Etyen MAHÇUPYAN

Etyen MAHÇUPYAN
Etyen MAHÇUPYAN
Serbestiyet Tüm Yazıları
Namuslu bir devlet...
18.09.2011
3400

Hrant Dink'in katledilmesinin ardından tam dört buçuk yıl geçti. Cenazesinde yüz binlerin üzerinde insan "Hepimiz Hrant'ız" dediler...

 

Yaşananı tam olarak bilmese de sezgisel olarak çoktan kavramış ve o içsel bilgiyi bugünlere taşımış olan yığınla kişi Hrant'ın duruşuna, hatırasına ve giderek kimliğine sahip çıktı. Onu sahiplenen bu geniş ve karmaşık kitle, söz konusu kimliğin basitçe 'Ermenilik' olmadığını, bu toprakları yüreğinde hissetmekten kaynaklanan bir bağlılık olduğunu çoktan anlamış ama seyirci kalmayı sürdürmüştü. Bu topraklarda halk seyirci olmanın bedelini çok ödedi... Ama hayata tutunmanın, kendini güvenceye almanın yolu da seyircilikten geçiyordu. Böylece meydan muktedirlere, halkı seyirciliğe itmenin avantajlarından yararlananlara, siyasi gücün rantını yiyenlere kaldı. Bu güruh devletin, dolayısıyla toprağın, vatanın ve onun bağımlı parçası haline gelen 'milletin' sahibi oldu. İstediğini 'milletin' içine dahil etti, istediğini dışarda bıraktı... Dışarda kalmaya razı gelmeyenleri ise bir biçimde ezdi ve yok etti.

Hrant dışarda kalmaya razı olmayanlardan biriydi. Gitmeye niyeti yoktu. Bu ülkede kalmak, ama devletin 'milletine' değil, toprağın toplumuna ait olmak istiyordu. Bulanık bir süreçten geçilirken, Türkiye'yi statükoya, vesayetçi tahakküme esir etmek üzere yola çıkanlar, provokasyon projelerine Hrant'ın hayatını da yem olarak dahil ettiler. Bir dizi gayrimüslim cinayetinin ortasına onun ölümünü de yerleştirdiler. Amaçları Batı'nın Türkiye'ye baskı yapması ve bu sayede ülke içinde milliyetçi bir atmosferin yükseltilip hükümet aleyhine mobilize edilmesiydi. Plan o denli açıktı ki, Hrant'ın öldürüldüğü günün akşamı hükümet yetkililerinden ve Başbakan'ın yakınlarından biri arayıp, asıl hedefin kendileri olduğunu söylemişti.

Bu yaklaşımda bir miktar kendini önemseme veya ölenin değerini küçümseme de sezebiliriz. Ama mantığın soğuk sesi bu değerlendirmenin doğru olduğunu söylüyordu ve nitekim sonradan da kanıtlandı. Böyle bir arka plan hükümetin önüne iki farklı psikolojik yol çıkardı. Birincisi esas hedefin kendileri olduğundan hareketle giderek bütün ölümleri, çekilen eziyetleri küçümsemek ve araçsallaştırmaktı... Diğeri ise bu ölüm ve eziyetlerin dolaylı da olsa kendileri yüzünden olduğuna dair bir sorumluluk hissiyle davranıp, acıyı sahiplenmek.

İnsanlar İslami duyarlılığı yüksek olan, ahlaki değerlere bağlılıklarını her fırsatta dile getiren Başbakan ve onun hükümetlerinden ikinci yolu seçmesini bekledi. Bunun en basit koşulu, yargının adalet yönünde ilerlemesinin sağlanmasıydı. Bu ise, bürokrasinin namuslu davranmasını ve yargıya yardımcı olmasını gerektiriyordu. Ne var ki bu davada sistematik olarak deliller karartıldı ve düpedüz gizlendi, açıkça yalan söylendi, suça bulaşma ihtimali olan kişiler kollanıp korundu. Dört buçuk yıl sonra halen bu gayri ahlaki tutum devam ediyor. Cinayet öncesi dakikalarda katile yardımcı olanların Agos önünde oldukları, telefonla konuştukları biliniyor, ama görevi bu konuşmaların saklanması olan devlet kurumu, gülünç olma pahasına bilgiyi saklıyor.

Eğer 'devlet' diye toparlayıcı bir özneden söz edeceksek, bu cinayette 'devletin' katilin suç ortağı olduğunu söylemek zorundayız. Hrant'ın katledildiği gün binlerce insan toplanıp sezgisel bir refleksle 'katil devlet' diye bağırmışlardı. Tarih bize bunu çoktan öğretmiş durumda... Devlet bu topraklarda defalarca katil oldu... Çünkü namuslu olmayı bilemedi...

O gün sokaklara dökülenler bütün hayal kırıklıklarına ve öfkelerine karşın umutlarını yitirmiş değiller. Hâlâ Başbakan'a seslenmeye çalışıyorlar. 'Hrant'ın arkadaşları' imzasıyla kamuoyuna sundukları son çağrıları devleti 'artık' namuslu olmaya davet ediyor...

"Sayın Başbakan... Arkadaşımız Hrant Dink'i öldürdüler. Beşinci yılına yaklaşan adalet arayışımız kadük kalmıştır. Dilekçe verdiğimiz topyekun devlet, kendini katile yakın gördü... Şikayetçiyiz... Sayın Başbakan, nedir daha derine inmeyi engelleyen o büyük kasabanın sırrı"? Nedir sözünüzü tutmanıza mani olan? Azınlıklardan gasp edilenin birazını geri vermeniz sebebiyle seslendirdiğiniz nutukta 'Bu ülkede hiç kimse ruh tedirginliğiyle yaşamayacak artık' diyordunuz Hrant'ın veda mektubuna atfen. İnanın tedirginliğimiz her zamankinden büyüktür... Görüneni, görünmeyeni, katillerimizi istiyoruz, adalet olsun, hak hakim olsun diye. Bizim hakkımız bizde saklı duruyor, helalleşmekten başka çarenin kalmadığı savaş yorgunu memleketimizde. Suallerimiz cevapsız... Adalet nöbetçisi "Hepimiz Hrant'ız" diyen yüz binlerin eli hâlâ vicdanında... Cevaplarımızı almadan susmayacağız, sormaya devam edeceğiz..."

İnsan düşünmeden edemiyor... Devleti tanımıyor muyuz? Nereden geliyor bu olumlu inat, bu her şeyin bir gün düzeleceğine dair umut? Anlaşılan bu toprakların hamuru halkı da dirençli kılmış. Devleti 'bilmelerine' rağmen, burada olmak, burada kalmak, kendilerini burada bütünün parçası kılmak istiyorlar. Gereken ise hayli basit... Namuslu bir devlet, o kadar.

 


 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar