Markar ESAYAN

Postmodern vesayet ve Erdoğan
11.11.2013
2677

 Son yurt tartışması ve Başbakan Erdoğan ile Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç arasındaki 'sitem' krizi ile yine görüldüğü üzere, temelde tartışılmak istenenin hep Erdoğan olduğu görülüyor. Erdoğan'ın bu konuda ara ara verdiği fırsatlar ortada ama, bir şahsın bu kadar tartışılıyor olması da anormal değil mi? Ülkede bir kutuplaşmanın neredeyse tutku derecesinde murad edilmesi, yaşanan her şeyin, söylenen her sözün buna göre yorumlanması 'doğal' bir muhalif süreci ima etmiyor. Kutuplaşma baskısının, 12 Eylül referandumunda sahneden çekilen kurumsal vesayetin yerini alması istenir gibi.

Kimse merak etmesin: Bir ülke, başbakanının, bakanlarının asıldığı, darbelerle milyonlarca kişinin hayatının mahvedildiği, devlet malı beyaz Toroslarla Kürt avına çıkıldığı, yüzbinlerce kişinin dindar, gayrımüslim, Kürt veya Alevi olduğu için fişlendiği günlerden daha fazla kutuplaşamaz. Halk oraları çokça test etti ve onaylamadı.

Toplumsal olaylar, yalıtılmış steril bir alanda gerçekleşmediği ve dünya da dikensiz bir gül bahçesi olmadığı için, bu değişim sancısı diğer tüm girdiler ile karmaşıklaşıyor. Kafaların karışması ise öfkeyi arttıran bir neden.

Oysa, Türkiye kökten değişir ve toplum 80 yıl sonra nasıl bir ülkede ve ne şekilde yaşayacağını ilk defa kendisi karar verirken, bu sancıların yaşanması kaçınılmaz. Üstelik bu kararları verirken, 80 yılın tüm travmalarını ve önyargılarımızı bu güne taşıyor olmamız ayrı bir zorluk. Geçmişin kutuplaşmalarını bugüne ciro ediyoruz. Erdoğan ise standart sapması yüksek, dindar ve farklı bir lider olarak paratoner gibi tüm şimşekleri üzerine çekiyor.

Türkiye'de kabaca iki toplumsal kesim var. Dindarlar ve Kemalistler... Dindarlar eşitliği hedefleyen demokratik bir mücadele ile temel haklarını alırken, 80 yıldır kendilerine taşınan maddi, manevi imtiyazlar ile Kemalist kesim bu durumun ülkenin rejimine -aslında kendi ayrıcalıklarına, keyiflerine, yaşam biçimlerine- zarar verdiğini düşünüyor.

Tesbit temelden yanlış olduğu için, CHP ve tabanı da güncel, itibarlı, iktidara aday bir siyaset üretemiyor. Bu nedenle 'ortak düşmanı' -AK Parti ve daha çok Erdoğan'ı- siyaset dışı yardımlarla hal etme saplantısından vazgeçemiyor. Bu haksız durum, hiçbir şey yapmasa dahi, AK Parti'yi sürekli güçlendiriyor. AK Parti'nin güçlenmesi ise bu kesimdeki korkuları ve depresyonu daha da arttırıyor. CHP'nin zamandışılığı siyasi alanı AK Parti'nin tamamen kaplaması sonucunu doğuruyor. Öyle ki, partinin Erdoğan ile yollarını ayırması ve hükümetin çatlaması dışında bir ümit kalmadığı düşünülüyor.

O nedenle, son hamle, 'AK Parti iyi, Erdoğan kötü' önermesi üzerinde yürüyor. Erdoğan'sız bir AK Parti'nin devşirileceğini çoğunluk görüyor. Çünkü demokratik sistem henüz güçlü bir liderin garantisi olmadan yürüyecek ve geri alınmayacak noktada değil. Bunu da Erdoğan'ın düşünmesi gerekiyor.

Ola ki Erdoğan sahneden çekildiği anda, 28 Mayıs 1960 veya 13 Eylül 1980 sabahı olduğu gibi her şeyin bir süreliğine 'güllük gülistanlık' olacağına emin olabilirsiniz.

11 yıldır, AK Parti veya Erdoğan'ın 'laiklerin' yaşam biçimlerini tehdit ettiğine dair savları destekleyecek somut bir yasa, uygulama ve işaret yok. Bilakis, devlet demokratikleşiyor, toplum gittikçe özgürleşiyor.

Ama bol bol kibirli itham var. Dindarların 'laiklerle' eşit olmaya başlaması, 'laiklere' somut bir zarar veriyormuşçasına zuhur eden bir ruh durumu ve yaratılmış plastik bir algı söz konusu. Mesela başörtülü binlerce kadının on yıllardır çektiği çile, yaşam biçimlerine müdahale değil, ama bu çilenin sona ermesi öyle. Bu, takdir edersiniz ki demokratça olmadığı gibi 'ahlaksızca' bir durum. Geçmişte evet ama, bu ahlaksızlığı günümüzde savunmak o kadar kolay değil. Bu yüzden Erdoğan üzerinde, 'tehlikeyi somutlaştıracak, ahlaksızlığı perdeleyecek' ve ondan 'tekin bir diktatör' çıkaracak algı kampanyası aralıksız sürüyor.

Yaşam biçimlerini teminat altına alan özel hayatın dokunulmazlığına dair düzenleme bu iktidardan geliyor ama, ilginçtir, bu öfkeyi daha da arttırıyor. Ya görmezden geliniyor ya da itibarsızlaştırılmaya çalışılıyor. Demek ki sorun bu değil. Lakin Erdoğan'ın -icraatı değil- bir konuşması, anında rejim krizine çevriliyor. Çünkü böyle bir Erdoğan 'ortak düşmanı' hal etmeye yarayacak bir iklimlendirmeye daha uygun. Özel hayata müdahale diye sunulan haberlerin 'ertesi gün hapı gibi' neredeyse tamamının üretilmiş olduğunu biliyorsunuz. Alkol düzenlemesinin aynısını yapan CHP'li Kadıköy Belediyesi'ne destek, AK Parti yaptığında kriz çıkması da bu nedenle.

Oysa AK Parti, kürtaj yasa denemesinde olduğu gibi, toplumsal limitleri ve uyarıları gördüğünde geri çekilmesini bilen bir parti.

Erdoğan ve bir kısım muhafazakar kesim ise, mümin olmak ile devlet adamı ve vatandaş olmak arasında çekmeye başladığı çizgiyi daha tam tamamlamış değil. Oysa Erdoğan ve Erbakan arasındaki en temel fark bu. Erdoğan, bir mümin olarak hakkı olan kişisel rezervlerini ifade ederken, ülkede yaşayan herkesin ahlakından ve iyiliğinden sorumlu olduğu yanılgısıyla hata yapıyor. Nitekim son kriz de, bu mantıkla edilmiş bir sohbetin basına sızması, Erdoğan'ın sözlerinin arkasında durması ve hatta bir adım ileri götürmesi ile gerçekleşti.

Erdoğan'ın olası riskleri görüp, mümkün olan en ideal, en öngörülü ve en hatasız şekilde davranması temennisi ise insana dair gerçekliği aşıyor. Üstelik bunu ülkede yapması gereken tek kişi de nedense sadece Erdoğan. Neden muhalefet, medya ve bizlerin tamamı da değil?

Hasılı, Erdoğan'ın seçimler ve halkın tercihi ile iktidardan uzaklaştırılması dışındaki her seçenek, AK Parti iktidarda kalsa dahi postmodern bir vesayet demektir. Bunun sanılanın aksine, hiçbir kesime fayda getirmeyeceğini hatırlatırım.

Olayın özü bu.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar