Murat BELGE

Murat BELGE
Murat BELGE
Tüm Yazıları
Müslüman-laik çatışmasının dinamikleri
2.02.2024
270
İki güçlü akım. Bu oldukça uzun tarih boyunca bitmeyen bir mücadele var, olagelmiş. Ama süreçte “başat” diyeceğimiz akım Batılılaşmacı akım. Zor kullanarak, şöyle, böyle. Ama sonuç olarak “başat”

AKP iktidarı hayatın her alanına müdahale etme misyonunu şevkle sürdürüyor. 

Elini sürdüğü yerde de tahribat yaratıyor. Ancak, bu iktidarı oylarıyla destekleyen kesimler sözkonusu tahribattan rahatsız olmuyor ya da olmuş görünmüyorlar. AKP’nin “kötü politika”sının en belirgin olduğu ekonomi alanında da benzer bir durum geçerli. İşte emeklilerin sefalet koşulları…

Gelgelelim, bunlardan yakınıp, dert yanıp, sonra seçimde gene AKP’ye oy veren azımsanmayacak sayıda insandan söz ediliyor. Bu niye böyle? Bu insanlar ekonomi sorunlarına da ekonomik olmayan anlayışlarla mı yaklaşıyorlar? 

Yalnız “ekonomi” de değil. Başta Tayyip Erdoğan olmak üzere, bir şeyler söyleyen (esip savurmak üslubuyla söyleyen), kestirip atan ve sonra o söylediklerinin tersini yapan iktidar mensupları artık bir gündelik olgu haline geldi. Muhtemelen gene aynı insanların bu sözleri dinleyip sonra tam tersi uygulamaları seyretmekten de rahatsız olmadıklarını mı düşünmemiz gerekiyor? Bu nasıl bir bağlılıktır?

Bu böyle bir bağlılık. Türkiye’nin yakın dönem tarihinin en belirleyici olayı sözkonusu.  “Batılılaşma”nın bu toplumda alınış ve algılanışı, yarattığı trauma ve yarattığı derin toplumsal yarılma… Cumhuriyet’ten çok önce başlamış: İttihat ve Terakki iktidarı ve 31 Mart deyin isterseniz, isterseniz Tanzimat deyin; “kısa” geliyorsa Vaka-i Hayriye’den başlayın ya da Lale Devri’ne kadar uzanan Kabakçı Mustafa’yı unutmadan. Önce başlamış ama Cumhuriyet tarihinin de tuzu biberi olmuş, darbelere gerekçe olmuş ama darbelerle giderilememiş “tehdit”!

“Türkiyeli kimliği”nin dayandığı ikileşme diyebiliriz.

İki güçlü akım. Bu oldukça uzun tarih boyunca bitmeyen bir mücadele var, olagelmiş. Ama süreçte “başat” diyeceğimiz akım Batılılaşmacı akım. Zor kullanarak, şöyle, böyle. Ama sonuç olarak “başat.”

İlk defa, AKP iktidarında (Tayyip Erdoğan önderliğinde) bu denge tersine dönmüş gibi görünüyor.  Bu zaten başlı başına ciddi bir araştırma konusu: o kadar kudretli görünen Kemalizm nasıl oldu da böyle “çaresiz” kaldı? Ama şimdilik bunu başka yazılara bırakalım.  Bu yazıyı olayın “mahiyet”ini tesbit etmek amacıyla yazıyorum.

Bugünlerde Mehmet Yılmaz bir yazı yazdı ve AKP iktidarının ekonomik alanda nasıl bir “sınıfsal” tavır aldığına dikkat çekti. Bugünlerde bayağı sık sık tartışılıyor: en tepedeki yüzde yirminin toplam gelirden aldığı pay. En alttakilere kalan vb. Besbelli ki iktidar açıkça en tepedekilerin yanında yer alıyor. Kafa göz yarmaktan da çekinmeden kendi burjuvazisini oluşturma faaliyeti yürütüyor. Mehmet Yılmaz bu faaliyet ve benzer tutumlardan yola çıkarak AKP olayının sınıfsal yönüne bakıyor ve yaşamakta olduğumuz olayın “kültürel” (dindar-laik, doğulu-batılı vb. çatışması) değil, sınıfsal olduğunu söylüyor. Aynı fikirde değilim (aşağıda anlatmaya çalışacağım nedenlerle) ama konuyu tam da düğümün adını koyarak açmasını çok yerinde buldum: “kültürel/sınıfsal.”

Türkiye’nin son iki yüz yılını nasıl geçirdiğini incelemek için Althusser’in işlediği “üst-belirlenme” kavramından yararlanıyorum. Marx, tarihi hangi dinamiklerin yürüttüğü, neyin “belirleyici” olduğu sorusunu sormuş ve buradan “altyapı/üstyapı” ayrımına gelmişti.

Belirleyici “altyapı”ydı ama Marx olsun, Engels olsun, bunu her zaman “son kertede”, “son analizde” gibi bir niteleme ile söylerlerdi. Mekanik bir ilişki değildi bu ve toplumdaki bütün yapıların birbiri üzerinde koşullara göre değişen belirleme etkileri vardı. Yerine göre üstyapının da öne çıktığı görülebilir. Bütün bu çelişik yapıların altyapının “son kertede” belirleyiciliği içinde aldıkları genel biçimlenme “üstbelirlenmeyi” verir.

Tabii üstbelirlenme üstyapıda bir alana belirleyicilik işlevini verdi diye altyapı “tatil yapmaz”, o da etkilerini genelde ve öne çıkan yapıda göstermeye devam eder.  Bu karşılıklı belirlenme hiçbir zaman kesintiye uğramayan, sürekli bir durumdur. Bu çerçevede Türkiye’de verilen “modernleşme” kararı toplumun aldığı bütün biçimleri, geçtiği bütün aşamalarla başa çıkma tarzlarını etkilemiştir ve etkilemeye devam etmektedir. Kararın kapsadığı alan son derece geniş olduğu için (“hayatın bütünü” diyebiliriz) etkisini de her an hissederiz.  Onun içinde hareket etmek durumundayızdır. Dolayısıyla elbette “kültür” bu oluşum içinde baş roldedir.

Böyle olunca da ekonomik sıkıntılar içinde bunalan emekli -“ikileşme”nin o hanesine mensupsa- gidip oyunu AKP’ye verecektir. “Nihayet toplumu inandığımız şekilde yönlendirme fırsatını elde ettik.  Bunu boşa harcayamayız.  Reis, eli rahatlayınca, bizim gelir işini de düzeltecektir.”

Dolayısıyla sözkonusu yüzyıllar içinde Batılılaşma ideali çerçevesinde yapılmış, uygulanmış çeşitli dayatmalar, zorlamalar bugün yeni biçimler alarak devam etmekte olan mücadele ortamında “gereksiz, geçersiz” değildir. Sorun, bu gibi konularla uğraşmak değil, bunlarla ve başkalarıyla etkili biçimde uğraşmanın yöntemini bilmemektir. 

Bilmenin ilk adımı, tanımak. Bu iki çizgi kocaman bir toplumun iki yüzyıl tutan kariyerinin temel temposunu oluşturuyor olmalarına rağmen, birbirlerini gerçek anlamda tanımıyorlar.  Kulaklarına doldurulmuş yalan yanlış şeylerden ötürü bildiklerini sanıyorlar ama aslında bilmiyorlar.

Bugün toplumun bu tedirgin yüz yüze gelişi bir “tanışma” fırsatı doğuruyor, ama ortamı belirleyenler bunun olmasını değil, olmamasını ve koşulların şimdiye kadar olduğu gibi devam etmesini isteyenler.  Korkarım gene onların dediği revaç bulacaktır. Bu ise Türkiye’nin “bir toplum” olma imkanını ciddi şekilde güçleştirecektir.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar