Hilâl KAPLAN

İki devletli çözüm mümkün mü?
23.11.2012
3544

 Filistin ve İsrail arasında sağlanan son ateşkes, şüphesiz Filistin direnişinin zafer hanesine yazılmıştır. Mevcut durum, 2008 dünyasından ne kadar farklı bir yerde olduğumuzu bir kez daha göstermiştir. 'Dökme Kurşun' isimli İsrail saldırganlığının dört yıl önceki müdanasızlığında sürememesinin sebebi, kimi Ortadoğu uzmanlarının burun kıvırmaya devam ettikleri Arap Uyanışı sürecidir.

Ateşkes, İsrail tarafından bozulmaz ve muhafaza edilebilirse, direnişin bundan sonraki ilk hedefi ayrılıklarını bir yana koyarak BM nezdinde Filistin devletinin tanınması olmalıdır. Avrupa Birliği, Mart 1999'da, Berlin Beyannamesi'ne göre Filistin'in kendi kaderini tayin hakkı olduğunu kabul etmiştir. Tabii söz konusu Filistin, 1967 sınırlarına sadık kalacak olan bir devlettir.

İki devletli çözümden yana olduğunu söylese de ikircikli tavrını sürdüren ve Filistin'i BM Güvenlik Konseyi'ndeki veto kartını kullanarak tanımayı reddeden Amerika Birleşik Devletleri'nin de bu süreç içerisinde diplomatik yollarla sıkıştırılması sağlanmalıdır. Ancak iki devletli çözüme destek, nihai çözüm olan apartheid rejimin yıkılması ve çok uluslu/dinli tek bir devletin kurulması yolundaki adımlardan birisi ama şu an için en önemlisidir. Zira uluslararası çevrelerde sıklıkla dile getirilen iki devletli çözüm önerisi, gerçekleştirilebilirliği pek de tartışılmadan söylenegelen ama işlev olarak mezarlıkta yürürken ıslık çalmaktan pek de farkı olmayan bir klişeye tekabül etmektedir.

İsrail'in işgal ettiği Filistin topraklarının yanı sıra kurulması muhtemel bir Filistin devletine ait olması gereken topraklarda da yaşayan 500.000 yasadışı yerleşimci İsrailli var. Geçtiğimiz sene Haaretz'de yayımlanan bir anket çalışmasına göre Batı Şeria'da yaşayan yasadışı yerleşimcilerin yüzde 21'i yerleşimleri terk etmemek adına İsrail devletine karşı silah kullanmak dahil her tür yola başvurmaları gerektiğine inanıyor. Ayrıca yerleşimcilerin yüzde 54'ü hükümetin kendilerini yerleşimlerden çıkarmak hususundaki "otorite"sini tanımıyor. İsrail halkı referanduma gidip yerleşimlerin boşaltılması gerektiğine karar verse bile yasadışı yerleşimcilerin yüzde 36'sı bunu kabul etmeyeceklerini söylüyor. Kaldı ki referandum yapılsa bile yerleşimlerin boşaltılması noktasında İsrail halkının çoğunluğunun müsbet cevap vereceği oldukça düşük bir ihtimal.

İsrail aslında şu anda apartheid rejiminin uygulandığı bir devlet. Siyonist lobinin ABD yönetimi ve medyası üzerindeki etkisi olmasa bu gerçek başka herhangi bir devlet için çoktan ilan edilmiş ve uluslararası baskı uygulanmaya başlanmıştı. 1967'den beri başa gelen her Amerikan başkanı yasadışı yerleşimlere karşı çıktı. İsrail hiçbirini dinlemedi ama Amerika milyarlarca dolar yardımını İsrail'den hiçbir zaman esirgemedi.

Apartheid diyerek abarttığımı düşünüyorsanız şu tabloya bir bakın: Yasadışı yerleşimciler, Filistinlilerden farklı bir altyapıya sahipler. Onlardan farklı, yeni yapılmış otoyolları kullanıyorlar. Sayıları Filistinlilerden az olmasına rağmen İsrail onlara daha fazla su kullanma imkânı tanıyor.

Yasadışı yerleşimcilerin yaşadığı yerlerdeki Filistinlilerse günde defalarca kontrol noktalarından aranarak geçip işlerine gitmeye çalışıyorlar. Duvarları kurşun delikleriyle dolu apartmanlarda yaşıyorlar. Su tüketimi kısıtlı olduğundan yemyeşil bahçeleri olan yerleşimcilerin evlerine karşılık kurak bir hayat yaşıyorlar. İsrail'in yaptırdığı nöbetçi kuleleri tarafından devamlı gözetim altındalar. Evlerine her an İsrail askerlerinden oluşan bir grup gelip kamp kurabiliyor ve işgalci askerlerin her türlü isteğini karşılamak zorundalar. İsrail'in Gazze'yi âdeta bir açık hava hapishanesine çevirmesinden ve diktiği o devasa 'utanç duvarı'ndan söz etmiyorum bile... Hülasa, ayrı kanunları, ayrı evleri, ayrı yolları olan iki halktan bahsediyoruz ve yönetimde söz sahibi olan halkın çoğunluğu da başından beri bu ayrımın sürmesini destekliyor.

Eğer tüm bunlar bir "apartheid rejimi"ne kanıt teşkil etmiyorsa, ne ediyor diye sormak isterim. İsrail'in hakkının devlet olarak kalmak olduğunu savunanlar işgalini gün be gün "siviller" eliyle sürdüren ve bunu durdurmaya da aslında pek niyeti olmayan bir devleti savunduklarının farkındalar mı? Siyonist vizyon –ki İsrail'de devlet söylemi olarak savunulur- hiçbir zaman Filistinlilerin devlet olma hakkını içermemiştir. Nobel ödüllü İzak Rabin bile Oslo Barış Anlaşması sürecinde Filistinlilere hak olarak "devletten az bir varlık"şeklinde tanımladığı kısıtlı otoriteyi savunmuştu.

Netanyahu Amerika'daki en güçlü Siyonist lobi olan AIPAC'in geçtiğimiz seneki konferansında "Bizim için Kudüs'ü inşa etmek Tel Aviv'i inşa etmek gibidir. Kudüs konusundaki politikamız 42 yıl öncekiyle aynıdır. Yahudiler 3000 yıl önce Kudüs'ü inşa ediyorlardı. Bugün de inşa ediyorlar. Kudüs bir yerleşim değil, bizim başkentimizdir" demişti. Yani iki devletli çözümün Doğu Kudüs'ü Filistinlilerin başkenti olarak takdim eden önerisini tanımadıklarını Amerika'da açıkça dile getirmişti. Amerika'daki en güçlü Siyonist lobi AIPAC'in de bunun arkasında olduğu biliniyor.

Yani İsrail hiçbir zaman Filistinlilere yaşam hakkı tanımadı, bundan sonra da birdenbire elde ettiği topraklardan vazgeçip "insancıl" bir politika izlemeyecek. Bu yüzden İsrail devletinin meşru bir devlet olarak değil bir apartheid rejimi olarak tasdiki, barış içinde bir Arap-Yahudi toplumunun kurulması için elzemdir. Nüfus olarak fazla olan toplum muhtemelen Filistinliler olacağı için mezkûr barışın önce Birleşmiş Milletler nezdinde sağlanması gerekse bile uzun vadede yönetimin demokratik seçimlerle Filistinlilere bırakılması da hakkaniyetin gereğidir.

Kaynak:http://yenisafak.com.tr/yazarlar/HilalKaplan/iki-devletli-cozum-mumkun-mu/35090

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar