Murat BELGE

Murat BELGE
Murat BELGE
Tüm Yazıları
Hey gidi hukuk
28.07.2025
159
Anglo-Sakson kültüründe yargıçlar duruşmalara başlarında peruklarla geliyorsa sözün kısası, hukuk, iktidar koltuğunda kimin oturduğuna göre biçim değiştirecek bir nesne değildir. İmamoğlu’nun savcısına göreyse, bunlar büyük ölçüde “palavra." Saygıdeğer savcının İmamoğlu ile “dostane” konuşması, AKP’nin yıllardır süren iktidarının, yani saltanatın devlet yönetimi felsefesinin özetini veriyor

Ekrem İmamoğlu sorgusunda, daha doğrusu sorgunun sonunda ifadesini alan savcının kendisine söylediği birkaç sözü aktardı. Bunlar dikkat çekti ve üzerlerine epey bir şey yazıldı. Yazıldı ama bence o birkaç cümlede çok derin “hikmet”ler var. Onun için ben de bu konuda bir şeyler söylemeden edemiyorum.

İmamoğlu “kulaklarıma inanamadım” diyerek aktarıyor sahneyi. Gerçekten inanılır gibi değil, ama bu belirli bir formasyon çerçevesinde bakarsanız böyle. “Türkiye’de insanların hukukla ilişkisi” formasyonundan bakarsanız gerçekliğin ta kendisinden söz ediyoruz. Gerçekliğin tastamam içindeyiz.

Neydi söylenen, hatırlayalım. İmamoğlu’nun anlatışına göre savcı ifade alma işini tamamlıyor, İmamoğlu kendisini koydukları yere gidecek. Savcı bir “kusura bakma” konuşması yapıyor. Diyor ki: “Yarın siz Cumhurbaşkanı olursunuz, masanın bu tarafına siz oturursunuz. Ben diğer tarafa geçerim, o zaman da siz bizi yargılarsınız.”

Bir savcı bunu sahiden söylemiş olabilir mi? Olabilir. Olur. Ben dahi benzerlerine tanık ve muhatap oldum. Demokrasiden nasibini almamış toplumlarda yargı alanında yer alan, dolayısıyla türlü hukuk dışı işi yapmak zorunda kalan insanlar buna benzer “teselli” konuşmaları yaparlar. En klasik olanı “Biz de emir kuluyuz” tipi bir şeydir. Ama bu savcının sözlerinde daha epey “hikmet” yatıyor. Savcı “politika” denen şeyi nasıl anlıyor, savcı olduğu için daha da önemlisi “hukuk” denince ne anlıyor?

Belli ki “hukuk” hayatın çeşitli kurallar, yasalarla oluşturulmuş yanının çiğnenmesini tesbit etmek ve bir “riayetsizlik” varsa bunu gene kurallar içinde cezalandırmak (ve böyle bir durum yoksa olmadığını ilan etmek) için muhtaç olduğumuz bir şey değil. Politika üstü örtülü bir savaş olarak anlaşılıyor (O örtü zaman zaman kalkabilir de). Böyle de olunca “rakip” kaçınılmaz olarak “düşman”dır. AKP iktidarı boyunca “düşman hukuku” kavramını sık sık dillendirdik; dillendirmemiz gerekti. Çünkü savcının sözlerindeki “hikmet” aslında AKP’nin, daha doğrusu Tayyip Erdoğan’ı “serdar” seçmiş AKP’nin hukuk anlayışını yansıtıyor.

Hukuk, iktidarın rakiplerini (yani düşmanlarını) susturmak için başvurduğu araçtır. Burada “araç” kavramı önemli. Hayatımız “araçlarla” dolu. “Kova” bir araç, “tarak” ya da “traktör” birer araç... Şüphesiz basit bir iş için kullandığımız araçla (kova ya da tarak) daha karmaşık işleri görmek için başvurduğumuz araçlar çok farklı; ama sonunda pratik bir amaca yönelik şeyler.

Peki, “hukuk” böyle değil mi? Elbette öyle; ama hukuk sözkonusu olunca onun ardında bir başka türlü “otorite” ararız. Başlangıçta hukukun kaynağı Tanrı idi. Kimilerine göre hâlâ öyle. Tarih boyunca hukuk da sekülerleşti. Ama biz insanların bireysel isteklerinden, değerlerinden farklı, onların üstünde, belirli bir nesnellik ve bir tür evrensellik taşıyan bir dil, bir söylem olduğu bellidir. Anglo-Sakson kültüründe yargıçlar duruşmalara başlarında peruklarla geliyorsa bu onların hukukun bu özelliklerine duydukları saygıyı temsil eder. Sözün kısası, hukuk, iktidar koltuğunda kimin oturduğuna göre biçim değiştirecek bir nesne değildir.

İmamoğlu’nun savcısına göreyse, bunlar büyük ölçüde “palavra." Politikada taraflar dine, mezhebe göre ayrışırlar. Başka türlü konuşsalar da altta yatan gerçeklik böyle belirlenmiştir. Kimse bağlı olduğu topluluğun ilkelerinden isteyerek kopmayacağına göre, uzun vadede anlaşmaları, kaynaşmaları mümkün değildir. Onun için sorun son analizde bir kuvvet sorunudur. Bu noktada savcı gene kendine göre “demokratik” konuşmuş: Bugün ifadesini aldığı adamın bir gün kendi ifadesini almasını kabul eder bir üslupla konuşuyor. Oysa durumu böyle gören ve benimseyen biri bu mücadeleyi “düşman”ı fiilen yok etme olarak da görebilir. Şu anda AKP çoğunluğunun böyle düşünmediğini gösteren bir şey de yok.

Temelinde bir değişmezlik yatan bir dünya görüşü. Taraflar belli, değişmez. Ancak birbirlerine eziyet edebilirler. Gene temelinde, adalete yer vermeyen bir dünya görüşü. Bir yolunu bulup iktidarı ele geçirirsin, üzerlerinde iktidar kurduğun insanlarla birlikte gerçeklik de üstün otoritenin buyurduğu biçime girer. “Rüşvet almış, X arkadaşımız öyle söyledi” der üstün otorite. “X arkadaş” kimdir, ne derece güvenilirdir, böyle konuşmakla bir çıkar elde etmiş midir... Rüşvet aldığı söylenen kişi ne yapmış da böyle bir suçlamaya muhatap olmuştur? Bunlar gereksiz sorular. Bunlar bizim için faydalı olmasını bekleyemeyeceğimiz sorular. Üstün otorite neye inanmamız gerektiğini açık seçik ortaya koyuyor. Laf ebeliği yapmanın yeri değil.

Saygıdeğer savcının İmamoğlu ile bu “dostane” konuşması topu topu on, on beş kelimeyle AKP’nin yıllardır süren iktidarının, yani saltanatın devlet yönetimi felsefesinin özetini veriyor. Bu böyle ama aynı zamanda bu iktidarın uyduğu genel dünya görüşünü de özetliyor. Onun için savcı beyin konuşmasının bütün kısalığına rağmen gerçekten çok uyarıcı ve çok aydınlatıcı olduğunu teslim etmek gerek.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar