Murat BELGE
Pek fazla sekmiyor, hemen hemen her gün bir olayla –ya da olaya- uyanıyoruz. Bu olay çarpıcı, sarsıcı, kızdırıcı, üzücü, düşündürücü, bütün bunlar olabiliyor. Çok zaman resmen çıldırtıcı olabiliyor. Bunlarla örülü bir labirentin içindeyiz; dışarı çıkabilelim diye bize verilmiş ipin ucunu da kaybetmiş olarak. Ama çaresizlik içinde bakınırken, bu koridorlarda daha birçok ipin ucunu kaybetmiş kişinin dolaştığını görüyoruz. Labirenti oluşturan, labirenti yapan şey de bu dolaşmalar. Sonuçta herkes kendi hesapsız rotasını koruyarak kendi rotasını inşa ediyor.
Bu AKP politikalarının fiilen cereyan ettiği düzey. Bu düzeyde dolaşmaktan doğrusu bıktım. Şurada burada kalaşnikof, bilmem kaçıncı muhtarlar toplantısı ya da döviz terörizmi gibi konulardan uzaklaşıp bu toplumun önceden beri devam eden sorunlarına, dünyanın geri kalanıyla kurduğu ilişkilerine, bu dönem ve bu zihniyetin ezeli sorunlara verdiği yeni biçimlere, en önemlisi de sırtımızda bu yüklerle kendimize nasıl bir gelecek kurabileceğimiz sorusuna, biraz daha geniş uyruklu bir yerden bakmak istiyorum. Bu bakışı bugünkü koşullarda gösterecek manzaranın pek aydınlık olamayacağı belli. Ama olmasını istediklerimiz değil, gerçekte olanlar üstünde durmak zorundayız. Karanlık kehanetlerle moral bozmak kötü bir şeyse, olmayan pembe beyazlıklar yaratarak insanları kaçınılmaz hayal kırıklıklarına sürüklemek daha iyi bir şey değil.
Labirentle kaybolmayanlardan Ahmet İnsel geçen gün Cumhuriyet’te Türkiye’nin üç kırılma hattından söz ediyordu. Birincisi ve en kolay akla geleni Türk-Kürt ayrımı tabii. Bütün dünyada hâlâ en keskin ayrım etnik olanı. Bu ayrımın Türk tarafında durup, öbür tarafla empati kurabilen çok az kişi var.
İkinci ayrım Sünni-Alevi ayrımı. Sünni ya da Alevi kimliğini ciddiye alanlar için, her iki tarafta da ciddi bir ayrım. Çok uzun bir olumsuzluk birikimi var. Alenen alevlenecek bir birikim. Birbirlerini tanımıyor ve güvenmiyorlar.
Bu ikisi yetmiyormuş gibi ideolojik ayrım da var ve hayat tarzı ayrımıyla örtüşüyor sayılır. Modernler bir yerde geleneksel-mütedeyyinler öbür tarafta. Bu da öbür ikisinden daha kolay çözülür bir ayrışma değil. Yalnız doğuştan elde edinilen kimlik farkının olduğundan daha sofistik. Sonuçta, “nasıl yaşamalı” sorusunun çevresine toplanıyor ki bu da son derece önemli ve kapsamlı bir şey.
Bir toplumda böyle çatlakların bulunması o toplum için bir sağlık göstergesi değildir elbette. Bunu söylemekle topluma “çatlak” bulunmasının tehlikeli olduğunu söylemek istemiyorum; “böyle” çatlaktan söz ediyorum. “Doğuştan edinilen kimlik” denen; örneğin bir Alevi-Sünni ayrımının bir sorun olarak hâlâ yaşanıyor olması bir ayıp. Ama yaşanıyor. Etnik konu şüphesiz daha karışık. Bugün bütün dünyada, birçok yerde hâlâ şiddetle yaşandığı da bir başka olgu. Ama “sorun” olmaktan çıktığı çıkarıldığı yerler ve örnekler de yok değil.
Ahmet İnsel değindiğim yazısında sıraladığı bu üç çatlakta Erdoğan’ın çoğunluk tarafında durduğunu (bu çoğunluğu da “geleneksel-Sünni-Türk” diye adlandırabiliriz) bunun için de ülkede “çoğunluğun önderi” konumunda bulunduğunu söylüyor. Buna biraz daha yakından bakmakta yarar var. Çünkü doğruysa bundan çıkacak bir sonuç Erdoğan’ın “çoğunluğun önderi” konumunu sürdürmesi için bu çatlakların da sürmesinin gerekli olmasıdır. Yalnızca “sürmesi” de değil sorun. Bunlar hep vardı, ama varlıkları bu kadar endişe verici değildi.
