Murat Sevinç
Dördüncü yazı…
‘Hükümet sistemi tartışmalarına’ ilişkin yazı dizisinin ‘dördüncüsüne’ bir anıyla başlamak istiyorum. 1994 yılının 14 Temmuz günü, Güney Londra’da bir Fransız lokantasında garsonluk yapıyordum. Gece iş bitince tüm lokanta çalışanları ve o saatte dışarıdan gelen eş dostları, ‘Devrim’ kutlamasına başladı. Fransız Devrimi’nin simgesel günü olan, Bastille’in devrimciler tarafından basıldığı 14 Temmuz. Patronundan bulaşıkçısına kadar, çalışanlar büyük coşkuyla ‘Devrim’ kutladı. Ne bekliyordum bilemiyorum ama yine de şaşırtıcı bir manzaraydı benim açımdan. Öyle kof bir milliyetçilik filan değildi tanık olduğum, Devrim’e yönelik içten bir heyecan, sahiplenme ve yurttaşlık gösterisiydi. Hâlâ hatırladıkça heyecanlanıyorum.
Bulaşıcı etkisi belli ki özellikle milli bayramlarda artan salgın nedeniyle ‘sınırlandığı/ yasaklandığı’ ilan edilen 30 Ağustos Zafer Bayramı törenlerine ilişkin haberleri okuduğumda anımsadım o kutlamayı. ‘Sahip çıkmanın’ ve kendini ‘yurttaş hissetmenin’ anlamını belleğime kazıdığım o geceyi.
Konuya geleyim…
Her yazıda olduğu gibi, tekrar: Parlamenter sistem, başkanlık sistemi ve yarı başkanlık sistemi, hükümet sistemleridir. Devlet biçimiyle ya da siyasal sistemin demokratik olup olmamasıyla ‘doğrudan’ ilgisi yok. Bunlar farklı düzeylerde ele alınması gereken konu ve kavramlar.
Önceki yazılarda ‘parlamenter sistem’ ve ‘başkanlık sisteminin’ temel kavram ve ilkelerinin nasıl ortaya çıktığını, mucitleri İngiltere ve ABD’nin tarihleri üzerinden çok kısaca anlatmaya çalıştım. Sıra geldi üçüncü ve son ‘hükümet’ modeli olan ‘yarı başkanlığa.’
Bir ülkedeki hükümet sisteminin şeklini anlayabilmek için, şöyle basit bir ‘test’ önermek istiyorum okura: “ABD sistemi” denildiğinde önce hangi ismi hatırlıyorsunuz? Başkan mı? Peki, “İngiltere” denildiğinde hangi ismin yönettiğini düşünüyorsunuz? Başbakan mı? Fransa’yı duyduğunuzda? Fransa bir tuhaf değil mi?! Aklınıza ilk gelen isim cumhurbaşkanı olur, ancak başbakanın adı da genellikle bilinir. Ama misal, Almanya desem, hemen, “Şansölye Merkel” dersiniz. Çünkü Almanya klasik parlamenter sistem; cumhurbaşkanının adını hatırlayan pek çıkmaz.
Tam burada bir anı daha… 2009 ya da 2010’da, Boğaziçi’nde anayasa dersini alan ve gayet güzel Türkçe konuşabilen ABD’li bir öğrenciye, Türkiye’de hep duyduğu isimleri sorduğumda; ‘cumhurbaşkanı, başbakan ve genelkurmay başkanı’nın adlarını söyleyebilmişti! Henüz ileri demokrasiye geçmediğimiz yıllardı!
Ne demek ‘yarı başkanlık’ ve Fransızlar neden bu sistemi benimsedi?
Adı üzerinde, hükümet şeklinin ‘yarısı’ başkanlık! Önemli kısmı, kalan yarısı. O da ‘parlamenter’ sistem. Fransa 1958’de iki sistemi birleştirip cumhurbaşkanının hayli güçlü olduğu bir tür parlamenter sistem kurdu. Neden? Derdi neydi? Hangi sorununu çözmeye çalışıyordu?
Fransa, Devrim’in ardından akla gelebilecek her sistemi denedi. Son derece renkli bir anayasa tarihi var. Örneğin şu anda ‘V. Cumhuriyet’ olarak anılıyorlar ancak yanıltıcı olmasın, 1789’dan sonra kabul ettikleri anayasa sayısı beşten fazla. Değişmeyen tek şey var tabii: 1789 ardından hâkim sınıf her zaman burjuvazi.
Devrim öncesinde ‘Etats Géréraux’ (EG) adı verilen bir temsil organı vardı. Soyluların, ruhbanın (din adamları) ve ayak takımının temsilcileri yer alıyordu burada. Bakmayın “Ayak takımı temsilcileri” dediğime, hali vakti yerinde olan erkekleri kastediyorum. 1789’a gelindiğinde bu organ 1614’ten beri toplanmamıştı. Ne kadar uzun bir süre değil mi?
İşte bu süre, aslında İngiltere ile Fransa arasındaki çok temel bir gelişim farkını anlatıyor bize. Şöyle ki: Hükümdarların özellikle savaşmak için paraya, yani vergiye ihtiyaçları vardı. Bunun için de ‘temsilcileri’ toplantıya çağırmak zorunda kalıyorlardı. İngiliz meclisi bu konuda çok daha uyanık davranmış ve zaman içinde ‘vergiye izin’ yoluyla yasama yetkisini ele geçirmeyi başarmıştı. Haliyle ‘vergiye izin’ yetkisi, meclislerin hayatta kalma güvencesiydi.
Oysa Fransız aristokratları, İngiliz soylularından farklı olarak burjuvalaşamadıkları yetmezmiş gibi, vergiye izni de çok uzun süreler için verip en önemli silahtan mahrum kalmıştı. Ezcümle, Fransız hükümdarları para için meclisi toplantıya çağırma gereksinimini uzun süre duymadı.
İyi hoş da, 1789 yılının ilkbahar ayları geldiğinde artık kabul edilmesi güç bir manzara söz konusuydu. Kral, 1614’ten sonra ilk kez EG’yi toplantıya çağırdı. Üç ‘küme’ eşit temsil ediliyordu mecliste. Böyle adaletsizlik olur mu! Fransa’da o tarihte ruhbanın ve soyluların sayısı belli; hepsini toplasan 500-600 bin arası ediyor. Oysa ‘ayak takımı’ yaklaşık 24 milyon! Üstelik ülkenin tüm yükü bu milyonların omuzlarında. Bunlara ‘Üçüncü Küme’ diyorlar. 24 milyonun temsilcileriyle, birkaç yüz bin ‘ayrıcalıklı’nın temsilcisi eşit sayıda olur mu hiç?
Nitekim Kral XVI. Louis meclisi toplantıya çağırınca, Üçüncü Küme, diğer ikisini dirseğiyle kenara itip kendisini Millet Meclisi ilan etti ve Devrim süreci böylece başladı. Tabii olup bitende, iki meclis toplantısı arasında geçen 170 küsur yıllık zaman zarfında düşünce yaşamında gerçekleşen büyük değişimi hesaba katmalı. 18. yüzyıl Aydınlanma Çağı düşünülerinin büyük katkısını.
Kuşkusuz bütün süreci anlatmak gereksiz, buna mukabil Ağustos 1789’da ilan edilen meşhur ‘İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’ni hatırlatmak iyi olur.
Bildirge, Amerika’da olduğu gibi, ancak bu kez daha genel ifadeyle ‘baskıya karşı, özgürlüklere kastedenlere karşı direnme hakkından’ söz ediyor. Bir de tabii, ‘ulusal egemenlik’ ilkesinden. Bu, günü geldiğinde Türkiye’deki devrimin de ilkesi olacak. Ulusal egemenlik, Fransız icadı. En basit söylenişiyle, ‘egemenlik artık gökyüzünde değil, yeryüzünde’ demek. (Konu (egemenlik-temsil) hakkında biraz daha bilgi isteyen okura, Murat Sarıca’nın bir kitabı hakkında Duvar’da yazdığım şu yazıyı önerebilirim. ‘Milletvekilleri bizi neden temsil eder? Ya da, ederler mi? (I).’ Bildirgede ‘mülkiyetin’ de kutsal olduğu ifade edilmiş. Tahmin edersiniz nedenini. Eh herhalde o ‘devrim’ boşuna yapılmadı!
Fransızlar, yukarıda da altını çizdiğim gibi, her sistemi denedi. Devrim sonrası ‘konvansiyonel sistem’ kuruldu. Yani meclis hükümeti. 1795-99 arasında, başında beş yöneticinin olduğu ‘direktuar’ sistemi. 1848 II Cumhuriyet’te ABD’deki başkanlık sistemi. 1875 III. Cumhuriyet’te ilk kez ‘parlamenter’ cumhuriyet. 1946 IV. Cumhuriyet’te yine parlamenter cumhuriyet ve sonunda 1958’de ‘yarı başkanlık’ sistemi.
Sonraki yazılarda, gereken yerlerde bu devirlerden bazı örnekler vereceğim, bu nedenle uzatmıyorum. Yalnız, şunu atlamayayım: Direktuar ve 1848 başkanlık sistemi deneyimleri, amca Napoleon ve yeğen Napoleon’un imparatorluk hevesleriyle (ve diktalarıyla) sonuçlandı! ‘Bonapartizm‘ adı verilen ve Türkçesi (!), ‘halkın oyunu/desteğini arkama ala ala canınızı çıkarırım’ olan yöntem, iki Napoleon’dan miras kaldı.
Peki sonunda ne oldu da, deneme meraklısı Fransızlar 1958’de yine kendi özgünlükleri olan ‘yarı başkanlıkta’ karar kıldı?
III. ve IV. Cumhuriyet anayasalarının ‘parlamenter cumhuriyet’i kurma biçimleri, ikisinde de hükümetin güçsüz ve meclisin gereğinden güçlü oluşu, bitip tükenmeyen hükümet istikrarsızlıklarına yol açtı. III. Cumhuriyet anayasasının yürürlükte kaldığı 65 yılda, 100’ün üzerinde hükümet kuruldu. IV. Cumhuriyet devrinde ise yalnızca 12 yılda 20 hükümet. Bir de üzerine savaş, Nazi işgali, Almanlarla işbirliği yapan hükümet, ABD’nin kurtarıcılığı, savaş ardından sömürge imparatorluğunun dağılması…
Cezayir Savaşı ve generallerin ayaklanmasıyla birlikte zor durumda kalan Millet Meclisi, darbecilerin taleplerini kabul etmek zorunda kaldı ve General De Gaulle başbakanlığa atandı. Fransızların ‘kurtar bizi baba’sı olan De Gaulle ile birlikte IV. Cumhuriyet sona erdi, hızla yeni bir anayasa hazırlandı (anayasa yapıcılığı bakımından çok ilginç bir süreçtir bu!), halkoylamasında kabul edildi ve ‘V. Cumhuriyet’ devri başladı.
Bugün hâlâ aynı cumhuriyet devam ediyor ki bu Fransızlar için epey uzun süre sayılır! Bugüne dek anayasada çok değişiklik yapıldı tabii. En önemlisi 1962 tarihli. Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesine ilişkin hüküm, o tarihte kabul edildi.
Bakın, Fransa o güne kadarki güçlü meclis geleneğiyle fazlaca bağdaşmayan, devlet başkanını güçlendiren, yetmezmiş gibi ‘halk tarafından seçilmesini’ sağlayıp gücünü iyice pekiştiren bir anayasa yaptı ve kimi uzmanlarca vb. sorunlara neden olacağı idda edilen bu anayasa, şimdiye dek yaşayabildi.
Buradan, bizleri ilgilendiren hangi sonuçlar çıkar, ya da çıkmalı?
‘Şu sistem kabul edilirse sonucu mutlaka bu olur,’ bazen hiç de geçerli bir iddia olmayabilir. Hal böyleyken falcılık yapmaktan özenle kaçınmalı. Varsayımların anlamlı olabilmesi, önceki yazılarda da vurgulamaya çalıştığım gibi, sistemin teknik nitelikleri dışında kalan siyasal düzen unsurlarının göz önünde bulundurulmasıyla mümkün.
Bu durumda şu soru önem kazanıyor: Cumhurbaşkanını bu kadar güçlendiren ve bir ulusal krizin ürünü olan V. Cumhuriyet anayasası nasıl yaşayabildi? Yalnızca anayasa maddeleri sayesinde mi? Yoksa Fransa’nın anayasası dışında kalan niteliklerinin de katkısıyla mı ?
Kuşkusuz bunların hepsi. Hiçbir özellik tek başına belirleyici olmaz. Fransız demokrasisinin gücü, Fransızların yurttaşlık bilinci, ciddi devlet adamlarının varlığı, farklı siyasi çizgideki partilerin zorunlu durumlarda bir arada hareket edebilmesi, bağımsız yargı, seçim sistemi, siyasal alanı düzenleyen diğer yasaların özgürlükçü şekilde uygulanması ve özellikle Mitterrand’ın 1980’lerdeki ‘yerelleşme’ siyaseti vs…
Hâlihazırdaki anayasaya göre, ‘hükümet sisteminin’ temel unsuru cumhurbaşkanı. Cumhurbaşkanının, hem parlamenter sistem bakımından olağan karşılanması gereken, hem de hiç sembolik kabul edilemeyecek yetkileri var. Fransız cumhurbaşkanı klasik parlamenter sistemden farklı olarak yürütme organının simgesel değil ‘gerçek başı’ konumunda. Bazı sorunları tek başına halkoylamasına sunma yetkisi var, örneğin.
Hele öyle bir yetkisi var ki, hakikaten evlere şenlik! Özetle, olağan hukuk kurallarıyla üstesinden gelinemeyecek bazı olağanüstü durumların ortaya çıkması durumunda cumhurbaşkanı, ‘yasama ve yürütme’ organlarının yetkisini tek başına kullanabilir. Her ne kadar ‘koşulları’ sıkı sıkıya belirlenmiş de olsa bu açıkça bir ‘geçici’ diktatörlük yetkisi. Mesele şu ki, bu anayasal yetki yalnızca De Gaulle tarafından ve (Cezayir sorusunu esnasında) bir kez kullanıldı. Demek ki sonraki hiçbir devlet başkanı, anayasada yazıyor diye böyle bir gücü ‘Allah’ın lütfu’ kabul etmeye yönelmedi.
Fransa’da hükümet, anayasaya göre yalnızca Millet Meclisi’ne sorumlu. Fakat fiilen, anayasaya göre hükümetin ‘gerçek’ başı olan cumhurbaşkanına da sorumlu olduklarından ‘ikili’ sorumluluk söz konusu. Bu yapının sonucu ne oluyor? Meclis çoğunluğu (yani hükümetin dayandığı çoğunluk) ile cumhurbaşkanının siyasi eğilimlerine göre, sistemin rengi de değişiyor. İkisi aynı eğilimdeyse sistemin başkancı yanı, farklı eğilimde olduklarında ise parlamenter sistem tarafı ağır basıyor.
Zamanında şu kaygı vardı: Cumhurbaşkanı ile meclis çoğunluğu farklı siyasi görüşlerde olduğunda (bir iki kez yaşandı bu durum: Mitterrand-Chirac, Chirac-Jospin gibi) tıkanma yaşanabilir. Ancak çok ciddi bir sorun doğmadı doğrusu. Böyle dönemlere “Kohabitasyon” diyorlar; birlikte yaşama/var olabilme.
Çünkü demokratik rejimin gerektirdiği asgari uzlaşma kültürüne sahipler. Bilmiyorum hiç dikkat ettiniz mi, Fransa’da muhalefete vatan haini-terörist demeyi alışkanlık haline getirmek adetten değil. Devlet başkanları o cumhuriyet çatısı altında yaşayan herkesin cumhurbaşkanı olduklarının farkında.
Örneğin Macron pek matah bir siyasetçi olarak görülmese de, bildiğim kadarıyla şu ana dek, “Ya siz kimsiniz ya, Mitterrand ne yapmış kardeşim, taş üstüne taş mı koymuş bu ülkede ya” gibi bir konuşmasına tanık olunmadı. Sistemin tıkanmadan, asgari demokratik ilkeler gözetilerek sürdürülebilmesinin çok önemli bir nedeni bu. Yalnızca kâğıt üzerindeki sözcükler değil.
Örneğin cumhurbaşkanı Türkiye’deki gibi ‘iki turlu’ seçimle belirleniyor, doğru. İyi de Fransa’da seçim sürecinde şu ya da bu nedenle (ölüm, çekilme vs.) tek aday kalma ihtimali belirirse, süreç ‘baştan’ başlıyor. Oysa bizim anayasamıza göre cumhurbaşkanı seçiminde ‘tek aday’ kalması durumunda dahi oylama sürüyor. Tek adaylı ama adı seçim! Büyük partilerimizin, tek adayın oylandığı ‘demokratik’ kongreleri gibi!
Son olarak şunu hatırlatayım: Meclis iki kanatlı, Millet Meclisi ve Senato. Senato’nun özelliği, yerel yönetimlerin (genellikle belediye meclisi üyeleri) temsilcileri tarafından belirleniyor oluşu. Demek ki yerel ve merkezi yönetim dengesi parlamentonun oluşumunda göz önünde bulunduruluyor.
Fransız sisteminin diğer bazı niteliklerine, Anayasa Konseyi’ne, seçim sistemine, 1980’lerle birlikte hız kazanan yerelleşme siyasetine, Anayasa’nın ‘değiştirilemez’ birinci maddesinde yapılan ‘değişikliğe’ vs., bu dizinin önümüzdeki yazılarında, sistem tartışmaları bağlamında değineceğim.
Özet ve sonuç: ‘Yarı başkanlık’ hükümet sistemi, başkanlık ve parlamenter sistemler arasında bir form. 1875 sonrası yaşadığı hükümet istikrarsızlıklarını çözmeyi hedefleyen Fransa’nın, kendine özgü tarihinin sonucu ve arada bir tökezleyerek de olsa sürdürülebilmesinin nedeni, yalnızca ‘hükümet sisteminin’ teknik yanları değil, siyasal düzenin diğer unsurlarının uygun biçimde bir araya getirilebilmiş olması.
Bir de tabii, ‘Devrim’ günlerini coşkuyla kutlamaktan vazgeçmeyen, sahip olduğunun kıymetini bilen bir ‘toplumun’ varlığı…
Devam edeceğim…
Not: Türkiye muhalefeti, 20 Ağustos’ta Resmi Gazete’de yayınlanan 2844 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı’ndan, bu kararın niteliğinden vs. haberdar mı? Eğer öyleyse, herhangi bir değerlendirme yaptı mı? Hâlâ bazen inanasım gelmiyor.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
1.06.2025
18.05.2025
10.05.2025
1.05.2025
22.04.2025
24.03.2025
20.03.2025
18.02.2025
13.02.2025
10.02.2025