Murat BELGE

Murat BELGE
Murat BELGE
Tüm Yazıları
Sosyal-demokrat
5.12.2023
241
Solun bütün çeşitleri, renkleri Marx’tan etkilenmiştir, kimi daha az kimi daha çok

“Değişim” deniyor, “yenilenme” deniyor. Halk Partisi içinde çeşitli çevrelerde bunlar sosyal-demokrat bir kimlik edinme anlamında söyleniyor, anlaşılıyor. “Sosyal-demokrat” olmak, evet, Halk Partisi için bir değişim ve yenilenme anlamına gelir çünkü Halk Partisi hiçbir zaman sosyal-demokrat olmadı. Buna en fazla yaklaştığı dönemlerde, örneğin Ecevit zamanında da sosyal-demokrat olmadı. Ancak şimdi durum daha karmaşık. Şimdi, yıllardan beri sosyal-demokrat olagelmiş partiler de değişme ihtiyacı duyuyorlar. Son otuz kırk yıl içinde dünya belki çoğumuzun teşhis edebildiğinden daha fazla değişime uğradı. Değişen bu dünyada “sol” ne demek? “Sosyal-demokrat” bu dünyada ne anlama geliyor? Ne anlama gelmeli?

Solun bütün çeşitleri, renkleri Marx’tan etkilenmiştir, kimi daha az kimi daha çok. Marx, dünyanın önüne sosyalizm ütopyasını koyarken bunu gerçekleştirecek somut, maddi gücün ne olabileceğini de düşünüyordu. Düşünmesi de gerekiyordu.  Onun verdiği cevap bilindiği gibi, “işçi sınıfı” idi. Özel mülkiyeti o lağvedecek, böylece “sınıfsız toplum”u o kuracaktı.  Bunu yapacak güce sahipti.  Örgütlüydü, kolay örgütlenebilme imkanları vardı. Sayıca büyük bir çoğunluk meydana getiriyordu.  Eksiği “beyin gücü” idi. Çünkü hayat koşulları onu fiziksel emek yönüne iteliyordu. Eğitimi yok denecek kadar azdı.  Marx bunu da düşünerek sosyalizmin gerçekleşmesi için işçi sınıfının “felsefe” ile buluşması gerektiğini söylüyordu.

Bugün burada mıyız? Marx’ın sözünü ettiği ve dünyayı değiştirmesini beklediği işçi sınıfı var mı, varsa nerede?

Sosyalist düşünce ile sosyalist politik pratiğin her zaman güçlü olduğu Fransa’da geleneksel olarak sola, özellikle de komünizme oy veren işçi semtleri, mahalleleri vardır. Bir süreden beri bu bölgelerin oy kullanma alışkanlıkları radikal bir biçimde değişti. Solun bu kaleleri şimdi Marine Le Pen’e veriyor oylarını. Ne oldu, nasıl oldu? Çok iyi bilmiyoruz ne olduğunu, ama durum bu.

Bu dediğim yalnız Fransa’da mı oldu? Paris’in proleter varoşlarında mı oldu bu değişim?  Hayır. Bütün dünyada oldu. Diyelim ki hain kapitalistler kendi hegemonyaları altında yaşayan işçi kitlelerini kandırmayı başardılar, onları “ehlileştirdiler”, devrimci potansiyellerini ellerinden aldılar. “Uyutulan kitleler” hikayesi. Ama yıllarca ve yıllarca, kendini “komünist” olarak tanımlayan toplumlarda oluşmuş proletarya ne yapıyor? Onlar bir komünist toplumda yaşadıkları için nasıl bir bilinç geliştirmişler?

Zengin ülkelerin işçi sınıfları bu ülkelere kapağı atmaya çalışan yoksul ülke göçmenlerini durdurmak üzere “gösteri, eylem” yapıyorlar. “Proletarya enternasyonalizmi”nin vardığı yer burası. 

Normal hayat pratiklerine baktığımızda işçi sınıfının geleceğin dünyasının sinyallerini veren yaşama biçimleri ürettiğini görmüyoruz. “Radikal” denebilecek düşüncelerle herhangi bir alışveriş içine girdiklerini görmüyoruz.

Bunlar, şüphesiz, değişebilir şeyler. Ama değişmeyi sağlayacak sürecin başı demek olan, “ne olduğunu anlama ve adını koyma” aşamasına bile geldiğimiz söylenemez.  Marx’ın Engels ile birlikte “Manifesto”yu yazdıkları günlerde gördüğü işçi sınıfının bugün de varolduğu, aynı potansiyellerle varolduğu inancına ilişmeden yaşıyoruz.  Dolayısıyla o günkü beklentilerimizin hiçbiri olmuyor, gerçekleşmiyor.

Dünya elbette değişecek, hem de çok radikal biçimlerde de değişebilecek.  Ama dünyada bir “sağ” ve bir “sol” olacak.  Kazandığı çıkarlara sıkı sıkı sarılıp muhafazakarlaşan kesimler hep olacak; “Bu işler böyle gitmiyor, değişim gerek” diyenler de hep olacak.  Bu çerçevede, neyin değişmesini talep etmek “sol” bir taleptir?  Ben kendi hesabıma bu alanda bir önermede bulunabilecek bir donanıma sahip değilim.  Kendimce birtakım “ihtiyat payları” koyarak şöyle bir şeyler söyleyeyim: sosyalizmi hep özel mülkiyetin ortadan kaldırılması olayının çevresinde düşündük.  Uzun vadeli bir hedef olarak bunun geçerliliği devam ediyor olabilir-muhtemelen ediyordur. Ama bu demokratik bir toplum için verilmesi gerekli mücadelenin ihmal edilmesi anlamına gelmemeli.

Geliyordu. Örneğin Türkiye’de “feminizm” ancak 12 Eylül’ü izleyen dönemde konuşulan, tartışılan bir konu haline geldi. Tartışılırken, “sol”u temsil etme iddiasıyla davranan belirli kişiler bu tartışmanın “davayı zayıflattığını” ileri sürdüler. Bütün enerjimizi özel mülkiyetin lağvedilmesi mücadelesinde yoğunlaştırmalıydık.  Kapitalizme vurulacak “bitirici” darbe burada mümkündü; bu darbe vurulduktan sonra geri kalan bütün sorunlar çözülürdü.  Şimdi bunu yapacak yerde yok kadın-erkek eşitliği, yok ev-içi emeği gibi işlerle uğraşmak sosyalist mücadeleyi sulandırırdı vb.

Oysa, hayır. Feminizmin hedefleri için, ırkçılığa, nükleer silah yarışına karşı, doğanın doğallığını korumaktan yana mücadele atmak, sosyalizm için mücadele etmekten farklı bir şey değildir.  Bunlar, sosyalizm mücadelesinin “asli” ögeleridir.  Demokrasi için, bütün kurumlarıyla ve bütün toplumsal alanlarda yaşatılacak bir demokrasi sosyalizmden farklı bir şey değildir. 

Deyip, şimdilik bitireyim. Ama bu sorunsal çevresinde kafa yormaya devam edeceğim. 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar