Murat BELGE

Murat BELGE
Murat BELGE
Tüm Yazıları
Kaş yaparken göz çıkarmak
6.08.2025
72
Barış, bazı bakımlardan, savaşmaktan daha zor. Barışacak tarafların birbirlerine saygı duyması gerek. Her barışta, her anlaşmada taraflardan biri ya da öbürü avantajlar kazanabilir. Ama taraflardan birinin kendini “lütufta bulunan” olarak görmesi anlaşmayı baştan zora koşar

Devlet Bahçeli’nin başlattığı “PKK çıkartması” hepimizin “önemli sorunlar” listesinde başlarda gelme konumunu sürdürüyor. Ama bu “hepimiz” içinde İyi Parti’nin olayla ilgisi öbürlerinden epey farklı: Bahçeli’nin burada oynadığı rol onun Türk milliyetçilerinin gözünden düşmesine yol açacak mı, açmayacak mı? Bu konu, barış sürecinin tutması ya da tutmamasından daha önemli. Aslında bu milliyetçi kanat içinde Zafer Partisi de aşağı yukarı aynı durumda ama bu partinin Bahçeli’ye karşı çıkışı İyi Parti’ninki kadar velveleli değil.

İktidar blokunun bu hayli beklenmedik girişimini eksik ya da yanlış bulanlar arasında CHP de yer alıyor. Ancak İyi Parti’nin itirazlarıyla CHP’ninkiler tam olarak örtüşmüyor. CHP bu girişimin genel bir “demokratikleşme” hareketiyle birlikte yürümesi gerektiği (ama öyle olmadığı) noktasından başlatıyor muhalefetini. İyi Parti, İktidar blokunun PKK ve Öcalan’la

Toplumdan gizli tutulan bir yakınlaşmaya girmesini “affedilmez” bir yanlış olarak değerlendiriyor.

Ben CHP’nin seçtiği çizgiyi doğru buluyor, onaylıyorum. İyi Parti için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Bu yazıda bu konuyu açmak istiyorum. Açarken birilerinin canını sıkmam mümkün.

Abdullah Öcalan “Kürt sorunu” diye adlandırdığımız bu sorunu çözme yönteminin Türkiye Cumhuriyeti’ne savaş açmaktan geçtiğine inanan bir kişidir. Bu benim katıldığım bir teşhis değil. Yani, orta yerde bir sorun, kolay kolay çözülemeyecek bir sorun olduğu tartışma gerektirmiyor. Ancak bu “çözüm” tarafların birbirlerini öldürmeleriyle erişilir hale gelir mi, yoksa. Tersine, büsbütün içinden çıkılmaz hale mi getirir? Ben, ikincisine katkıda bulunacağı kanısındayım. Gelgelelim, bu gibi sorunların bu gibi mücadele yöntemleri gerektirdiğine inananlar arasında Öcalan ne birinci, ne sonuncu. Öcalan’ın bu sonuca vardığı yıllarda dünya konjonktürü de (Vietnam ve Kamboçya, bazı farklarla Şili) silahlı yönteme eğilim gösteriyordu. Özelikle Kamboçya örneği, bir hayli sert eylemleriyle dikkat çekiyordu.

Savaşan topluluklar birbirlerini “canım, cicim” diye selamlamazlar. Bu tip bir mücadele başlayınca, silahlı savaşın “sözlü” tarafında da Kürtler ve Türkler, olayın gerektirdiği “sözel şiddet”i kullanmaktan geri kalmadılar.

Şimdi bundan çok farklı bir ortamdayız. Bundan bütün toplumun mutlu olduğunu sanıyorum. Eleştirel bakanlar da “barış olmasın” demiyor, tersine, bu barışın güvenilir olmayabileceği endişesini taşıyorlar—ya da iktidarın anti-demokratik ve hatta yasadışı gidişi ile bu alanda bir ilerleme sağlanamayacağını söylüyorlar.

İyi Parti’nin ya da Zafer Partisi’nin “Savaş devam etsin” diyeceğini sanmıyorum elbette. Ama onlar “savaş dili”nde konuşmayı tercih ediyorlar. PKK’yı bu noktaya kim, nasıl getirdi, bilemem; ama gelmesi ve burada kalmasının iyi olduğunu söyleyebilirim. O halde “barış dili”ne geçmemiz de iyi olur. Getiren İyi Parti olmasa da, gelmesi İyi Parti için de olumlu olsa gerek.

Ama İyi Parti “katil” ve benzeri sözler söylemeden ağzını açmıyor. Bu, sanırım üstünde durulması gerekli bir durum.

Kürtler Abdullah Öcalan’ın politikasını yanlış buluyor olabilirler ama bu aynı zamanda onu bir şekilde sahiplenmelerine engel değil. Doğru, yanlış, ama Öcalan Kürt halkı için doğrusunu yaptığına inanarak yapmıştır. Bunu yapmakla hayatını tehlikeye atmıştır. Ve bunu yapmakla Türkiye’de bir Kürt sorunu olduğunu dünya kamuoyunun bilgisine sunmuştur. Bunlara “hayır, öyle değil” demek mümkün değil. Dolayısıyla Öcalan’ı bir kahraman olarak gören çok sayıda Kürd’ün yanısıra, onun çizgisinden gitmeyen birçok Kürt de “Serok”tan böyle söz edilmesini doğru bulmayacaktır. Sorunun “Türk” tarafını temsil etme iddiasında bulunan kesimin Öcalan hakkında böyle düşünmesi ve böyle konuşması onları incitecektir. Bu da, barış görüşmeleri yapmak için en elverişli ruh hali değil.

Barış, bazı bakımlardan, savaşmaktan daha zor. Bu gibi durumlarda “takt” dediğimiz konuşma ustalığı da bu “zorlaştırıcı” etkenlerden biri. Barışacak tarafların birbirlerine saygı duyması (ve böyle olduğunu karşı tarafa hissettirmesi) gerek. Her barışta, her anlaşmada taraflardan biri ya da öbürü avantajlar kazanabilir. Ama taraflardan birinin kendini “lütufta bulunan” olarak görmesi anlaşmayı baştan zora koşar. 

MHP ile İyi Parti arasında sıkı bir rekabet var. Türk milliyetçiliğinin önderi olmak, böyle kabul edilmek, belki Türklerle Kürtler arasındaki ilişkilerin düzelmesinden daha önemli görünebilir (uzun vadede). “Vay sen Apo gibi bir canavarla ittifak mı yaptın?” suçlamasını yapabiliyor olmak, bu rekabette bir tarafın ciddi bir avantaj kapmasına yol açabilir. Ama dikkat!.. Öbür sorun da boş verecek, hafif bir sorun değil. Ve bunu bir taktik avantaj haline getirmek ille de ”barışma sorunsalı” içinde bulunan bir tarafa hakaret etmeyi gerektirmiyor.

Ne için “barış” istiyoruz? Birlikte yaşamaya devam edebilmek için. Öyleyse...

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar