Ferhat KENTEL

Ferhat KENTEL
Ferhat KENTEL
Tüm Yazıları
BİR VAKA OLARAK AKP, 'AYDINLAR' VE UMUT
11.11.2015
1956

 AKP 2002’de iktidara geldiğinde içinde ve etrafında çeşitli seslerin toplandığı, Kemalist ve vesayetçi devlet geleneği karşısında alternatif olma potansiyeli taşıyan bir partiydi.

Tabii ki böyle bir potansiyel taşımaktan ziyade, tam tersine, AKP’nin “dinci”, “gerici” olduğunu söyleyenler de vardı. Onlar bugünlerde “ne kadar haklı çıktıklarının gururunu” yaşıyorlar.

Onların AKP’ye atfettikleri anlam hep sabit kaldı. Onlara göre, kuzu postundaki AKP gerçek bir canavardı, ancak “takiye” yaparak, sahip oldukları “öz”ü saklamayı becermişti. Ve bu AKP yıllar sonra ele geçirdiği güçle, takiyenin arkasındaki gerçek yüzünü göstermiş oldu.

Ancak, bizim gibi “aydın” sıfatına sahip olan insanlar (“saflar”, “kullanışlı aptallar” vb.) ise “yetmez ama evet” türünden politikalar güdüp, “kaçınılmaz bir şekilde ülkenin geldiği felaketlere yol açmış oldular” ve üstelik bundan “utanmadılar”.

Kafalarındaki muhayyel bir “aydın” imajına, fikrine küfretmek çok nadir rastlanır bir durum değil. Bizim memlekette totaliterleşen sağlı-sollu her kafanın en kolay başvurduğu kolay yöntemlerden biridir “aydın” diye inşa edilen bir kategoriye küfretmek...

Toplumsal aktörlere niyet ve öz atfetmek

Kendi adıma konuşursam, işte bu kolay hedef “aydın”lardan biri olarak, hiçbir zaman hiçbir sosyal aktöre, toplumsal gruba –sözlerinden ve anlattıklarından bağımsız olarak- “niyet” atfetme kolaylığına girmedim. Anlamaya çalıştığım aktörün söylediklerini dinlemeye çalıştım. Hiçbirimiz “Tanrı” değiliz; yanlış analiz etmiş olma ihtimali her zaman mevcuttur; ama kendilerini kifayetiz ihtirasları içinde “küçük tanrıcıklar” olarak görüp, kafalarındaki ideolojiyi gerçek gibi görmeye ve dayatmaya çalışan ve de “değişmeyen gerçeklik” görmek konusunda mangalda kül bırakmayanlara kıyasla, herhangi bir kimliğin, hareketin zaman içinde ve güç ilişkileri içinde değişebileceğine inandım.

Bu yüzden, nasıl Sovyet Bolşevik yönetimi dönüşüp, nomenklatura gibi bir sınıf yarattıysa, nasıl Türk milliyetçiliği dönüşüyorsa, Türk solculuğu parçalanıp, dönüşüyorsa, Kürt hareketi değişip, dönüşüyorsa, İslamcı hareketin de değiştiğini ve daha da değişebileceğini kabul etmek için çok da âlim olmaya gerek yoktu. Bütün bu değişimleri toplum olarak gözlemledik.

Ayrıca Erbakancı döneme kıyasla Erdoğancı dönemin da başkalaştığını, bir toplumsal kökene ve İslami bir referans dünyasına sahip olan AKP’nin de 13 yıllık iktidarı boyunca değişip, seçkin bir zümre ve kültür yarattığını; tam da bu nedenle artık İslami hareketi temsil etmek bir yana, kapitalizme yeni bir hayat veren yeni bir sermaye sınıfı hareketi olduğunu da söyleyebiliriz.

Dolayısıyla, -gene kendi adıma konuşacak olursam- “felakete sebep olan aydın suçlamaları” karşısında, “yetmez ama evet” dediğim için pişmanlık değil; değişim beklentileri boşa çıkmış bir çok toplumsal kesim gibi sadece hayal kırıklığı yaşadım.

Ancak bu hayal kırıklığının bir nebze daha da önemli boyutu, umudu birlikte yaşarken, bir arada yürüyen insanların bir kısmının zaman içinde geldikleri ve saplandıkları “iktidar”la birlikte ne kadar çok kirlendiklerini görmek oldu.

Yani ben ve benim gibi “saf aydınlar”, umudu birlikte yaşadığımız insanları “ittifak” ya da kendi “ileri” hedeflerimize ulaşmak için “araç” olarak görmek yerine, tam tersine, demokrasi isteyen bütün kesimlerle birlikte yürüyüp, birlikte düşünmeyi ve değişmeyi, varılacak hedefi (herhalde mütevazı da olsa iyi bir şey olurdu!) de birlikte inşa etmeyi düşündük.

Ancak, iktidar kibrine ve kirine bulaşanların bizim gibileri sadece “bir müddet birlikte yol yürüyecekleri ittifak” olarak görmeleri ise hayal kırıklığı falan bile değil, sadece zavallılaşan birilerine karşı duyulan acımayla karışık bir öfke oldu.

Ortak düşmanımız “aydın”

Bir takım iflah olmaz saray soytarılarını ka’ale almaya bile gerek yok; onlar ceplerindeki iktidar kartvizitleri eşliğinde (ya da kendileri bizzat iktidarın ceplerinde), farklı seslere tam tahammülsüz bir halde, “tek ses” ayarı veriyorlar ve “memleket ne çektiyse halkına yabancılaşmış bir avuç aydından çektiği” yönündeki ezberi ortaya “tahlil” niyetine salgılıyorlar.

Bu açıdan, kafalarına uymayan aydınlardan nefret eden ama aynı zamanda “solcu” ve  “sağcı” tezahürleriyle aydın geçinenlerin birbirlerinden hiçbir farkları yok...

Ancak, AKP’ye gelen eleştirileri “ulusalcı / laikçi” bir kanatla ve bu kanadın “kendini yenik hisseden aydınıyla” özdeşleştirip, muhalefeti de tek bir “öz”de birleştiren Cihan Aktaş gibi, samimi bazı İslamcı aydınların kafasında da ciddi miktarda bir “ortalama aydın” fikri var ve bu aydınlarda da asla tek bir kategoriye giremeyecek olan aydınları -iki taraflı ve kutuplu memleketimizde- “karşı tarafa” yerleştirme eğilimi mevcut.

Örneğin Cihan Aktaş, “taşeron işçiler, maden ocakları, polis şiddeti, sosyal adaletsizliğin çeşitli göstergeleri, inşaat sektöründeki istismarlar, AK Partili siyasetçilerin kadın meseleleri etrafındaki söylemlerinde öne çıkan zaaflar, kültürel planda dostlar alış verişte görsün kabilinden, belediyecilik alanında ise savruk ve müsrif işler”gibi “bir çok konuda Ak partiyi eleştirdiğini” söylerken, aslında zaten o eleştirdiği aydınlarla aynı görüşleri paylaşıyor.

Sadece, bu aydınlar arasında birileri, bu eleştirileri söyledikten sonra, belki Aktaş ve benzeri aydınların açıkça dile getirmek istemediği eleştirileri daha dile getiriyorlar...

İçine girdiği devlet kabına uyum, İslam’la alakası olmayan korkunç bir kibir ve tüm topluma, gündelik hayata yayılan fiziksel ve sembolik şiddet gibi mesela...

Böylesine bir sonuç yaratan AKP kimliği karşısında duyulan duyguların,“tabii bir hak olarak görülen iktidarı elden kaçırmış olmaktan” kaynaklanan bir “öfke” duygusuyla alakası yok.

Tam tersine, AKP’nin sıradanlığını gördüğümüz günler yaşıyoruz. Geçmişte Kemalizm’i ve onun kibrini yaratan bir toplumda, nasıl herkesin o devlet kibrine düşebileceğini; memleketin sosyolojik analizinde bir merhale daha kaydetmek için, AKP’nin muhteşem bir “vaka inceleme” imkanı sunduğunu görüyoruz.

Bu nedenle, Türkiye toplumu ve toplum üzerine düşünenler için memleketin yaşadığı bu yılları “umutsuzluğu” üreten yıllar değil; çok daha büyük tecrübelerin kazanıldığı yıllar olarak görebiliriz.

Bugün iktidarla kirlenenlerin, yola çıktıkları ve geldikleri yeri görünce, daha başka ve yepyeni toplumsal aktörlerin de çıkabileceğini, dolayısıyla umudun her zaman mümkün olduğunu –radikal bir iyimserlikle- düşünmemiz gerekiyor.

FERHAT KENTEL / HABERDAR

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar