Nadi ÖZTÜFEKÇİ
Eğer politik rotanı alıntılarla belirlemeye kalkarsan, kendini farkında olmadan alıntı yaptıklarının anlatmak istediklerine ters yönde kürek çekerken bulman işten bile değildir. Öyle ki giderek genişleyen ve derinleşen gerçeklik denizinde yüzmek yerine zaman, mekan ve özellikle de bağlamından koparılarak birer kutsal ezber yükü haline getirilmiş alıntıların ağırlığıyla dibe çöküp boğulabilirsin.
Yanlış anlaşılmasın bunca yaşanmışlığın, özellikle sınıf mücadelesi tarihinin birikimlerine ve onun ustalarının anlattıklarıyla zorum yok. Zorum; sınıf mücadelesi ve tarihinin yok sayılması, daha doğrusu yok saydırılması misyonunun, bu birikiminin ustalarından alıntılar aracılığıyla yapılması… Yukarıda dile getirdiğim kaygı, sözünü ettiğim gerçek denizinde yüzmeyi arzulayanlar için zaten. Elbette şu günlerde ortalıkta, alıntıları birer ayet gibi tekrarlayarak, -nasıl beceriyorlarsa- kavganın özünü sınıflar üstü etik kavramlara endeksleyenler adına kaygı duymuyorum. Ama onların çabalarından işçi sınıfı ve tüm emekçiler adına kaygılanıyorum.
Bu kaygımın da özellikle sonuçları bakımından maddi temelleri olduğuna inanıyorum. Bir kere bu misyon çok ustalıklı ve yaygın bir şekilde yerine getiriliyor. Bilirsiniz, Marksizm Leninizm üzerine yazılanlar çoğunlukla belli birkaç kavram üzerine odaklanır; “Sınıf Mücadelesi”, “Proletarya Diktatörlüğü” ve “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı”. Misyonun görevi tüm kavramların içini boşaltmak olsa da aslında hedefte birinci kavram, yani sınıf mücadelesi var. Hatta sınıfın kendisi var. Bir yandan işçi sınıfının mücadele örgütlerine ve sınıfsal mücadele hakkına -ki bu demokratik bir haktır- saldırı olurken, diğer yandan gelişen teknolojinin sonucu olarak üretimden gelen gücünü giderek azaltan bir süreç yaşanıyor. Bu yazının asıl konusu olan, yaşanan süreçlerin tanımında ki saptırma yani dezenformasyon da bu saldırının önemli bir tamamlayıcı unsuru…
Dezenformasyon birçok değişik tarzda yapılıyor. Bunlardan bir tanesi; “robot teknolojisinin giderek gelişmesinin bir sonucu olarak artık iş gücünün giderek kalifiyeleşmesi ve niceliksel olarak azalması ve fordist üretim biçiminin giderek azalma sürecinin tamamlandığı”(bunun da olumlu bir şey olduğu) iddiasıdır. Bu süreç tamamlandığına göre(!); doğal olarak fabrikalarda çalışan nitelikli, yüksek ücretli ve az sayıdaki iş gücünün sınıfsal bir çelişkisi olamaz, hatta bu iş gücü sınıf bile olamaz, dolayısıyla sınıf mücadelesinin bir anlamı da kalmamıştır. Bu durumda üretimi durdurmaktan kaynaklanan (grev) yaptırım gücünün işlevi de kalmamış oluyor. Giderek, sendikal mücadelenin, örgütlenmenin ve sınıfsal davranmanın, nihayet sınıfsal düşünme ve değerlendirmenin gereği hatta alt yapısı yoktur sonucuna kadar varıyoruz.
Oysa bu süreç henüz tamamlanmamıştır. Tamamlanacağı da asla kesin değildir. Bu tezi savunanlar argümanlarını, bilimsel araştırmalara, istatistiklere dayandırmıyorlar. Aksine; bilim kurgu romanları ve filmleri, ayakları havada –sözde- saptamaların bol miktarda ve yaygın tekrarları, “kanı oluşturma tekniklerinin” en ileri diğer yöntemlerin desteği ile misyonlarını yerine getiriyorlar.
Dikkatlerden kaçırdığı bir diğer gerçek de yaşamda birçok sürecin aynı anda yaşanmakta ve birbirlerini etkilemekte olduğudur. Bu süreçler birbirini geriletebilir, hızlandırabilir ve yepyeni başka süreçleri başlatabilir. Örneğin teknolojinin gelişmesi bazı tüketim gereçlerinin daha kolay ve daha hızlı üretilebilmesi yeni tüketim gereksinmeleri yaratıyor. Şöyle bir baktığımızda; bugün neredeyse olmazsa olmaz dediğimiz birçok tüketim gereksinimin, yaşantımıza yine sonradan giren başka tüketim araçlarının yaşantımızda yarattığı yapısal değişiklikler sonucu olarak ortaya çıktığını görürüz. Bu artan bir süreçtir ve yeni üretim alanları ve yeni iş gücü gereksinimleri ve yeni sınıfsal çelişkiler demektir.
Ayrıca Kapitalizmin içinde barındırdığı sadece öteleyebildiği kendi yapısal krizinin doğal çözüm refleksi yayılmaktır. Bulabildiği her metre kare alanda kapitalist üretim ilişkilerini inşa ve revize eder. Derinleştirir. Bu da yeni işgücü, yeni sömürü ilişkileri, yeni sınıfsal çelişkiler ve yeni sınıfsal mücadele alanları anlamına gelir.
Bu tezin savunucularının bilimsel araştırma ve istatistikleri çarpıtmasına en büyük örneklerden biri de iş kazalarının nüfusa oranda artmasına bir anlam yüklememeleridir. (Burada söz konusu olan ölüm ve yaralanmalara yol açan ya da hayati tehlike yaratan iş kazalarıdır.) Halbuki iş kazalarının –giderek gelişen teknolojiye karşın- nüfusa göre artışın ortaya çıkardığı gösterge, emek ve işgücü kullanımındaki artıştır.
Yukarıda “Dezenformasyonun” birçok değişik tarzda yapıldığından söz etmiştim. Şu ana kadar onlardan bir tanesini ele alıp irdelemeye çalışıyorum. Bu tarzın temel özelliği; her ne kadar verileri çarpıtması, kimisini yok varsayıp, kimilerini de abartarak öne sürmesi açısından “kelimenin tam anlamıyla bir dezenformasyon” olmaktan kurtulamasa da kendi içerisinde bir tutarlılığı olmasıdır. O yüzden, yaşamı ve dünyayı sınıf kavgası penceresinden gözlemlemeye ve açıklamaya çalışan birçok düşünür, yazar- çizerin ve benim gibi bu kavgaya kıyısından köşesinden bir parça katkı koymaya çalışanların temel hedefidir. İdeolojik kavga asıl bu dezenformasyonla yapılmaktadır yapılmalıdır.
Ancak bu dezenformasyon tekniğinin tamamlayıcısı ve belden aşağı çalışan tetikçisi olan bir tarz daha vardır ki; yazının en başında da “Zorum;” olarak belirttiğim ”sınıf mücadelesi ve tarihinin yok sayılması, daha doğrusu yok saydırılması misyonunun, bu birikiminin ustalarından alıntılar aracılığıyla yapılması” tarzıdır. Aslında bu tarzın da hareket noktası(!) birinci tarzın aynıdır. Ancak birinci tarz Marksist öğretiye kafadan saldırarak bize daha tutarlı bir ideolojik mücadele olanağı sunarken, diğeri Marksizm’le mücadelesini Marks, Engels ve yine bir Marksist olan Lenin üzerinden yaparak belden aşağı çalışmayı yeğlemektedir. Son zamanlarda Marksizm Leninizm, sosyalizm ve sınıf mücadelesi konularında odaklanan yazılarda sıkça kullanılan iki “popüler” alıntı var.
Bunlardan biri Marks’ın:
"Ve şimdi bana gelirsek, modern toplumda sınıfların varlığı ya da bunlar arasındaki mücadeleyi keşfetme onuru, haliyle bana ait değildir. Benden çok daha önce burjuva tarihçileri, bu sınıf savaşımının tarihsel gelişimini, burjuva iktisatçıları da sınıfların ekonomik yapısını açıkça anlatmışlardır. Benim yeni olarak tanıtladığım şey: 1) sınıfların varlığının ancak üretimin gelişmesindeki belirli tarihi aşamalar ile sıkı ilişki içerisinde bulunduğu 2) sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne varacağı, 3) bu diktatörlüğün kendisinin de sadece, bütün sınıfların ortadan kalkması ve sınıfsız topluma geçişten ibaret bulunduğu gerçeğidir." (Karl Marks)
Marks’ın burada anlatmak istediği açıktır:
*Öncelikle sınıflar ve onların mücadelesi diye bir şey vardır. Üstelik bu benim keşfim değildir. Benden önceki burjuva tarihçileri, bu sınıf savaşımının tarihsel gelişimini, burjuva iktisatçıları da sınıfların ekonomik yapısını açıkça anlatmışlardır.
Marks özellikle sonraki 3 maddede belirttiği şey sınıf mücadelesinin zorunlu olarak Proletarya Diktatörlüğüne varacağı ve bunun sınıfsız topluma geçişten ibaret olduğudur. Yani hedef sınıfsız toplumdur. Burada kendiliğinden oluşan bir çıkarsama var. O da sınıf mücadelesinin sınıflar var olduğu sürece devam edeceğidir.
İlginç bir şekilde Marksın aslında sınıf mücadelesinin başat olduğu yolundaki vurgulamasının aksine bu alıntıdan sınıf mücadelesinin belirleyici etmen olmadığına dair anlamlar çıkarmak gibi absürtlüklerle karşılaşılıyor. Örneğin bu alıntıda; “modern toplumda sınıfların varlığı ya da bunlar arasındaki mücadeleyi keşfetme onuru, haliyle bana ait değildir. Benden çok daha önce burjuva tarihçileri, bu sınıf savaşımının tarihsel gelişimini, burjuva iktisatçıları da sınıfların ekonomik yapısını açıkça anlatmışlardır.” söylemini büyük bir pişkinlikle, Marks’ın sınıflar arası mücadelenin tarihin belirleyici etmen olduğu tezinin bir burjuva tezi olarak kabul ettiğini iddia ediyorlar. Oysa Marks kendisinin bir kuramcı olarak öteden beri süren bu kavganın tarihsel gelişiminin bir parçası olduğunu ve bu mücadelenin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne varacağını tanıtladığını söylemektedir. Dolayısıyla proletarya diktatörlüğünün onun kişisel bir tercihi olmaktan öte bir zorunluluğun parçası olduğunu vurgulamaktadır.
Diğer “popüler” alıntı ise Lenin’den… Aslında yukarıda Marks’tan yapılan bir alıntıya atıf yapıyor Lenin ve onun da vurguladığı proletarya diktatörlüğü…
Lenin:
“Marks'ın öğretisinin özü, sınıf mücadelesiymiş. Durmadan söylenen ve durmadan yazılan şey, budur. Ama, bu doğru değildir. Ve Marksizm’in oportünist çarpıtmaları, onu burjuvazi için kabul edilebilir bir duruma getirmeye yönelen çarpıtmalar, kolayca bu yanlışlıktan kaynaklanırlar. Çünkü sınıf mücadelesi öğretisi Marks tarafından değil, ama Marks'tan önce burjuvazi tarafından ortaya konmuştur; ve bu öğreti, genel olarak, burjuvazi için kabul edilebilir bir öğretidir. Yalnızca sınıf mücadelesini kabul eden biri, bundan dolayı bir Marksist değildir; henüz burjuva düşüncesinin, burjuva politikasının çerçevesinden çıkmamış biri olabilir. Marksizm’i sınıf mücadelesi öğretisine indirgemek, onun kolunu kanadını kırpmak, bozmak, onu burjuvazi için kabul edilebilir bir şeye indirgemek demektir. Ancak, sınıf mücadelesinin kabulünü, proletarya diktatörlüğünün kabulüne dek genişleten kişi bir Marksist’tir. Marksist’i bayağı küçük (ve büyük) burjuvadan temelden ayırt eden şey, işte budur. Marksizm’in gerçekten anlaşılıp kabul edildiğini, işte bu denektaşı ile sınamak gerekir“ (Lenin; Devlet ve Devrim; 2 ciltlik Seçilmiş Eserleri, C. II, s. 182)
Lenin:”…Ancak, sınıf mücadelesinin kabulünü, proletarya diktatörlüğünün kabulüne dek genişleten kişi bir Marksist’tir” diyerek sınıf mücadelesinin aynı zamanda bir iktidar sorunu olduğundan söz ediyordu. Esasen işaret ettiği II. Enternasyonalin; sınıfsal iktidarı, hatta sosyalizmi hedeflemeyen “onu (Marksizm’i) burjuvazi için kabul edilebilir bir şeye” indirgeyen tavrıydı…
Oysa bu alıntılardan çıkarsanacaklar o kadar netken Marks’ın da Lenin’in de sınıf mücadelesinden başka bir şeyi temel aldıkları iddia edilmekte. “Ezilenler” diye sınıflar üstü kavramlardan söz ediliyor. Bu bir yere kadar doğru ve kabul edilebilir bir kavramdır. Ama bir “Ezilenler Marksizm’i” oluşturmaya kalkmak, sınıf kavgasında burjuvazinin üretebileceği en büyük dezenformasyonuna omuz vermektir. İşçi sınıfının temel mücadele silahı olan Marksizm’i kadükleştirme misyonudur.
İşçi sınıfı kendi sınıfsal mücadelesini yaparken doğal olarak Egemen sınıflar tarafından ezilen her kesimin de yanında yer alır ona omuz verir. Bu sınıfsal mücadelenin doğal sonucudur. En azından işçi sınıfı kendi sınıfsal mücadelesi içerisinde tüm ezilenlerle birlikte olması gerektiğini sınıfsal refleksleriyle öğrenir ve uygular. İşçi sınıfı partisinin yol göstericiliği de elbet bunu kolaylaştırır ve ideolojik zemin hazırlar. Ama kavganın asıl ekseni ve dinamizmi, iktidarı da kapsayan yani Proletarya Diktatörlüğünü hedefleyen sınıf kavgasıdır. “Ezilenlerin diktatörlüğü” diye bir şey olamaz. Çünkü proletarya diktatörlüğünün asıl amacı işçi sınıfı dahil tüm sınıfların yok olduğu sınıfsız topluma geçişi sağlamaktır. Proletarya Diktatörlüğü bir intikam operasyonu değil tarihsel bir zorunluluktur.
Bu noktada alıntıları durdurmak gerekiyor. Yukarıdaki iki, alıntıyı da ideolojik mücadeleyi, alıntılar üzerinden, sure ve ayetler yerine skolastik formülleri koyarak yürütmenin adeta bir dinsel ritüellere nasıl dönüşebileceğine örnek olarak verdim. Aynı zaman da sınıf mücadelesi karşıtı misyonlara nasıl çanak tutabileceğini göstermek istedim.
Asıl amacın “ne yaparsak daha Marksist-Leninist görünürüz” üzerine araştırmak yerine “bütün gerçekliği ile devam ede gelen sınıf mücadelesine destek olup, bu mücadeleyi günümüz veri ve araştırmalarının ışığında geliştirerek nasıl zafere ulaştırırız” olması gerekiyor.
Ben; sınıfların varlığının ancak üretimin gelişmesindeki belirli tarihi aşamalar ile sıkı ilişki içerisinde bulunduğu ve sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne varması gerektiğini “Marks’ın koyduğu kurallar” olarak değil, sınıf mücadelesi tarihselliği içerinde “Marks’ın irdeleyip ortaya çıkardığı gerçekler” olarak görüyorum. Yaşamın ve sınıfsal mücadelenin dinamizmi içerisinde sürekli yenilerinin eklendiği diğer gerçekleri irdeleyip ortaya çıkarmamızda ayaklarımızı yere sağlam basmamızı sağlayacak, bize kılavuz olacak gerçekler…
Bütün bu tartışmaları kendisini iktidar ambarında gören zafere susamış devrimcilerin rüyası olarak görenler çıkacaktır. Öyle ufukta bir devrim falan da yokken “sınıf mücadelesinin zorunlu olarak proletarya diktatörlüğüne varması gerektiği yolunda tartışmanın ne anlamı var” diye düşünülebilir.
Ama zaten sınıf mücadelesi iktidar arifesinde yapılan bir “devirme” girişimi de değildir. İşçi sınıfı için bu mücadele uzun erimli, öteden beri süren bir mücadeledir. Aynı zamanda ekonomik ve demokratik haklar için yapılan, kendini yeniden üretme aracıdır. Bu yüzden proletarya diktatörlüğünün doğru tanımlanması çok önemlidir. Bahsettiğimiz kaçınılmazlığın farkında olması, onun bu mücadelesinin kendisine kazandırdığı derslerin sonucudur. Yani sözünü ettiğimiz kaçınılmazlığın nedeni, kapitalist sömürünün de kaçınılmaz sonucunun burjuva diktatörlüğü olmasıdır. Proletarya diktatörlüğü bir anlamda burjuva demokrasisinin aslında bir burjuva diktatörlüğü olduğunu bize hatırlatan bir kavramdır.
Sadece ekonomik ve demokratik kazanımların genişletilmesi değil, bunların korunması aşaması da sınıfsal mücadelenin bir parçasıdır. Bu mücadele en geniş demokratik hak ve kazanımlar eşliğinde bile olsa, sonuç itibarı ile bir diktatörlük ortamında yapılmaktadır.
Demokrasi mücadelesi konjonktürün olanak ve sınırlamalarını dikkate almayı gerektirebilir. Aynı şey sınıf mücadelesi içinde geçerlidir. Ama sınıf mücadelesinin tanımı ve ilkeleri, bu mücadele adına yapılan analizler, yaşamsal gerçeklerle sımsıkı bağlı olmak zorundadır. Güncel gerçeklik tavizsiz şekilde ortaya konmazsa, öncelikle bu mücadeleye zarar verir. Bu gerçekler, ne kadar karmaşık olsa ve geniş kitlelere anlatabilmek adına bir takım zorluklar taşısa bile yine de sınıf mücadelesinin en büyük dostudur.
Hikmetinden sual olunmaz hiçbir kişi, kurum ve kavram olmadığını düşünen biri olarak proletarya diktatörlüğünün tartışılamaz olduğunu doğal olarak savunmuyorum. Ancak burjuvazi veya popüler(egemen) kültürün kabul edilebilirlik sınırlarında kalabilmek adına kavramların sulandırılmasının yanlış olduğunu söylüyorum.
http://nadioztufekciyazilari.blogspot.com/2013/11/prolaterya-diktatorlugu-simdi-sras-m.html
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
- TÜRKİYE.!! TAMAMSIN..?
27.05.2018 - KAPİTALİZM: DOLANIN KURALLARA BAĞLANMIŞ HALİ....
18.04.2018 - TARİHSEL TKP ELEŞTİRİLERİNDE EZBERDEN 'AMENTÜ'YE GEÇİŞ...
7.02.2018 - Başörtüsü bir özgürlük aracı mı, yoksa baskı aracı mı? ya da her ikisi mi?
9.02.2017 - Dışarıda Kar Yağıyor
15.02.2017 - Bu tasfiye anayasasına hayır derken evet dememek için..?
27.01.2017 - 7 Haziran öncesindeki Erdoğan-Obama ve sonrasında Erdoğan-Trump arasındaki söylem benzerliği…
22.01.2017 - DIŞ TEHLİKEDEN DIŞ UMUDA
4.02.2016 - 'Vazgeçilmez ve Kaçınılmaz'ı 5 geçe...
11.03.2016 - Roma dönemi arenalarından günümüz arenalarına....
20.11.2015
Yazarlar
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları






















































































































































muharrem
iyi güzelde sayın Emre dersahaneler fakir halka acaip maddi yük oluyor.ben cocuğunun dersane parasını vermek için evini kiraya verip bekar odasına çıkan vatandaş dahi biliyorum.yani niye illaki birilerinin cebi dolacak diye halk yok canına harcama yapsın.anlattığınız olay da gerçekçi değil zaten kürt faşiştleri almış başını gidiyor.onları durduracak hiçbirşey yok.heleki dersahanelerin veya üniversitelerin onları durdurması masal masal matitas.
husnu
dersaneleri ve özel okulları ele geçirmek çok mu zor.bu kadar hoşgörü fazla değilmi.sağduyu sahiplerinin suçu ne.
Ad Soyad Giriniz...
Kesinlikle dogru bir yaklasim bu Emrecim ama toplum bu adimlara hazir degil henuz! En onemlisi de erken yaslarda bunlara Turkce ogretmek. Bu konuda durum nedir bilmiyorum ama 3 yasindan itibaren Turkcenin ogretilecegi bir sistemin kurulmasi zor olmasa gerek. Bircok Turk genci bugun bu gorevi rahatlikla ustlenebilir. Zaten belli bir asamaua gelmis bulunuyoruz. Hoca Efendinin dedigi gibi sabirli calisirsak birkac on yil icnde bu sorun cozulur. Toplumlar icin birkac on yil cok olmasa gerek.
Ad Soyad Giriniz...
Kesinlikle dogru bir yaklasim bu Emrecim ama toplum bu adimlara hazir degil henuz! En onemlisi de erken yaslarda bunlara Turkce ogretmek. Bu konuda durum nedir bilmiyorum ama 3 yasindan itibaren Turkcenin ogretilecegi bir sistemin kurulmasi zor olmasa gerek. Bircok Turk genci bugun bu gorevi rahatlikla ustlenebilir. Zaten belli bir asamaua gelmis bulunuyoruz. Hoca Efendinin dedigi gibi sabirli calisirsak birkac on yil icnde bu sorun cozulur. Toplumlar icin birkac on yil cok olmasa gerek.