Hasan CEMAL
Bugün köşemi sevgili Can Dündar’a bırakıyorum, 29 Ekim’de Hamburg’da, Körber Vakfı tarafından düzenlenen Sürgün forumunda yaptığı konuşmayı aynen aşağıya alıyorum.
* * *
Buraya, Almanya’ya, üzerimde barut kokusuyla geldim; uğradığım silahlı saldırıdan kalma…
Ceketimde, yakılmış kitaplarımın isi duruyor hâlâ…
Kulağımda bütün ömrümü hapiste geçirmemi talep eden mahkeme savcısının sesi, tenimde, yattığım hapishanenin nemi var.
“Hainlere idam” diye bağıran kitlelerin görüntüsü gözümün önünde…
Geride kalan sevdiklerimin acısı yüreğimde…
Siz bu izleri görmüyorsunuz; çünkü onlar zihnimde kilitli… Gülümseyen bir çehrenin ardına sakladım hepsini…
Büyük bir depremden geliyorum ben…
Bir kısmımız enkaz altında kaldı; bazıları hâlâ çıkmaya çalışıyor. Çıkabilenler ise çıkamayanların acısını taşıyor içinde…
Bekliyor muyduk bunu?
Hayır.
Bütün belirtilerin var olduğunu, şimdi daha net görebiliyoruz. Beş yıl öncesine kadar, hala üstümüze çöken karanlığı, aydınlığımızla alt edebileceğimize inanıyorduk.
Bize yaklaşan tehlikeyi haber veren aydınlarımızı katlettiler birer birer, gözlüklerimizi kırdılar.
Bir park için isyan eden gençlere ateş açtılar. Gözlerinden vurdular en çok.
Göremez olduk.
Kaynayan kurbağa hikâyesini bilirsiniz. Kızgın suyu fark edip refleksle yerimizden fırlamayalım diye, ağır ağır ısıtılan bir kazanda haşladılar bizi…
Fark ettiğimizde çok geçti.
Yanıyorduk.
Kötülük, pusudaymış meğer; süngüyle, günah korkusuyla, “ayıp olur” kaygısıyla kitlenmiş bir kafeste gününü beklermiş.
Kara bir yel esti, kafesin kilidini kırdı. Kötülük salıverildi, taltif edildi, teşvik edildi. “En kötü”, rol model olarak seçildi.
Düne kadar günah olan, ayıp sayılan ne varsa, norm haline geldi.
Ve kötülüğün iktidarı başladı!
“İyiler” önce kabullenmekte zorluk çekti. İtiraz edenler, kötülerin çıktığı kafese hapsedildi. Kalanların çoğu korkup köşesine çekildi. Kötülükle savaşmak yerine, gaflete düşen iyileri suçlamak daha kolay geldi.
Beş yıl içinde, kendi ülkemizde sürgün haline geldik.
Her muhalif, peşinen bir sürgündür aslında…
Çoğunlukta olan toplumsal inancın, devletin çizdiği çerçevenin, genel kitlesel kabulün sınırlarını zorladığınız anda başlar sürgünlüğünüz…
“Hayır” dediğinizde, “hain” damgasını yersiniz.
Tolerans eşiği düşük, otoriter eğilimleri güçlü bir coğrafyadaysanız, yadırganmadan dışlanmaya, iftiradan tehdide, tacizden hapse, hatta ebediyen susturulmaya kadar bir dizi cezaya ve kopkoyu bir yalnızlığa hazırlıklı olmanız gerektiğini peşinen bilirsiniz.
Bu bilgi, kimini suskunluğa sürükler, kimini hapse, sürgüne, hatta mezarlığa…
Geçtiğimiz asrın en ağır sürgününü yaşamış bir halkın son temsilcilerinden Hırant Dink, “Ne zaman bir ağaç diktik de meyvesini yiyebildik ki” diye sormuştu; katledilmeden önce…
Bazısı, o meyveyi yiyebilmek için toprağından kopmaktansa, kendinden kopmayı yeğler.
Bu da zordur.
İlkinden dönüş vardır da, ikincisi dönülmez yoldur.
Bazısı ise fikrini terk edeceğine, fikrine tahammül edemeyen ülkesini terk eder. Gidenlerin ruh halini, şair Murathan Mungan birkaç sözcüğe sığdırmıştır:
Aslında giden değil, kalandır terk eden…
Bir başka göçmen, Theodor Adorno, “zihinsel sürgün”ü, “insanın evdeyken, kendini evinde hissetmemesi” diye tanımlıyor.
Ev, içinde çokça şiddet ve mutsuzluk barındırsa bile, istikrarlıdır. Baba ocağıdır, ana kucağıdır. Şiddetli fırtınada sığınabileceğiniz, elinizi attığınızda aradığınızı bulabileceğiniz bir güvenli limandır.
Şimdi bir an için, dönecek bir eviniz olmadığını düşünün. Bir ömür boyu iğneyle kuyu kazarak biriktirdiğiniz ne varsa alınmış elinizden….
Vücudunuzun şeklini almış huzurlu koltuğunuz, rahat yatağınız, gözününüz nuru kütüphaneniz, kediniz, köpeğiniz yok.
Hepsini bir anda geride bırakıp, dibini göremediğiniz bir boşluğa atlamak zorundasınız.
Ve bu sadece, onaylamanın konforu yerine itirazın riskini seçtiğiniz, boyun eğmediğiniz için ödediğiniz bedel…
Bunu ödememek için boyun eğer miydiniz?
Bizim yaşadığımız trajedi, bu soruya “Hayır” dediğimiz içindir.
Sen buraya ait değilsin!
İktidarın propagandasını hûşu içinde dinleyen büyülenmiş kitlelere, “Bunlar yalan. Uçmuyorsunuz, uçuruma düşüyorsunuz” diyebilecek bir cesaret, peşinden cezayı, yalnızlığı ve sürgünü getirir.
Karşılaşacağınız ilk cümle şudur:
“Sen buraya ait değilsin.”
İşin kötüsü, gideceğiniz yerde de sizi bekleyen cümle budur.
Bir süre sonra müzmin bir yabancı olduğunuza siz de inanmaya başlarsınız. Ve Stefan Zweig’in cümlesine gelirsiniz:
Hiçbir yere ait değilim.
Geçen bahar, Lüksemburg’da Stefan Zweig adına açılan bir sergiye gittim. Kapıdan girdiğimde karton kutular ilişti gözüme… Serginin toplandığını düşündüm önce; gerçeği sonra anladım:
“Sürekli eşya toplamak zorunda kalmış”, sürgünde bir yazarın, zoraki bavullarıydı onlar… Şimdi, kendisinin adını taşıyan sergide, birer teşhir vitrini olmuşlardı.
Zweig, “Günlükler’ini şöyle bitiriyor:
“Eşyalarımı topladım, hazırlandım. (..) Avrupa’nın işi bitti. Dünyamız çökertildi. İşte şimdi tam anlamıyla vatansızız.”
Sürgün, gittiği yere, ülkesindeki hayatını, sansürlenen fikrini, yasaklanan sanatını da götürür.
Türkçede, zorunlu olarak göçenlere “sürgün” denir.
Sözcüğün bir anlamı daha vardır:
“Yeni süren filiz.”
Sürgün, gittiği yerde sürgün vermesini, çiçek açmasını sağlayacak, daha uygun bir iklim bulabilir; ancak kökünden, suyundan, doğal florasından koparılan her bitki gibi, taşındığı toprakta kök salıp salamayacağı belli değildir. Ya tutunup meyve verir ya da kuruyup gider. Arası, bir fanus bitkisi olma tehlikesidir.
Hepsinin örneği var tarihte…
Nazım Hikmet, Yılmaz Güney, Ahmet Kaya...
Türkiye’nin en iyi şairlerinden Nazım Hikmet, yıllarca hapis yattıktan sonra ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Yurttaşlıktan çıkarıldı. Sürgünde memleket hasreti çekerek öldü.
Türkiye’nin en iyi film yönetmenlerinden Yılmaz Güney, yıllarca hapis yattıktan sonra ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Yurttaşlıktan çıkarıldı. Sürgünde memleket hasreti çekerek öldü.
Türkiye’nin en sevilen müzisyenlerinden Ahmet Kaya, “hain” damgası vurulduktan sonra ülkesini terk etmek zorunda kaldı. Sürgünde memleket hasreti çekerek öldü.
Şimdi üçü de ülkelerinde baş tacı edilen sanatçılar…
Şiirleri, filmleri, şarkıları her yerde…
Türkiye, asi çocuklarını lanetleyip başka topraklara defnettikten sonra mezarlarına kahraman madalyası takmakta mahirdir.
Naziler tarafından Alman vatandaşlığından çıkarılan Thomas Mann için de öyle olmadı mı?
Geçen sene, Türkiye’de bir TIR şoförü, “Erdoğan’a hakaret ediyor” diye eşini polise ihbar edince anmıştım Thomas Mann’ı…
Alman ordularının savaşı kaybetmesini istediğini yazarken, “Bu yazdıklarım oğullarımın eline geçerse onların beni gizli polise ihbar etmek zorunda kalacak olmaları, yaşadığımız felaketin boyutunu anlatmaya yeter” demişti.
En yakınlarınıza sirayet edebilen bir hastalıktır kötülük…
Dünyanın öbür ucuna da gitseniz, peşinizden gelir.
Nitekim Zweig’ın peşinden gitmedi mi? Onu, gidebildiği en uzak coğrafyada teslim almadı mı?
Yine “Günlükler”den örnek vereyim. Şu satırları, canına kıymadan sekiz ay önce yazmış:
“Eyfel kulesinde gamalı haçlı bayraklar… Zafer Takı önünde nöbet tutan Hitler’in askerleri…
Hayat, artık yaşamaya değmiyor. Neredeyse 59 yaşındayım. Önümdeki yıllar korkunç olacak. Bu aşağılamalara niye katlanayım ki?”
59’una yaklaşırken, eşyaları karton kutularda duran, ülkesinde ve dünyada popülizmin yükselişini dehşetle izleyen benim gibi biri için, bu satırların ne kadar sarsıcı olduğunu tahmin edersiniz.
Zweig’ın trajedisinde, günümüze uzanan dersler var:
Sürgün, gittiği ülkede özgürlük ve huzur bulacağını umar. Artık ne kapısında silah sesi olacaktır, ne polis tehdidi… Ne kaleminde pranga, ne dilinde kilit…
Ama öyle olmaz: Doğduğunuz ülkeden yükselen bulutlar, sizi takip eder, geldiğiniz ülkenin güneşini keser.
Bazen de içerden teslim alır sizi:
Ayağınızdaki çiçekten prangalardan biri, geride bıraktıklarınızdır. Kurduğunuz her cesur cümle, size haz verirken uzaktaki sevdiklerinizi tehlikeye atar. Yelkenleri indirmiş çoğu sürgün biyografisinin sayfaları arasında, rehin alınmış sürgün yakınlarının izi vardır.
Dile takılan bir başka kilit, dönüş umududur
Ağzınızdan çıkan her muhalif cümle, o umudu biraz daha uzağa iter; sizi, cümle cümle koparır doğduğunuz topraklardan…
Kimileri suskunluğun ya da itaatin, dönüş kapılarını açacağını sanır; ama yanılır. Dönse de, ne döndüğü yer, ayrıldığı ülke olacaktır; ne dönen, giden kişi…
Özetle, Türkçedeki acı tabirle:
“Gidip de dönmemek, dönüp de bulmamak var”dır.
Gidilen yere gelince…
Göçmenin göçtüğü yer, bir muammadır. Nereden zirveye çıkılır, nerede çamura batılır; bilemez. Dili yabancıdır, soramaz. Yara bere içinde yerleşene kadarki bölüm, en sancılısıdır. Dalından kopmuş bir yaprak gibi savrulurken bir yandan hasretle, öte yandan gurbetle cebelleşmek zorundadır.
Bu arada aidiyet hissinin konforundan uzak bir yalıtılmışlık, kaçınılmazdır.
Çünkü çıkıp geldiği yerde olduğu gibi, burada da “yabancı”dır.
Geçicilik duygusuyla bir türlü yerleşemez. Toplumdan dışlanmak, farklılığından dolayı ayıplanmak, istenmediği bir yere geldiği için zaman zaman küçümsenmek, onu mutsuz eder.
Mutsuzluk, depresyonu davet eder.
Oysa mültecinin, mutsuz olma, karamsar olma, hasta olma hakkı yoktur.
Yeni toprağında tutunabilmek için acısını içine gömüp her şeye sıfırdan başlamak, hayatını yeniden kurmak, karnını doyurmak, ülkesindeki yangına su taşımak, geride kalan yakınlarına çare bulmak zorundadır.
Ülkesiyle yakın temasta kalsa, sürekli dikiz aynasına bakan bir şoför gibi, önünü görmeyip kaza yapma tehlikesi vardır.
Hiç geri dönüp bakmasa, bu kez de köklerinden kopup boşlukta sallanmaya başlar.
İyi bir şoför gibi, sürekli arkasını kollayarak ileri bakmak zorundadır. Bilmediği trafikte, yalnız başına iken ve her hatasında lanetlenirken bunu yapması gerçekten zordur.
Kimi sokağa çıkmayıp tedavisiz bir melankoli ile içine kapanır.
Kimi öfkeyle suça dadanır.
Pek azı, o acımasız trafikte ayakta kalır.
Yüzyıl, bizi yeryüzüne rapteden yerçekimini ortadan kaldırdı adeta… İnsanlık, ipi kopmuş bir kolyenin başıboş incileri gibi dünyanın dört bir köşesine saçıldı.
Büyük fırtınada kimimiz başka coğrafyalara savrulduk; kimimiz boşluğa…
Bu belalı miras, 21. yüzyılda artarak sürüyor.
Savaş, şiddet veya başka nedenlerle yurdundan göçenlerin sayısı 65 milyona ulaşmış durumda…
Her üç saniyede bir kişi evini terk etmek zorunda kalıyor. Mültecilerin yarısı çocuk. Yüzde 84’ü gelişmekte olan ülkelerde…
Yani burada, zengin Avrupa’da değiller. Avrupa, silah sattığı savaşlardan kaçıp kapısına dayananları duvarların ardında bıraktı; kapılarını sımsıkı kapatıp kendini güvenceye aldı. Erdoğan gibi liderlere para vaat edip uzak topraklarda kamplar kurdurdu. Mültecilerin oralarda rehin tutulmasına ve pazarlık kozu yapılmasına göz yumdu.
Avrupa’ya ulaşmayı başaran mülteciler ise, yaşlı kıtada büyük bir değişimi tetikledi. “İşimiz, kentlerimiz, yaşam tarzımız elimizden kayıyor” paniği, kitleleri daha yüksek duvarlar vaat edenlerin kanatları altına sürükledi.
Almanya’da yarın AfD iktidar olursa, muhtemelen mülteciler geri yollanacaktır; ancak emin olun ki, çoğunuz kendinizi kendi ülkenizde mülteci hissedeceksiniz.
Tıpkı Türkiye’de birer mülteci haline gelen bizler gibi..
Sürgün, mayınlı tarladır!
Mezarınız da olabilir; tahtınız da…
Sizi suskunluğa gömebileceği gibi, dilinizin bağını da çözebilir.
Yerelden kopmak, boşluğa itebilir sizi; ama evrenselleştirebilir de…
Yalnızlaşabilirsiniz, ama kalabalıklaşabilirsiniz de…
Gittiğiniz ülkenin mazlumlarıyla yoldaşlık kurabilirsiniz; ama hükümdarlarıyla kolkola da girme tehlikesi de vardır.
Elia Kazan, Amerika sürgününde, 1950’lerin cadı avına katılmanın bedelini yarım asır ödedi.
Aleksandr Soljenitsin, Gulag Takımadaları eleştirisi kadar, sığındığı ABD’yi, Vietnam’dan erken çekilmekle suçlamasıyla da anımsanıyor bugün…
Buna karşın Frankfurt Okulu, Nazi Almanyasının sürgünlerinin birikiminden doğmuş bir bereketli meyvedir.
Sürgündeki yazarı bekleyen bir başka tehlike, kıskaçtan kurtulmuş, zincirlerini koparmış olmanın heyecanı ve hiddetiyle bir politik figüre dönüşmektir.
Siyaset, kaçınılmaz olarak kanına girer yazarın; onu, başka bir şey yazamaz hale getirir. Öfke, her zaman yaratıcılığın kırbacı olmayabilir; bazen onun kefeni olur.
Sürgün için elzem ama zor olan, kendisini köklerinden koparan baltayla hesaplaşmasını, fikre, sanata, edebiyata dönüştürebilmektir. Bunu başaramayan, intikam hissini yüreğinden atamayan, “sürgünde bir muhalif” olarak ölür.
Bir de ülkesine dönüp tutunamayanlar vardır ki onların trajedisi de ayrıdır. Savaştan sonra döndüğü Almanya’da aradığı kültürel iklimi bulamayınca sürgün Fransa’sına geri dönen Bruno Alfred Döblin gibi mesela…
Evine kahraman olarak dönenler yok mu?
Var tabii…
Gelin şimdi bütün bu kara bulutu dağıtalım ve sürgün macerasına bir de olumlu yanından bakalım:
Bu noktada Ernst Reuter’i anımsatmama izin verin.
Magdeburg Belediye Başkanı, Nazilere meydan okuduğu için 1933’te tutuklanıp toplama kampına gönderilmiş, orada dövülmüş, aşağılanmış, eziyet görmüştü.
1935’te tek bir bavul, henüz el konmamış bir pasaport ve cebinde pek az parayla Almanya’yı terk etmişti. Ayrılırken arkadaşlarına, “Belki 10 yıllığına çöle gideceğiz, ama günün birinde geri geleceğiz” demişti.
Çöle değil, kendisine kucak açan Türkiye’ye geldi. Tam da tahmin ettiği sürede, 10 yıl boyunca, hem yeni Türkiye’nin inşasına katkı yaptı, hem ülkesinin özgürlüğüne kavuşması için mücadele verdi. Savaş sonrası Almanya için bir yol haritası üretti.
Döndüğünde özgür Berlin’in Belediye Başkanı oldu ve ülkesinin ayağa kalkmasında görev aldı.
Tek bir bavul, henüz el konmamış bir pasaport ve cebimde çok az parayla geldiğim Almanya’da, Reuter’in hikâyesini okumak, umut veriyor bana…
Evet, mültecilik, evsizlik kadar, yurtsuzluk kadar, öksüzlük kadar ağır… Evet, mültecilik sancılı, çileli, hazin bir yaşam deneyimi…
Ama bir yazara, bir sanatçıya, akademisyene, entelektüele, siyasetçiye, yeni yollar, yeni kapılar, yeni ufuklar açan yanları da var.
Reuter’den 85 yıl sonra, barış isteyen bir bildiriye imza attıkları için kürsülerinden kovulan Türkiyeli akademisyenler, Almanya’ya geliyor. Asırlık bir göçü tersine çevirerek burada hem Almanya’nın, hem ülkelerinin geleceğine yatırım yapıyorlar.
Türkiye’de gerçeği savunma şansı bulamayan gazeteciler buradan haykırıyor gerçekleri…
Yerinden yurdundan edilmiş yazarların eserlerinden oluşan kütüphane bize, onca acıdan verimli bir külliyat çıktığını gösteriyor, ki buna ”Exilliteratur” adı veriliyor.
Son 10 yılda yerküreye damgasını vuran göç dalgasının, yepyeni bir yazarlar kuşağını ve sürgün edebiyatını doğuracağına kuşku yok.
“Sürgünce, acıların keskinleştirdiği kalemiyle, yazarlığın en verimli dillerinden biri olmaya devam ediyor.
Yanlış hayat, doğru yaşanamaz!
Sevgili hocam Ünsal Oskay, hep Adorno’nun “Yanlış hayat, doğru yaşanamaz” cümlesini tekrarlardı bize…
Ülkemiz artık tahammül edilmez hale gelince ve itiraz edenlerin tümü hapsedilince iki şey yapabiliriz:
Elimizdekini korumanın konforu için, -vicdan azabı çekerek- içine doğup büyüdüğümüz ülkeyle kirli anlaşmalara girişebilir veya umursamazlığın saten gözbağını takabiliriz.
Bir de ülkesini terk etmek zorunda kalanlar vardır:
1940’ta Almanya’dan İsveç’e kaçan Yahudi yazar Nelly Sachs gibi… Stockholm’e indiğinde dostlarının ilk söylediği şu olmuştu:
Şu andan itibaren, sahip olduğun tek şey, dilin…
Sachs, elindeki o tek sermaye ile 1966’da Nobel Edebiyat ödülünü aldı.
Adorno, “toplumdan kopma” ile “topluma tapma” seçenekleri arasında entelektüelin “askıda kalma” halini olumlar.
“Artık anavatanı olmayan biri için yazı, yaşanacak yer halini alır” der.
Yazıdan bir anavatan kurmak…
Zweig’ın “Hiçbir yere ait değilim” karamsarlığına karşı ilaç önerisidir bu…
Thomas Mann, bu karamsarlığı, meydan okuyan bir iyimserliğe çevirir:
“Ben neredeysem, Almanya oradadır.”
