Markar ESAYAN
Suriye'deki iç savaş beş yıllık bir süreden sonra, dünyanın biraz daha dikkatini çekmeye başlamış görünüyor. Bunun hemen bir mucize yaratmasını beklemek doğru olmaz. Maalesef dengeleri değiştirme gücüne sahip zengin ve güçlü ülkeler, uzak diyarlarda yaşanan mezalimlere karşı çok yavaş tepki vermekteler. Öyle ki, ya o bölgede ulusal çıkarların tehlikeye girmiş olması, ya da tehdidin söz konusu sınırları aşarak küresel boyuta ulaşması gerekiyor.
Tabii son kıpırtının sadece Aylan bebeğin iç burkan fotoğrafından kaynaklandığını söylemek abartı olur. Avrupa'yı asıl endişelendiren, sayıları yüzbinleri bulan Suriye ve Ortadoğulu mültecilerin kıta Avrupa'sına yığılması oldu. Macaristan ve Avusturya'da yaşananlar Avrupa'nın yıllardır yaptığımız uyarının ciddiye almaya başlamasına yol açmışa benziyor.
Suriye ile sahip olduğu 911 km'lik sınıra rağmen beş yıldır savaşın yükünü (Ürdün ve Lübnan ile) sırtlanan Türkiye'nin yalnız bırakılmasının Ortadoğu'yu fiilen Avrupa'ya, Rusya'yı da Akdeniz'e taşıyacağını defalarca yazdık. Türkiye iki milyon üç yüzbin mülteciye kapısını açıp onları uygar şartlarda misafir ederek Avrupa'nın adeta sigorta sübabı görevini üstlenmişti çünkü. Ama bu durumun uzun süre devam ettirilemeyeceği de ortadaydı.
Ancak dikkatlerin biraz Suriye'ye yoğunlaşması bile Rusya'nın bölgeye fiilen girmesi ve Esed'e destek üzerinden sadece Tartus'u değil, olası Nusayri devletinin tamamını bir üsse çevirme girişimine de start verdi.
Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Ahmet Davutoğlu, BM Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmanın önemli bir bölümünü Suriye'deki içsavaşa ayırmıştı. Davutoğlu, Suriye'de Beşar Esed rejimi ve IŞİD'in saldırılarından kaçanların sayısının 5 milyonu aştığını belirtip “Uluslararası toplum artık hızlı bir şekilde harekete geçmeli ve güvenli bir alan oluşturulmalı” demekteydi.
IŞİD'in Suriye'de güvenlik zaafından doğduğunu ifade eden Başbakan Davutoğlu, Esad rejimine ve Suriye'ye ilişkin ise şunları söylüyordu:
“Suriye krizine çözüm düşünenler Esad'sız bir çözüm düşünmeli. Dünya artık şunun farkına varmalı, siyasi değişimle gerçekleşen bir geçişle çözümlenmeli. Esad çekilene kadar asla başarılı olmayacağız. Esad'sız ve IŞİD'siz bir düzenin kurulması lazım. Türkiye, terörizmin her türlüsüyle mücadele etmiştir. Terörizmin meşruiyeti olmaz IŞİD olsun, PKK olsun aynı şekildedir.”
Davutoğlu'nun ifade ettiği gibi, bir terör örgütünün alternatifi bir diğer terör örgütü olamaz. Bu denenmiş bir yöntem ama 20. yüzyıl şartlarında bile sonuçları felaket olmuş. Üstelik bu şartlar artık geçerli değil. Küresel ve teknoloji devrimini yapmış dünyamızda terör örgütleri Suriye veya Afganistan gibi şansız ülkelerde sınırlı hareket etmiyorlar, üstelik DAEŞ gibi devletleşme stratejisini uygulayan bir akla sahipler.
Suriye içsavaşında da sorun ancak kaynağında çözülebilir. Suriye'de Batı'nın kafasını karıştıran DAEŞ, Esed ve PKK/PYD konusundaki ideolojik farklılaştırmalar. Laik olan terör örgütleri ve tiranlar, radikal DAEŞ ve El Nusra'ya tercih ediliyor. Bunun saçmalığı ortada. Çünkü bunlar birbirlerini besleyip büyüten, varlıkları ile birbirini koruyan yıkıcı biçimler.
Öte yandan tüm bu haklı tesbitler, Suriye'de Esed ve DAEŞ sorununu aynı anda çözmek için gerekli olan ama sahip olunamayan eksikliği gidermiyor. Sahada DAEŞ ile savaşacak kara gücü yok. Esed ve PYD/PKK gibi tiranlık ve terör örgütleri bu eksiği kapama yolunda müttefik görülebiliyorlar.
Tam da bu noktada BM'nin varlık nedenine dönüyor ve düşkırıklığına uğruyoruz. BM'nin temel amacı dünya barışını korumak, riskli durumlarda devreye girmek, kitlesel kırımlar karşısında tiranlıklar ve diktatörlüklere gözdağı vermekti. Bunun kolay bir şey olmadığı ortadayken, BM'nin yanlış örgütlenmesi ve daimi üyelerin politik/stratejik tercihlerine mahkum olması bu rolü engelledi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan “Dünya beşten büyüktür” derken bunu anlatmaya çalışıyordu.
Kaldı ki BM bu konuda hiçbir hazırlık yapmamış da değil. “R2P Doktrini” tam da Suriye örneğinde uygulanmak üzere oluşturulmuş ve pek çok BM üyesinin imzasıyla kabul edilmiş bir konsept. Responsibility to Protect, yani “Koruma Sorumluluğu” bir ülkenin doğan afetler, siyasi nedenler veya saldırı nedeniyle kendi halkını koruyamadığı durumlarda BM'nin üç aşamalı bir planla harekete geçmesini sağlıyor. Koruma, düzen tesis etme ve inşa etme şeklinde özetlenebilecek bu misyonu BM Suriye için henüz harekete geçirebilmiş değil. Nedenleri ise belli. ABD'nin isteksizliği, Rusya ve Çin'in vetoları vs.
Ama asıl nedeni dünyayı paylaşma amacında yaşanan çekişme veya denge durumları. Nitekim Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov “tek kutuplu dünyanın süresinin dolduğunu” ilan etti.
Peki Suriye'deki içsavaş bir 3. Dünya Savaşı'na doğru gidiyorsa, Avrupa milyonlarca mültecinin baskınına uğrar ve DAEŞ terörü ABD ve Avrupa'nın iç sorunu haline gelirse ne olacak?
Olayın buraya doğru gittiğini görmemek için kör olmak gerekiyor. Bu anlamda sivil insanlar değerli değilse dahi, Batılı ülkelerin kendi menfaatleri adına bu sorunu Suriye'de çözme konusunda ortaya ciddi varlık koymaları gerekiyor.
Bunun için de Türkiye'ye haksızlık yapmayı bırakmak bir yana, sonuna kadar destek olmak kritik bir stratejik değişiklik olacaktır.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.05.2019
2.05.2019
24.04.2019
21.04.2019
18.04.2019
16.04.2019
13.04.2019
10.04.2019
3.02.2019
28.03.2019