Besim F. Dellaloğlu
Perspektif’te bu konuda yazmaya iki hafta önce “Laiklik Nedir?” yazısıyla başlamıştım. Onun ardından geçen hafta “Sekülerleşme Nedir?” yazısı geldi. Şu an okumaya başladığınız yazıyı sözünü ettiğim diğer yazılarla birlikte okursanız çok daha anlamlı olacağını düşünüyorum. Hatta ilk yazıda Türkçede kullandığımız “laiklik” kavramının bize geldiği dil olan Fransızcada laïcité ile laïcisme arasında bir ayrım olduğunu ama Türkçede her ikisine birden laiklik dediğimizi belirtmiştim. İlk yazının başında ise laiklik hakkında o yazıda açıkladıklarımın laïcité olarak laiklik olduğunu ifade etmiş ve laïcisme olarak laiklik hakkında ise ileride yazmaya söz vermiştim. İşte bu yazıyla verdiğim sözü tutmaya çalışacağım.
O yazıda belirttiğim gibi ilk anlamıyla laiklik; devletin, kamu erkinin bir sıfatı olarak ortaya çıkmıştır Kıta Avrupası tarihinde. İkinci anlamı ise bu niteliğin zaman içinde toplumsallaşması, kamusallaşması, siyasallaşması halidir. En basit biçimiyle söylemek gerekirse, ilk anlamıyla laiklik devletin özellikle din ve vicdan hürriyeti konusundaki renk vermeyen tutumunu ifade eden bir sıfat iken, ikinci anlamıyla laiklik devletin bu niteliğinin giderek topluma da nüfuz etmesi ve neredeyse bir ideoloji halini almasıdır. Her şeyden önce şunu belirtmeliyim: Laikliğin bu iki anlamı arasında elbette belli bir ilişkisellik söz konusudur. Devletin güçlü bir laiklik siyaseti uyguladığı toplumlarda elbette bu özelliğin belli bir dozda olsa ideolojileşmesi kaçınılmaz bile olabilir. Zaten esas mesele tam da budur: Olası dozaj aşımlarının, devletin laikliğine ve söz konusu toplumda din ve vicdan hürriyetinin kullanımlarına olan etkileri.
Yazının kalan bölümünde artık her seferinde başta yaptığım ayrımı tekrar etmemek için, ikinci anlamıyla laiklik demek yerine doğrudan laisizm diyeceğim. Osmanlı-Türkiye modernleşmesi, başlangıcından itibaren tahmin edeceğiniz gibi özellikle Fransız kültürü ve dili üzerinden Batı’yla ilişki kurmuştu. Dolayısıyla Batı’dan gelen birçok diğer kavram ve kurum gibi laiklik de Fransızcadan geldi. Sadece kavramsal olarak değil aynı zamanda uygulama olarak da en çok oradan etkilendi Türkiye’de laisizm. Kıta Avrupası tecrübesi içinde laïcité ile laïcisme geçişkenliğinin en yoğun olduğu ülkelerden biri Fransa idi. Kıta Avrupası diye özellikle ayırıyorum, çünkü Anglosakson toplumlarında, yani İngilizce dünyasında laiklik asla Kıta Avrupası’nda olduğu kadar güçlü olmamıştır. Orada dolaşımda olan kavram daha çok sekülerleşmedir. Bunun tarihsel nedenlerini inşallah başka bir yazıda ayrıntılandırma imkânım olur. Fransa, Kıta Avrupası’nda göreli olarak laisizmin en güçlü olduğu ülkedir. Ancak daha önce belirttiğim dozaj tartışması açısından özellikle Cumhuriyet Türkiye’si tecrübesiyle karşılaştırılamaz bile.
Yurttaşlardan “Laik” Olmalarının İstenmesi
O zaman nedir bu laisizm? Laisizm, özellikle Türkiye gibi modernleşme toplumlarında aslında devletin bir sıfatı olması gereken bir özelliğin, bütün topluma giydirilmeye çalışılması, yani toplumsal öznelerden, yurttaşlardan da ayrıca “laik” olmalarının istenmesidir. Yani kısaca laikliğin laisizm olarak bir modern siyasal ideoloji haline gelmesi, getirilmesidir. Bu konuda yazdığım ilk yazıda da belirttiğin gibi laiklik, devletin eylem ve tutumlarını niteleyen bir kavramdır, yurttaşların değil. Laiklik için devletin laik olması yeter. Ayrıca bir de yurttaşların laik olmasına gerek yoktur.
Türkiye modernleşmesinde bunun böyle olmasını artık birtakım siyasi kişiliklerin şahsi tutumlarıyla, dine yönelik yaklaşımlarıyla açıklamaktan bir an önce kurtulmak gerekiyor. Tarihsel süreçlere, her ne kadar siyaseten hâlâ sıcak olsalar da belli bir soğukkanlılıkla yaklaşabilmek, meselelere daha analitik yaklaşımlar getirebilmek lazım. En azından üniversite erbabının, okuryazar kamunun bu konuda daha olgun bir tutum sergilemesini beklemek fazla talepkâr olmak anlamına gelmemelidir. Benim daha önceki bazı çalışmalarımda öne sürdüğüm, şu an yazmakta olduğum yeni bir kitapta daha ayrıntılı olarak ele alacağım temel tez, Osmanlı-Türkiye modernleşmesi açısından kurucu iradenin, laisizmi aslında ulus-devlet merkezileşmesinde milliyetçilik açığını ikame edecek bir öge olarak görmesinde yatmaktadır. Yani Osmanlı toprağında çıkmış olan neredeyse son milliyetçilik olan Türk milliyetçiği, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçerken yeterli bir maya olarak addedilmemiştir. Osmanlı tebaasından arta kalan üzerine cumhuriyetin çatılacağı insan unsuru, Türklük ile Sünni Müslümanlık arasında bir yerde temellendirilmiştir. İşte laiklik de bu temelin çimentosu olarak düşünülmüştür. Elbette bunun ayrıntılarını kısa bir yazıda tamamlamak mümkün değildir. İleride bunu tamamlamayı düşünüyorum bir şekilde. Ancak burada önemli olan, laisizmin ayrıca bir siyasal ideoloji olarak topluma yansıtılması bu mayalanmayı kontrol edebilme çabasından kaynaklanmaktadır.
Bir bakıma özellikle Erken Cumhuriyet, kendisi devlet erkini laik bir biçimde kullanmak yerine, toplumdan laik olmasını talep etmiştir. Bu da aslında devlet açısından kendi laiklik açığını ikame etmek için yaptığı bir tercihtir. Bunu, ünlü Alman hukukçu Carl Schmitt’ten esinlenerek bir tür “siyasal desizyonizm” yani kararcılık olarak niteleyebiliriz. Yani bunun böyle olmasını isteyen devlettir ya da moda deyimle kurucu irade. Bu karar elbette tartışmaya açıktır ve tartışılabilir ama ben daha çok siyasi kamunun zaten en sevdiği tartışma konularından biri hakkında söylenebilecek pek yeni bir şey olduğunu düşünmüyorum. Ayrıca beni ilgilendiren daha çok bu kararın yol açtığı toplumsal sonuçlar. Konuya böyle bakmamın bir nedeni elbette öncelikle mesleki. Yani bir sosyolog olarak meselelerin sosyolojik boyutları beni daha çok ilgilendiriyor. Ama aynı zamanda bu kararın tarih içinde yol açtığı sorunlara gündelik siyasetin yüzeyselliğinin biraz dışında yaklaşabilirsek eğer, bugün yaşadığımız ve bir türlü aşmayı beceremediğimiz bazı meseleleri en azından daha yaşanabilir hale getirebiliriz. Yani bizler, sosyal bilimciler, kronikleşmiş sorunları öncelikle tahlil etmekten sorumluyuz. Suçlu, sorumlu aramak bizim görevimiz değil. O konudaki siyasi tercihlerimizi tüm diğer yurttaşlar gibi sandık kurulduğunda oy vererek yerine getirebiliriz zaten.
Laisizmin Modern Siyasi İdeolojilerle Rekabeti
Türkiye’de laikliğin siyasi kamuya inerek yurttaşları da kavrayan bir kimlik olarak ortaya çıkmasının birbiriyle ilişkili iki temel sonucu olmuştur. Birincisi, siyasal arenada laisizmin tüm diğer modern siyasi ideolojilerle rekabete girmesidir. Bu çerçevede laisizm artık milliyetçiliğin, muhafazakârlığın, liberalizmin, sosyalizmin, komünizmin, anarşizmin bir rakibidir. Bunu açıklamak için lafı fazla uzatmayacağım ve sadece CHP diyeceğim. Ama özellikle Bay Kemal’in son yıllarda bu konuda ortaya koymaya başladığı yeni tutumdan önceki CHP. Burada kimilerinin hemen gocunacağı gibi bir hakaret yok, hatta bir eleştiri bile yok. Dediğim gibi bu sadece bir tahlil. Bugün bile CHP seçmenine, kendinizi siyasi/ideolojik olarak tanımlayın dediğinizde, size vereceği en güçlü tanımlardan biri “laik olmak” olacaktır. Hep söyleyegeldiğim gibi bu, yurttaşın devletin bir sıfatı olan bir niteliği giyinmesidir. İşte Türkiye modernleşmesi tarihinde laïcité, yani devletin laikliğinden çok laïcisme, yani bir siyasi ideoloji olarak laikliğin güçlü olmasının ardındaki algoritma budur.
Devletin bu konudaki kararının ikinci önemli etkisi, teoloji-politik çerçevede ortaya çıkan sonuçlardır. Burada yeniden Carl Schmitt’i hatırlatmam gerek, çünkü teoloji-politik kavramını da ondan yola çıkarak kullanıyorum. O şöyle der mealen: “Modern siyasetin bütün kavramları ilahiyat kavramlarının sekülerleşmiş halidir”. Yani ne modernlik ve Aydınlanma ne de pozitivizm aslında teolojiyle politika arasındaki ilişkiye tam anlamıyla evrensel bir algoritma önerebilmiştir. Önermiş olsa bile kabul ettirememiştir. Türkiye’ye dönersek, laisizm, yani devletin laikliğinin toplumsallaşması, tıpkı laisizmin modern siyasi ideolojilerin karşısına bir rakip olarak çıkması gibi, aynı zamanda toplumda var olan inançlara, dinlere, mezheplere karşı bir seçenek olarak görünmesine neden olmuştur. Yani laisizm olarak göründüğünde laiklik, özellikle dindar kesimlere nerdeyse yeni bir dini tercih önerisi olarak gözükmüştür. Laisizm, yurttaşın da ayrıca laik olması talebi, Türkiye’de dindarlığın aşırı siyasallaşmasının temel nedenidir bence. Ne kadar paradoksal gözükse de İslamcılık bu anlamda Osmanlı-Türkiye modernleşme projesinin bir hasılasıdır. Laisizmin ötekisi olarak.
“Seküler Din”
Modernleşme projesine kendilerini yakın hissedenlerin bu söylediğimi anlamalarının hiç de kolay olmadığını ben de kabul ediyorum. Ama keşke mümkün olsaydı da bunu onların deyimiyle “samimi bir dindar” ile empatik, sempatik bir çerçevede tartışabilselerdi. Çok ayrıntıya girmek istemiyorum ama şu kadarını söyleyeyim: Buna, ilgili literatürde “seküler din” ya da “sivil din” diyorlar. Din ve vicdan hürriyetinin kullanım alanlarını vakumlayıp, onu bir siyasi-hukuki çitle çevirdiğinizde laisizmin bu sefer de Sünnilikle, Alevilikle, ateizmle, deizmle, agnostisizmle rekabete girmesi kaçınılmaz hale gelebiliyor. Ya da şöyle diyeyim: Siz bunu öngörmeseniz de iş oraya kadar varabiliyor veya öyle algılanabiliyor.
Yazının sonunda meseleyi toparlamak gerekirse, Osmanlı-Türkiye modernleşmesinde laisizmin gerçekten çok belirleyici bir rolü olmuştur. Artık bunu, tüm diğer büyük meselelerimiz gibi idrakimizin zincirleri olan ideolojilerden (Cemil Meriç) biraz mesafelenerek ele almamız lazımdır. Theoria geniş açıdan bakmaktır. Geniş görebilmek içinse biraz yükseğe çıkmak gerekir. Yükselebilmek için ise aslında belki de sırtımızda taşımamızın zorunlu olmadığı bazı yüklerden kurtulabilmek gerekir.
Bu üçüncü yazı oldu. Ben konuyu bitirmek istesem de, konu benim peşimi bırakmıyor! Daha bir süre bu konuya devam edeceğim gibi gözüküyor.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.11.2022
17.11.2022
7.11.2022
19.09.2022
26.08.2022
29.07.2022
12.06.2022
12.06.2022
6.05.2022
25.04.2022