Yazar için, sanatçı için, siyasetçi için, akademisyen için, bu “ipini koparmış uçurtma hali”, tehlikeli ama verimlidir.
Ülkeden kopmak, canını acıtır insanın, ama aynı zamanda ruhunu özgürleştirir. Sizi yerleşik kalıplardan, üstünüze çöken önyargılardan, mahalle baskısından, çoğunluğa uyarak tehlikeden sakınma mecburiyetinden, diktatörleri güvenceye almak için uydurulmuş “milli çıkarları kollama” ısrarından kurtarır.
Önceden çizilmiş otoyollardan ayrılıp kendi patikalarınızı bulma fırsatı yaratır –ki o patikalarda yazar, genellikle tanımadığı kendisiyle de karşılaşır.
Ağzınızdaki bant, ayağınızdaki pranga, gözünüzdeki bağ çözülmüştür. Şimdi yalnız, ama bağımsızsınızdır.
Konforlu evinizden çıkıp kendinizi yeni bir evrende, yeniden varetme çabası, iddialı bir meydan okumadır. Aniden soğuk bir suya dalmak gibi, önce ürpertse de, nihayetinde dinçleştirir insanı, gençleştirir, cesaretlendirir, özgürleştirir.
Her koşula ayak uydurmak ve her koşulda ayakta kalmak, ne olursa olsun akıntıya kapılmamak, her yerde ve herkese karşı gerekirse tek başına itirazını sürdürmek, özgüvenini pekiştirir.
Sürgün, sürülene kendi yeteneğini, sınırların ötesinde test etme, dilini, derdini, mücadelesini başka diyarlara duyurma fırsatı da yaratır.
Öte yandan gittiği ülkeye farklı bakış açıları sunar.
Bir başka göçmen olan Edward Said Batı’ya, bağnazlığın, sadece İslam’ın bir yüzü olmayıp, Hristiyanlık, Yahudilik formları da olduğunu öğretmedi mi?
Bir göçmenler ülkesi olarak nam salan Almanya, bünyesine aldığı yabancıların enerjisiyle büyüdü, aynısını yapan Amerika gibi bir dünya devi oldu. Son büyük akında mültecilere kapılarını açarak gözdoldurdu.
Şimdi o yabancıları kovmak, hatta boğmak isteyenlerin Almanya’daki yükselişini dehşetle izlesem de, onların nefret mitinglerini, “Nefreti yeneceğiz” sloganıyla kuşatanların güçbirliğiyle umutlanıyorum.
Nasıl Alman dostlarım, Türkiye’nin özgürlük mücadelesinde bizlerle dayanışıyorsa, ben de ırkçılığa karşı mücadelede onların safında yürüyorum.
Bizi ülkelerimiz değil, ilkelerimiz ayırıyor artık.
İnandığımız ortak ilkeler için sınırları aşan bir dayanışma sergiliyoruz.
Diktiğimiz ağaçların meyvesini yiyebilmek için, yıkılan duvarların yerinde, nefretin değil, sevginin yetişmesi için mücadele ediyoruz.
Artık kabul edelim:
Bir göçmenler yerküresinde yaşıyoruz.
Belki çoğumuz, doğduğumuz topraklara bir daha dönemeyeceğiz. Doğduğumuz kentleri, yürüdüğümüz caddeleri, yüzdüğümüz denizleri, bir daha göremeyeceğiz. Eşyalarımız battal karton kutular içinde ülke ülke gezip duracak bizimle…
Memleket, üzerimizdeki barut kokusunda, ceketimizdeki iste, tenimizdeki nemde, sevdiklerimizin hasretinde yaşayacak.
Yolda yürürken, gülümseyen bir mülteci yüzü görürseniz, o tebessümün ardında bu acıların saklandığını bilin.
Bir gün aynı acıları yaşamamak için onların deneyimine kulak verin.
Bize düşen, acılara yenilmemek, acıları yenmektir.
Yeni yurdumuzda, yani yazıdan anavatanımızda özgürce yazmaya devam edeceğiz.
Türkiye’den uzak olduğumu söyleyenlere, Thomas Mann’dan bayrağı devralarak cevap vereyim:
“Ben nerede yazıyorsam,
Türkiye oradadır.”
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
3.03.2025
28.02.2025
20.02.2025
13.02.2025
28.11.2024
12.11.2024
24.10.2024
27.08.2024
20.04.2024
9.04.2024