Nabi YAĞCI-Taraf Yazıları

Nabi YAĞCI-Taraf Yazıları
Nabi YAĞCI-Taraf Yazıları
Tüm Yazıları
Ne kadar siyasi kültür, o kadar demokrasi
7.07.2011
2494

Yapay siyasi kriz patladığında, tam o günlerde ben de bildik siyasetten birkaç günlüğüne uzaklaşmıştım. Gazeteler birikti ama okumadım, TV’ye bakmadım. Ama yine de yanımda gazete okuyanın gazetesine yan gözle bakmaktan kendimi alamıyordum. Hani vapurda, otobüste yapılır ya, onun gibi. Dedik ya huylu huyundan vazgeçmez.

Bildik siyasete biraz uzaktan, uzaklaşarak bakmak her zaman iyi gelir.

Türkiye’de son üç beş yıldır hep tansiyonu tepeye vurmuş halde siyaset yapılıyor. Gerilim sâridir, bulaşıcıdır; fırtına ortasında, sakin bir kıyı limanında kahve içerkenki gibi düşünmek hayli zordur. Fakat yapılabilirse, ara ara da olsa sakin kalmak becerilebilirse bu da insana çok değerli bir geniş düşünce ufku sağlıyor.

Bildik siyasete biraz uzaktan baktığımda ilk gördüğüm şey siyasi kültürümüzün kendini “açmaya” başladığıdır. Siyaseti belirleyen dış koşulların etkileri zayıflayıp, siyaset gemisi fırtınalı değil de normal veya az çok normal sularda seyretmeye başladığında, yolcuların dikkati dalgalardan sıyrılıp kendi içlerine döndüğünde masalardan yükselen kaşık, çatal seslerini, yolcuların konuşmalarını duyar olursunuz.


12 Haziran seçimlerin ertesinde 13 haziranda Türkiye’de siyaset gemisi aslında normal denebilecek koşullar içinde seyretme imkânına sahip olmuştu. Topal demokrasimizin kısıtlı imkânları içinde de olsa TBMM’de siyasi temsil eski dönemlerle kıyaslanamayacak ölçüde yükselmişti. Nitekim bu nedenle PKK de ateşkesi uzatmış, tehlike en azından yakın bir gelecek için savuşturulmuştu. En başta Kürt sorunumuz olmak üzere süregiden Ergenekon-Balyoz davalarının işaretlediği derin devletten, askerî vesayetten kurtulma sorunlarının varlığına rağmen göreceli bir sakin ortam nesnel olarak karşımıza çıkmıştı.


Bu çok önemli bir şanstı.

Şimdi olağan olarak olması gereken şey ortaya çıkan yeni siyasi konjonktürü değerlendirmek, topal demokrasinin ayakları üstünde durabileceği önkoşulları yaratarak yeni bir demokrasiye geçişin yolunu hazırlamaktı. Yeni bir demokrasiye geçiş, sivil demokratik yeni bir anayasa hazırlamakla olabilecekti. Bu zorlu dönemeci aşabilmek ise bazı önkoşullara bağlıydı. Yeni bir anayasa yapabilmenin önkoşullarını yaratmak üzere demokrasiyi genişletecek yasal düzenlemeleri süratle gerçekleştirmek en ivedi işti. Yani en önce Kürt meselemizde barışçı ortamı sağlayacak saydam ve yapıcı yeni bir diyalogun başlatılması, başta Terörle Mücadele Yasası olmak üzere yeni anayasa yapılması sürecinde önkoşul olan düşünce ve ifade özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılması, siyasi katılımı genişletmek üzere Meclis içtüzüğünün değiştirilmesi, seçim barajının düşürülmesi gibi köklü Anayasa değişikliği gerektirmeyen yeni yasal düzenlemelerin süratle yapılması.


Öyle olmadı. Olağan olarak olması gerekenin yerini yapay siyasi kriz aldı.

Yapay siyasi krizin nedenleri ve sonuçları üstüne pek çok yorum ve spekülasyon var. Bunlar önemsiz değil elbette ama ben yukarıda söylediğim gibi bunları bir yana koyarak bakmak istiyorum. En azından üzerimdeki sakinlik henüz etkisini sürdürüyorken. Öyle baktığımda yapay siyasi krizin temeldeki nedeninin de siyasi kültürümüzün gelişmemişliği olduğunu görüyorum.


Kültür özümsediklerimizdir. Uzun uzun yıllar vesayet rejimi altında varolmuş bir sözde siyasetten gelişkin bir siyasi kültür beklemek zaten hayal olurdu. Vesayet rejimini kurumsal olarak sistemik dönüştürmeye verdiğimiz dikkati bu değişimin öznelerine vermiyoruz. Örneğin, HSYK veya YSK ya da Anayasa Mahkemesi’ni yapısal değişikliğe uğratacak yasal düzenlemeler elbette hayati derecede önemlidir ama yüksek yargıyı oluşturan hâkimler, hukukçular yaşları itibariyle 12 Eylül dikta döneminin kadrolarıdır.

Gerek devlet bürokrasisinin zihniyeti gerekse sağ ve sol siyasetlerin siyaset yapma alışkanlıkları vesayet kültürünün uzun yıllar içinde oluşmuş, yerleşmiş ve bu nedenle kolayca değişemez olan derin izleriyle maluldür. Tersini kimse iddia edemez. O halde bu hastalığımızın önce farkında olmak sonra onu deşifre etmek gerek.


Siyasi kültürümüzün geriliği kendini en önce vekâlet sisteminde gösteriyor. Yani vekâlet verenle vekâlet alan arasındaki ilişkide. Ya da temsil sisteminde. Hastalığın kendini gösterdiği ikinci mekân ise birincisiyle bağlı olarak temsilî sistem içinde “parlamentoya” yüklenen anlama ilişkindir.

Bizde vekâlet sistemi, vekâleti verenden (halktan) boş senet almaya benziyor, senedi bir kere aldıktan sonra üstüne dilediğinizi yazabilirsiniz! Bizim siyasi kültürümüzde parlamentonun anlamı üstünde ise gelecek yazımda duracağım.


[email protected]
 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar