Murat BELGE

Murat BELGE
Murat BELGE
Tüm Yazıları
Kürt olmak
1.12.2025
56
El altındaki “davranışlar repertuarı” silahın “panzehiri” olarak gene silahı gösterdi ve buraya geldik. Herkes durduğu yerin kurallarına uyduğu için kazananı olmayacak bir kör döğüşüne girdik. Bakalım bundan böyle o sınırlı “repertuar”ın gösterdiği yolların etkilerinden kendimizi kurtarabilecek miyiz, yoksa barışın çok farklı ışığının altında Kendimize farklı bir dünya kurabilecek miyiz?

Son birkaç haftamızı bir tür “egemenliği altına alan” sorun İmralı’ya gitmesi beklenen “Heyet”le ilgiliydi. Sonunda heyet İmralı’ya gitti, Abdullah Öcalan’la bu “resmi” denebilecek ilişkinin birinci adımı atılmış oldu. Böyle olduğuna göre Devlet Bahçeli’nin çizdiği rotaya uyulduğu söylenebilir mi? Cevabı zor: heyet gitmesine gitti ama Bahçeli’nin dediği gibi gitmedi. Bir kere, giden heyet içinde CHP yoktu. Dolayısıyla tartışmaların odağı CHP’ye kaydı.

CHP’nin gitmeme kararı, Abdullah Öcalan’ın bu barış görüşmelerinde Kürt tarafının resmi sözcüsü olarak görmeyi kabul etmeme tavrı olarak yorumlanıyor. Bu da Öcalan’ın bu konumda olmasını “kazanılmış hak” olarak görme eğiliminde bulunan Kürtler açısından ciddi bir eksiklik sayılıyor. Nitekim bunu dile getiren çeşitli yazılar yazıldı, yayımlandı.

Bahçeli’nin hamlesi memlekette siyasi tarafların nerede durduğu, durması gerektiği sorununun altını üstüne getirdi. Bahçeli bu zamana kadar “kurucu önder” gibi etiketlerle Öcalan’ı taltif edecek olsa. “Vatan hainleri” diyerek o sesleri boğardı. Ama ne olduysa oldu, Bahçeli “bebek katili’nden “kurucu önder’e” uzanan bu uzun yolu bir sıçrayışta aşıverdi. “Barış istiyorsak ondan başka kiminle konuşacağız?” diye soruyor Bahçeli.

Sormasına soruyor da, yıllardan beri bu Devlet Bahçeli ve bir yığın Bahçeli değil mi, bunun ağır bir suç olduğu anlayışını yerleştiren?

Bu sorunumuza “karşılaştırmalı” bir çerçevede bakalım. Öcalan ve onu izleyenler “Ulusal kurtuluş” mücadelesi verdiklerini düşünüyorlardı, benzer mücadele veren bütün örneklerde olduğu gibi. Mücadelenin yöntemi de gene bu örneklerde olduğu gibi, gerilla savaşıydı. Bu mücadele içinde bulunanlar, kendilerini büyük engellerle çarpışmak gibi ciddi cesaret ve fedakârlık gerektiren bir uğraş içinde bulunan “yurtseverler” olarak görüyorlardı.

Gelgelelim, demokrat dünya aydınlarının bu. Değerlendirmesi, genel olarak, mücadelenin muhatabı olan ülkeler tarafından onay görmezdi. Türkiye’de yaşayan Türkler’in şikayetçi olduğu şeylerin listesinin sonu gelmeyebilirdi ama bunların arasında “Kürt olarak uğradıkları muamele yoktu, çünkü Türkler “Kürt” değildi.

Basit ve bariz örneklerden gidelim. Örneğin kültürümüzde yeri olan bir kavram var: “Şark Hizmeti.” Bu ne demek? Nasıl oluşmuş? Bu kavramın bir Kürt’e düşündüklerini bir Türk nereye kadar yaşayabilir?

Daha Osmanlı zamanında Kürtlerin bu ülkede yaşamalarının güçleştiği Konjonktürler oluşmuştur. Savaşta (Çanakkale ya da Kurtuluş Savaşı diyebiliriz) birlikte hareket edebilmiştik ama normal durumda yaşamak alışkanlıklarımızı birbirine uydurmak daha zor oluyordu. Malum, hatırladığımız isyanlar çıktı, silahlar konuştu. İsyanlar bastırıldı, kötü duygu tohumları da ekildi. Yirminci yüzyılda dünyada olup bitenlere kulak veren Kürt “intelligentsia” çok sayıda “ulusal kurtuluş” kavgaları gördü. 

Hepimiz bunların benzerleri arasından geçerek bugünlere geliyoruz. Bunun eseri olan bir birikim bizim hayatımızda da var. Kürt direnişi “isyan, ayaklanma” gibi deyimlerle anlatılır olmaktan çıktı, çok daha ciddi boyutlar edindi. 

Kıbrıs birleşiyor olsa, bu süreç içinde Yunanistan “Adanın dili Yunanca’dır, ikinci bir dile izin vermek düşünülemez” dese nasıl tepki verirdik? Ne tepki versek “haklı” da olurduk. Ama buradaki çoğunluk bunun gibi kıyaslamalar yapmakta fazla “antrenman”lı değil. Çünkü ideolojinin girdisini çıktısını belirleyen kurumlar oralarda değil.

Dolayısıyla “bebek katili” tarzı bir dil kullanmak baştan yanlıştı. Onun için şimdi, herhalde çok az “hemfikir” olduğum Devlet Bahçeli’yle bu konuda anlaşıyorum: Öcalan da gelinen bu noktada ve şimdi benimsediği pozisyonlarla bu sorunu içinde yeri olan bir kişidir.

Böyle “kurucu önder” gibi komplimanlarla donatılması şart olmayabilir elbette, ama müzakerede yeri var.

Dolayısıyla şu anda yapılan anketlerde halkın büyük çoğunluğunun süreçte Öcalan’a verilen rol hakkındaki olumsuz tutumunu karşılıyorum ama bunun sürekli kılınmasını beklemiyorum. Bu karmaşık sorunun açılmasında değişik (çok değişik) davranış tarzları oluştu, gündeme geldi. Taraflar durdukları yerin koşullarına göre biçimlenen tavırlar takındılar. Bir sorunun içine “silah” girdi mi her şeyin mantığı değişir. El altındaki “davranışlar repertuarı” silahın “panzehiri” olarak gene silahı gösterdi ve buraya geldik. Herkes durduğu yerin kurallarına uyduğu için kazananı olmayacak bir kör döğüşüne girdik.

Bakalım bundan böyle o sınırlı “repertuar”ın gösterdiği yolların etkilerinden kendimizi kurtarabilecek miyiz, yoksa barışın çok farklı ışığının altında Kendimize farklı bir dünya kurabilecek miyiz?

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar