidir
Thorstein Bunde Veblen’in, Aylak Sınıfın Teorisi: Kurumların İktisadi İncelemesi başlıklı klasik eserindeki şu satırlar, meramımı anlatmama yardımcı olabilir:
“El emeğinin onursal işaretleri, her zaman değilse de çoğunlukla, el-yapımı eşyaların hatlarındaki belli kusur ve bozukluklardır ve işçinin tasarımı icra ederken nerelerde yetersiz kaldığını gösterirler. Bu nedenle, belli bir kaba işçilik payı, el-yapımı malların üstünlük gerekçesini oluşturur.” (Heretik, Ankara, 2016, s. 141)
Veblen’in de belirttiği gibi alametifarika çoğu zaman kusurda gizlidir. İmza halıya kusur olarak gizlenmiştir. İşte bu tür özgünlüklerden, halı okumayı bilenler için birçok ayrıntı görünür hale gelebilir. Genç kızın özellikleri, köyünün konumu, bitki örtüsü vb. veriler halıya içkindir. Oysa makine halısındaki teknik mükemmellik, işlevin mana üzerindeki mutlak iktidarının işaretidir. Endüstriyel halı saf işlevdir bana göre, estetik değildir çünkü artık anlamı yoktur.
Bugün elbette artık pek köy hayatı yaşamıyoruz. Yaşasak bile bunu cebimizdeki dönüş biletiyle yapıyoruz. Genç kızlar çeyiz düzmek yerine artık okula gidiyorlar. Hepimiz modernleştik, şehirlileştik, medenileştik. Okullaşmamız arttı, tüketim kalıplarımız değişti. Hayatımız AVM’lerde, kafelerde, birahanelerde geçiyor. Dolayısıyla el halısı da hayatımızdan yavaş yavaş çekiliyor. Hâlâ rehberlik yapan bazı arkadaşlarımdan duyduğuma göre Türkiye’de el dokuma halı üretimi neredeyse durmuş durumda. Piyasada Türk halısı diye satılan halıların büyük bir bölümü Çin’de üretiliyor. Wi-Fi çağında desenleri, tasarımları göndermek artık çok kolay. Çinli genç kızlar Milas, Yağcıbedir, Taşpınar, Kars halıları üretiyorlar. Türkiye’de el dokuma halının müşterileri arasında turistler hâlâ önemli bir yekûn tutuyor. Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları eskisi kadar el dokuma halıya rağbet etmiyor. Gençler, hızla zenginleşen, şehirlileşen sınıflar makine halısını tercih ediyor. Böylece geleneksel bir ürün modernleşen hayatımızda kendisine yer bulamıyor.
Veblen’in aynı kitapta yer alan aşağıdaki satırları Türkiye’de neden gerçek bir muhafazakârlığın mümkün olmadığını sanayi/zanaat ilişkisi üzerinden pek güzel anlatır:
“Gündelik kullanımdaki makine yapımı mallar, zarif tüketim titizliğine pek kafa yormamış olan bayağı ve görgüsüz kişilerde aşırı mükemmelliklerinden dolayı çoğunlukla hayranlık uyandırırlar.” (s. 141)
Yani görgüsüzlüğün bile bir sosyolojisi vardır! İnşallah ileride “Görgüsüzlüğün Sosyolojisi” başlıklı bir yazı yazabilirim. Ama benim derdimin mevcut meselelerle ilgili bir tür “olağan şüpheliler” listesi çıkarmak olmadığını yazılarımı düzenli takip eden okurlarım bilirler. O iş emniyet müdürlüğünün iş tanımına dâhildir. Bir sosyolog ise olup bitenin ardındaki nedenselliğe merak salar.
Günümüz Türkiye’sinin hızla toplumsal mobilite yaşayan ve kendilerine muhafazakâr diyen, ama bence fazla hızlı sekülerleşen İslamcı sınıflarının da el dokuma halıya ciddi bir ilgi gösterdiklerini göremiyoruz. Üstelik ağızlarından “gelenek”, “yerli ve milli”, “bu topraklar” gibi kavramlar düşmemesine rağmen. El halısı satın almaya ekonomik anlamda gücü yetebilecek orta ve üst gelirli İslamcılar da evlerini genellikle endüstriyel halılarla döşüyorlar. Bu da bir sosyolog olarak bana okuduğunuz yazını başlığını, yani “Halının Sosyolojisi”ni yapma imkânı verebiliyor. Yani emekli olduktan sonra Gazete Duvar’da ve Perspektif’te yazdığım ve başlığı “… Sosyolojisi” olan yazılarla alay edenlere ciddi bir cevap haline gelebiliyor bu yazının temas ettiği sosyolojik gerçeklik. Bu yazılar elbette belli bir abartı dozu içeriyorlar. Ancak bazen, hatta çoğu zaman abartmadan gösteremezsiniz. Tiyatro sahnesinde gündelik hayat sesinizle konuşursanız, sizi sadece ön sıralarda oturanlar duyabilir. Sahnede sesinizi duyurabilmek için fısıldarken bile bağırmayı becerebilmeniz gerekir. Bu da tıpkı halının bile sosyolojisinin olabilmesine benzer.
Kültürün Aşırı Siyasallaşması
Günümüzün iktisaden güçlü İslamcıları bütün o gelenek, bu topraklar, yerlilik ve millilik hayranlıklarına rağmen bu topraklardan çıkmış en geleneksel ve yerli/milli ürün olabilecek el dokuma halıya pek ilgi göstermiyorlar. Bence bunun temel nedeni modernleşme toplumlarında kültürün aşırı siyasallaşması, ideolojikleşmesi. Türkiye tipi toplumlarda bireyler bu tür konularda kişisel karar üretemiyorlar. El halısı üreten o genç kızlar kadar fark yaratamıyorlar. Gelenek onlar için makro siyasetin rant getiren bir söylemi. Yerlilik ve millilik oy getiren bir hamaset. Araba alırken, kıyafet alırken Batılı markaları tercih ediyorlar. Türkiye’de yerlilik/millilik söylemi erken Cumhuriyet’te olduğu gibi bir “yerli mallar haftası”na bile sahip değil! Hiçbir tüketim kararı, kişiyi tanımlayacak tutum, ilgili alana yönelik derin bir ilgiye, bilgiye, zevke, biricikliğe dayanmıyor. İşlevsellik artık kullanımdan gösterişe doğru hızla hareket edebiliyor. Metanın kullanım değeri geriliyor, gösteriş değeri daha öne çıkmaya başlıyor. Bu son cümleyi kurmak için biraz da olsun Marx ve Veblen aşinalığı yetebiliyor! Yani Marx ve Veblen günümüz Türkiye İslamcılarını tanımlayabiliyor. İslamcıları çözümleyen sosyoloğun Müslüman olması bir şart değil. Belki de İslamcı, yerli/milli sosyolojiye gerek yok, sadece sosyoloji yapılsa yeter de artar bile.
Uzun lafın kısası, insanların öyle veya böyle davranıyor olmalarının tek açıklaması mutlak iyi ya da kötü olmalarında değil. Sadece sahip oldukları ideolojiler veya siyasal konumlarla da belirlenmiyor. Eğer sosyoloji diye bir bilimi ciddiye alıyorsanız, bütün insan tutum ve davranışlarının ardında göz ardı edilemeyecek sosyolojik nedensellikler mevcut olduğunu kabul etmeniz gerekiyor. Yani bir el dokuma halının düğümlerinin içinde bile bir sosyoloji mevcut olabilir. Bu ülkede sosyoloji ciddiye alınmadığı sürece ben de kendi çapımda sonu “sosyolojisi” diye biten başlıklarla yazılar yazacağım gibi gözüküyor. Çünkü her alan biraz da inattır.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.11.2022
17.11.2022
7.11.2022
19.09.2022
26.08.2022
29.07.2022
12.06.2022
12.06.2022
6.05.2022
25.04.2022