Hilâl KAPLAN

Hayırlı işler!
4.01.2015
1401

 “Artık CHP de öğrenmeli ki demokrasi dediğimiz şey sadece ve sadece artık sandıktan geçmiyor. Bugün Kürt siyasi hareketi, nasıl yüzde 40 küsur ile gelmiş AKP iktidarını masaya oturtup bilek güreşi tutuyor. Arkasında silahlı mücadele var. Onun getirdiği bir gözdağı var. Arkadaş biz de silahlı mücadeleye başlayalım demiyorum. Ama silahlı ya da silahsız mücadele etmek, bedelini ödemek, gericiliğe, faşizme, baskıya, her türlü çağdışı ideolojiye karşı ödevimizi yapmamız lazım. Bu ülke çok kolay kazanılmadı, kolay vermemeliyiz. Her şey daha yeni başlıyor.”

Katıldığı bir televizyon programında böyle buyurmuş Ayşenur Arslan. İyi ki ‘arkadaş biz de silahlı mücadeleye başlayalım’ dememiş. Dese nasıl olurmuş, kendisi Şişli cephesi mevzilerinde nerde ‘ödevini’ yaparmış, bilemiyoruz tabii. Kasetle götürülen ana muhalefet liderinin yerine monte edilen şahsı, pasif mücadelenin sembol ismi Gandi’yle özdeşleştirdikten dört yıl sonra geldikleri yer ibretlik olsa da, kendisini aydın gazeteci diye pazarlayanların iç savaşın kapısını vurma aşkı yeni değil.

Hemen her ay yeni bir ‘Türkiye Suriye olur mu, Lübnan iç savaşı dönemi öncesindeyiz, Mısır’daki darbe ortamı bize uzak değil’ yollu yeni bir analiz peyda oluyor. ‘Demokrasiye darbe’ isimli sözde özgürlükçü bildiriyi bile ‘darbe olur haa’ tehdidiyle bitirebilen bir seviyeden bahsediyoruz neticede.

Kanalizasyon çukurlarından bebek ölümlerine değin her şeyi, nerdeyse her ay bir caminin kundaklandığı Avrupa Birliği ülkerinin parçası olmayışımıza bağlayan bir diğeri de, ülkemizin “iç savaşın kanlı cehenneminden geçmeden” adam olmayacağını savunmuştu mesela. 
Yazı, “Türkiye, klasik analizlere izin vermeyecek kadar dar ve sığ bir toplumsal yapıya sahip” diye başlıyordu. “Makarna-kömüre oylarını satıyorlar”ın entelektüelcesi olsa gerek. Halkın tercihleri karşısında bu denli geniş ve derin analizleriyle havlu atanların, halkın geri kalanının birbirini boğazlaması ihtimaline güzellemeler yazması boşuna değil. Çünkü onlar, ‘ülke yansın, çıkan ateşte omletimizi pişirmeye bakalım’ derdindeler.

Tek umutları Ak Parti hükümetinin, öyle ya da böyle ülke yönetemez hale getirilmesi. Bu süreçte iki kişi mi ölür, iki yüz bin kişi mi, onlar için teferruat. Suriye’deki toplu katliamcı sistemden de, Mısır’da olan darbeden de Erdoğan’ı sorumlu tutmuş bir kafa yapısı söz konusu. Hele biz bir ölelim de, faturayı kendileri hariç herkese, önce Erdoğan’a, sonra Sünnilere, Alevilere, Kürtlere, Türklere istedikleri gibi bölüştürürler nasılsa.

Hem bakın aynı yazıda ne deniyor: “Bir de Türk-Kürt, Alevi-Sünni gibi devlet eliyle yaratılmış  “iç bölünmeler” yaşayan bu iki büyük kesim birbirlerine düşmanlaştılar.” İşte bunlar hep faturayı çıkarma zemin çalışmaları. Bu on yılda Türk-Kürt ittifakı hiç olmadığı kadar güçlenmiş, çözüm sürecinin nihayetlenmesi için yasal zeminde çalışılmaya geçilmiş, Rizeli bir bakkal amca bile ‘barış için Öcalan’ı evimde ağırlarım’ öznelliğine ulaşmış, Aleviler ilk kez devlet katında muhatap alınmış, en çok cemevi bu süreçte yapılmış, Dersim Katliamı için özür dileyen, Tunceli’ye Dersim adını iade etmeye hazırlanan cemevleri meselesini çözmeye çalışan bir hükümet gelmiş, fark etmez. Demokratik muhalefete falan ne hacet, ‘liboş’ işler bunlar. Ülkenin aydınlığa çıkması için Türkler, Kürtler, Aleviler ve Sünniler için tek çıkar yol var, o da birbirini öldürmekmiş. 

Nasılsa onlar ölmeyecekler. Zaten özenle zeminini hazırladıkları bir iç savaşta neden öldüğümüze ilişkin on binlerce dolarlık analizler kasmaya kaldıkları yerden devam edecekler. Hem Erdoğan da devrilmiş olacak. Mis. Hayırlı işler!

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar