Murat Sevinç
Sürpriz yok kuşkusuz, neden olsun ki! Türkiye’yi yönetenlerin öncelikleri belli. Feda edebilecekleri ve asla edemeyecekleri, belli. Yöntemleri belli. Başka türlü davranamazlar, çünkü başka türlü davranamıyorlar! Bir hafta dayanabildiler yalnızca ve dün bir bakan, mealen ‘İstanbul Kanal’a karşı çıkanların (çok yararlı bir yatırım olduğu için!) ülkeye virüsten daha fazla zarar veren ‘fırsatçılar’ olduğunu buyurdu, örneğin.
Fakat şu anda gözaltına alınabilecek, sövülebilecek, tutuklu yargılanabilecek, adli kontrolle serbest bırakılabilecek, işinden atılabilecek, işlevsiz komisyonlara havale edilebilecek, korkutulabilecek, vatan haini ilan edilebilecek bir hasımla; faturası Kavala ya da Demirtaş’a kesilip kayyım atanabilecek bir sorunla değil, dünyayı esir almış virüsle karşı karşıyayız. Mahalle bekçileriyle filan başa çıkılamadığı gibi, virüsü Edirne sınırına süremiyor, Bodrum sahillerinden botlara bindiremiyorsunuz. Hamasetle, marş ya da şiir okuyarak yok edilemiyor.
Ezcümle, soru bu kez ‘çalışılmayan’ yerden çıktı. Sıralara ve ele kola yazılmış eski kopyaların, minarelerden okunan ve tedirgin insanları iyice korkutan duaların, TV’lerdeki yarım akıllı soytarıların, Kanal İstanbul ihalelerinin, kabadayılıkların bir işe yarayıp yaramayacağını şimdiden kestirmek güç. Zor gibi. Çok zor.
Bana kalırsa yönetenler, elbette her şeyi ama her şeyi kusursuzca bildiklerine iman etmiş yönetenler, belli ki kendilerinin bizlere Allah’ın bir lütfu olduğuna inanmış yönetenler ve çevrelerindeki dalkavuk halesi, ahalinin ‘maddi ve manevi’ durumunu kavramaktan çok uzak. Başka bir gezegende yaşıyor gibiler. O ‘ahaliye’ kendi seçmenlerinin bir kısmı da dâhil, kuşkuları olmasın.
Muhalefet partileri seslerini, hemen her zaman olduğu gibi yeteri kadar güçlü çıkarmasalar da, takip edebildiğim kadarıyla Kılıçdaroğlu, Akşener, Karamollaoğlu ve Sancar kendi ‘gereklilikler’ listelerini kamuoyuyla paylaştı. Hepsinin önerilerinde makul ve gerekli maddeler var kuşkusuz.
Buna mukabil, olup biten her şeye dışarıdan bakan sıradan bir yurttaş olarak, keşke kendilerine, açıklamalarının tedirgin yurttaş kesimlerindeki ‘yalnızlık-terk edilmişlik’ duygusunu gidermediğini duyurabilseydim. Çevremde hâkim olduğunu gözlemlediğim ve çok haklı gerekçeleri bulunan ‘güvensizliği’ aktarabilseydim.
Yeni Türkiye’nin eşsiz rejiminde (ki rejimi en iyi anlatan görüntüler, Erdoğan’ın herkesten üç metre mesafede, diğerlerinin yan yana oturduğu toplantı fotoğrafları!), askıda bir anayasamız var. Ama var. Henüz yürürlükte.
Hal böyleyken Anayasa’daki bazı hükümleri ve haklarımızı bir kez daha hatırlatmak yararlı olabilir.
Muhterem okur,
Bizim vergilerimizle varlığın sürdürebilen devletin, ‘anayasal’ görevleri var. O anayasal görevler, bizlerin, yani yurttaşların haklarıyla ilişkili. Demokratik rejimlerin anayasaları, devletleri belli bir süre için yönetme yetkisi kazanmış olanların canlarının istediği gibi davranmasını engeller, yalnızca yönetenlere yetki vermekle kalmayıp devlete çok sayıda görev de yükler.
Anayasa’nın ‘değiştirilmesi teklif dahi edilemez’ nitelikteki ‘ikinci’ maddesine göre, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelindeki ilkelerden biri ‘insan haklarına saygı’dır. Türkiye devleti, her eylem ve işleminde, sınırları iç ve uluslararası hukukça ve hukukun sürekli gelişen ilkelerince belirlenen ‘insan haklarına’ uygun hareket etmek zorunda.
Bu bir görev. İlke.
Anayasa’nın ‘beşinci’ maddesi ‘devletin temel amaç ve görevlerini’ sayar. Buna göre, “Devletin temel amaç ve görevleri… kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak, kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
Sayılanlar devletin görevi. Anayasanın emri.
Anayasa’nın 10. maddesi, ‘kanun önünde eşitlik’ başlığını taşır. Herkesin, ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşit olduğunu hükme bağlar. Dördüncü fıkrasına göre, “Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz.”
Demek ki devlet, ”Evde kal” derken, bunu herkese, çalışmak zorunda olanlara da söylemek ve onlara, zorunlu olarak evde kaldıklarında yaşayabilecekleri geliri temin etmek durumundadır. Devlet, hem Sabancı ailesine, hem amele Mehmet’e “Evde kal” deyip amele Mehmet’i kaderiyle baş başa bırakamaz. Bu durum, Mehmet’in aleyhine tanınan bir imtiyazdır.
Anayasa’nın 15. maddesi, olağanüstü durumlara ilişkindir ve ‘temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması’ başlığını taşır. Maddenin ikinci fıkrasına göre, en ağır koşullarda dahi (savaş, seferberlik, OHAL) kişinin “…yaşama hakkına, maddi ve manevi varlığını bütünlüğüne dokunulamaz.”
Yaşam hakkı, maddi ve manevi bütünlüğün dokunulmazlığı (yani değeri) bu ölçüde mutlak işte.
Geldik, 17/1’e: ‘kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı’ başlığını taşıyor. Hükme göre, “Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.”
Ayrım tanımayan bir haktır. Yaşam hakkımızdır. Maddi ve manevi varlığın geliştirilmesi, hakkımızdır. Yaşamı korumak, devletin görevidir. Tercih hakkı yoktur yönetenlerin. Yurttaş arasında ayrım hakkı da. Hal böyleyken, “Evde kal” sloganı, ancak yurttaşın evde kalabilmesini sağlayacak koşulların yaratılmasıyla mümkündür. Eğer maddede, ‘herkes’ yerine ‘Burak Özçivit’ ya da ‘Sabancı’nın çocukları’ yazıyor olsaydı durum değişirdi; ancak ‘herkes’ yazıyor. Herkes.
Anayasa’nın 49.maddesi, ‘çalışma hakkı ve ödevi’ başlığını taşır ve der ki: ‘Devlet… çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak…‘ amacıyla gerekli tedbirleri alır. Çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları korumak zorundadır devlet. Devlet, her bir yurttaşını ve ‘çalışanını’ yaşatmakla, korumakla yükümlüdür. Bu bir görev.
Anayasa’nın ‘sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması’ başlıklı 56. maddesine göre; “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir…” Ayrıca sağlık kuruluşlarının planlanması; devletin, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak amacının gerçekleştirilmesini gözetmeye yöneliktir.
Yukarıda andığım düzenlemeler, anayasayı her açanın bir çırpıda bulabileceği hükümler. Demek ki her birimiz ve muhalefet partileri, temel anayasal haklarımızı yüksek sesle gündeme getirebiliriz. Getirmeliyiz. Şimdi değilse ne zaman!
Devlet, olağanüstü koşullar sona erene dek, yaşamak için her gün sokağa çıkmak zorunda olan yurttaşların, evde ‘insan gibi yaşamasına yetecek miktarda gelirle’ oturmasını sağlamalı. Bu bir görev. Aksi halde, işe gitmek zorunda olan insanlara ”Evde kal” demek; en zor durumdakilerin gözden çıkarılması dışında bir anlam ifade etmez.
Yaşam hakkı, ‘sağlıklı yaşam talebini’ barındırır. Farklı yorumlar gerektiren ötanazi yani ‘gönüllü ölüm’ vs. tartışmalarını bir yana bırakalım; yaşam hakkı, devlete ‘yaşatma görevi’ yükler.
Hocalarımızın hocası ve 1961 Anayasası’nın mimarlarından, 1997’de yitirdiğimiz Bahri Savcı’nın ‘Yaşam Hakkı ve Boyutları’ adlı kitabından bir alıntıyla, Bahri Hoca’ya bırakmak istiyorum son sözü: ‘Yaşatmacılık’ kuralının devlete yüklediği ödevler şunlardır: 1. Bireyin, beden bütünlüğü ve sağlığı içinde dünyaya gelmesini sağlamak. 2. Yaşamın, fizik, biyolojik, moral, entelektüel bir bütünlük içinde sürmesini sağlamak. 3. Sefaletten, gereksinmeden, ekonomik açıdan gelecek kaygısından kurtulmayı sağlamak. Yine devlet, kişilere güvenlik içinde yaşadıkları duygusunu da verebilmelidir ki, bunun koşulu, devletin hukuka bağlılığının sağlanabilmesidir: “…yaşatmacılık kuramı, Devlet için, özdeksel olarak örgütlenme zorunluluğu yaratır; yaşamı tüm tehlikelerden kurtulmuş kılacak olan, bugünün içindeki ve yarınki bütün yaşam kaygı ve kuşkularının silinmişliğini verecek olan bir örgütlenmedir bu… Buna artık, ‘güvence’ denmektedir” (Savcı, 1980: 93).
Devlet yurttaşına sağlıklı yaşam ‘güvencesi’ sunmalıdır. Vergi veriyoruz. Haklarımız var.
Eğer işe gitmek, ev dışında çalışmak, kişinin ve çevresindekilerin yaşamını tehlikeye atıyorsa evde oturmak bir insan hakkıdır. Anayasal haktır. Devlet, yurttaşının evde oturması için gerekli tedbirleri almakla görevlidir. Bu bir tercih değil, anayasal yükümlülüktür…
Uyarı: Olağanüstü önlemler-yasaklar, ancak olağanüstü hal koşullarıyla temellendirilebilir. Anayasa’da temel hakların nasıl sınırlanacağı hükme bağlanmıştır. 13. maddeye göre bu, ancak ‘kanun’ ile mümkün. ‘Umumi Hıfzıssıhha Kanunu,’ ya da ‘İl İdaresi Kanunu’ gibi mevzuatın hâlihazırdaki anayasa hükümleriyle çelişen yanları olabilir ve var. İdareye tanınan yetkiler olmakla birlikte, bu yasalara dayanarak sokağa çıkma yasağı ilan edilemez. “Ben yaptım oldu,” başka bir şey, ‘anayasallık’ başka. Birkaç yıl önce İl İdaresi Kanununa dayanarak valiliklerce ilan edilen sokağa çıkma yasakları Anayasa’ya külliyen aykırıydı. Yaptılar, çünkü yapabildiler. Eğer bir kez daha yapılırsa, yine aykırı olur.
Bu durumda, sokağa çıkma yasakları ancak OHAL ilan edilerek konulabilir. Fakat sokağa çıkma yasağı talep edenlere şunu hatırlatmak isterim: Türkiye’de OHAL ilan edilirse, cumhurbaşkanının ‘OHAL kararnamesi’ çıkarabileceği hesaba katılmalı. Bu özel koşullarda, temel hak ve özgürlükleri de büyük ölçüde kapsayacak ve AYM (kendi saçma sapan kararı nedeniyle!) denetiminin dışında olacak kararnameler. Bir kişiye, çok önemli konularda neredeyse yasama gücünü devretmekten ve olağanüstü yetkiler tanımaktan söz ediyoruz. Sütten ağzı yananlara ayrıca hatırlatılır!
Özetle: Eğer OHAL ilan edilmeden sokağa çıkma yasağı kararı alınırsa anayasaya aykırı olur; yok eğer anayasa uygun biçimde önce OHAL ilan edilirse, bu kez de ‘OHAL kararnameleri’ riski ortaya çıkar. Değneğin iki ucu bu halde.
Hal böyleyken naçizane önerim, “Evde kal” sloganını boş laf olmaktan çıkarıp ‘anlamlı’ hale getirmek ve bu günleri OHAL’siz atlatmakta. Hiç zaman kaybetmeden, herkesin evde kalabilmesi için ‘ücretli izin’ gerekiyor. Herkesin hakkı. Lamı cimi yok. Muhalefet partileri başka hiçbir şeyle ilgilenmemeli. Evde oturabilen bizler, durup dinlenmeden, bir an susmadan aynı şeyi talep etmeliyiz: Ücretli izin!
Özellikle küçük üreticinin, esnafın birkaç ay sonra da yaşayabileceğini bilmesi, bunun için gerekli desteğin sağlanması.
Bir de tabii, başka bir felaketi engelleyebilmek için, özellikle siyasi gerekçelerle mahkûm edilenlerin serbest bırakılması.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları





















































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
7.12.2025
23.11.2025
21.11.2025
14.11.2025
30.10.2025
26.10.2025
12.10.2025
3.10.2025
14.09.2025
11.09.2025