Ama Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’sinde, Tayyip Erdoğan’ın politikasıyla üzerine benzin dökülmüş korlar gibi alevlendiler.
“Muhafazakâr-Türk-Müslüman” kesimin “değişmez önderi” olma konumu bu kesimin kendisini şu şekilde, bu şekilde bir tehdit altında hissetmesiyle kazanılır ve sürdürülür. Ancak bu kesimin söz konusu üç alanda karşısında ye alan azınlık gibi bir “tehdit” daha çok, elde olduğu var sayılan hegemonik konumun kaybedilmesinden duyulan korku şeklini alıyor. “Kürtler” denilince baş korku “Ya ayrılırlarsa” korkusu. Bunu vurguladığınızda normal olarak AKP’ye oy vermeyen, hatta düpedüz düşmanlık duyan kesimler de bakıyorsunuz, AKP’nin bugün uyguladığı politikaların yanında.
Alevilerin, Sünniler için bir “tehdit” oluşturduğunu düşünebilir miyiz? Şu ortamda onların talepleri cemevlerinin statüsü gibi, son analizde simgesel şeyler. Bazıları “Diyanet İşleri’nde biz de bulunalım” diyor. Ama “Diyanet İşleri bizim olsun” diyen yok, diyeceği olan da yok. O aynı “hegemonik konum” nedeniyle bu talepler de karşılanmıyor.
En çetrefilli ve sorunsal alan üçüncüsü, kabaca “kültürel” diyebileceğimiz alan. Çünkü bu “muhafazakâr- Sünni- Türk” çoğunluk orada “hegemonik” değildi; hattâ bir şekilde ezikti. Şimdi orada da bir hegemonya kurma uğraşına girildi ve bu, alanın kendi kural, ölçü ve gelenekleri çerçevesinde pek başarılı da olmadı. Olmadı çünkü Erdoğan saltanatında burada hegemonyayı ele geçirmeye çabalayan kesim bunun için gerekli asgari dinamizmden yoksun (bunun ancak birkaç bireysel istisnası var). Dolayısıyla en hararetli mücadele bu alanda sürüyor. Erdoğan da en etkili ateşlerini buradan püskürtüyor.
Buradaki hegemonya başka her şeyden önemli. Türkler’in Kürtler , Sünnilerin Aleviler karşısındaki hegemonik konumları yeni bir şey değil. Bu topraklarda bu ilişkiler başından beri aşağı yukarı böyleydi. Ama Batılılaşma denen “bela” başladı başlayalı hem en somut anlamı ve biçimiyle iktidarı elde tuttular, hem de kültürel-entelektüel üstünlüğü. Bu hegemonyanın maddi temelleri ilkin AKP iktidarıyla ciddi bir şekilde sarsıldı. Eski modernist hegemonyanın fiziksel iktidara dayanan kısmı AKP döneminde erozyona uğradı. Ama AKP işin bu kısmını kendine göre çözse de (bunun kalıcılığı da ayrıca tartışmalı tabii) gerisini getirecek entelektüel atılımı herhalde yapamayacak.
Ancak şimdi bu kesimde AKP’nin yapını iktidara atmasıyla başlayan süreçte edinilmiş iktidar kazanımlarını kaybetme korkusu elle tutulur bir biçimde hissediliyor. Dolayısıyla bu korkuyu kazanılmış iktidarı kaybetme enerjisine dönüştürme çabası da yoğun bir biçimde devam ediyor.
Dolayısıyla Türkiye tarihi çatlaklarını özenle ve ”şefkatle” diri tutuluyor. AKP gibi bir parti, aslında bu gibi sorunları büsbütün “çözmek” değil de, yumuşatmak, hafifletmek çözüme gidecek kanalları açmak bakımından var olmuş ve var olan partilere göre daha fazla imkân ve avantaja sahipti. Ama sonunda seçilen yol, bu yol oldu. Bu var olan çatlakları gidermenin değil derinleştirmenin yolu. Onlarla birlikte toplumda var olan her türlü ayrımı şimdiye kadar olduğundan daha antagonist bir kıvama getirmenin yolu.
Sonuç olarak son derece sakim, sakıncalı bir yol. Bu toplumun bütün güçlüklere, engellere rağmen demokratikleşme yolunda edindiği, birikimlere de yazık oluyor.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.06.2025
23.05.2025
21.05.2025
12.05.2025
5.05.2025
22.04.2025
31.03.2025
17.03.2025
10.03.2025
7.03.2025