Şahin ALPAY

Nefret söylemine son!
27.01.2015
1592

 Geçen yazımda “Obama Paris’teki yürüyüşe niye katılmadı?” (Zaman, 24.01.2015) sorusundan hareketle Fransa ve ABD’de modernleşmenin izlediği iki farklı yol üzerinde durdum; iki ülkenin farklı geleneklerine ve tecrübelerine dikkat çektim.

Bu nedenle nefret söylemi, yani “cinsiyeti, etnik kökeni, dini inancı, ırkı, engelli olması ya da cinsel eğilimi nedeniyle bir kişi veya gruba sözlü saldırı”yı suç sayıp cezalandırma konusunda farklı müktesebata sahip olduklarının üzerinde durdum.

Bu karşılaştırmada eksik kalan bir farklılık da şuydu: ABD, göçmenlerin gönüllü olarak asimile oldukları, yani çoğunluk kültürünü benimsedikleri; Fransa ise zorunlu asimilasyon uygulayan bir ülke. Bu nedenle Müslümanlar genelde Fransa’da yaşadıkları uyum sorunlarıyla ABD’de karşılaşmıyorlar.

“Nefret söylemi” açısından Fransa – ABD karşılaştırmasından Türkiye için çıkarabileceğimiz sonuçlar var. Avrupa Konseyi kurucu üyesi Türkiye, muhakkak ki, nefret söylemi hukuk mevzuatında (tıpkı Fransa gibi) Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi – Mahkemesi rejimine bağlı. Ne var ki bu mevzuat, neredeyse hiç uygulanmamakta; Türkiye’de neredeyse cinsiyeti, etnik kökeni, dini inancı, ırkı, engelli olması ya da cinsel eğilimi nedeniyle bir kişi veya gruba sözlü saldırı neredeyse serbest. Bu suçu, bırakın bireyleri ve grupları, devlet ve hükümet işlemekten geri durmuyor. Zengin örneklerini görmek için www.nefretsoylemi.org adresine başvurmak fazlasıyla yeter.

Peki, Türkiye’de nefret söylemi mevzuatı neden lafta kalmakta? Bunun nedenlerini şöyle sıralamak mümkün: Türkiye’de modernleşme birçok açıdan Fransa modelini izledi. Laiklik din – devlet ayrılığı olarak değil, fakat devletin dini denetlemesi ve dini inançlara kısıtlama getirmesi şeklinde anlaşıldı. Dini modernleşmenin engeli, “irtica” olarak gören, laik köktenci / fundamentalist ideoloji Türkiye’de gerek Kemalist, gerekse Marxist sol’da azımsanmayacak bir mahreç buldu. Dindarları aşağılayan söylemin kaynağında bu vardır. Kuşku yok ki, Türkiye’de laik köktenci / fundamentalist bir damar olduğu gibi, bir ölçüde buna tepkiyle oluşan ama esas olarak İslam’ın köktenci yorumlarından, özellikle de radikal İslamcılıktan beslenen bir dinsel köktencilik / fundamentalizm de mevcuttur.

Sadece yönetimde merkeziyetçilik değil, milliyetçilik (kültürel değil siyasal millet anlayışı), yani tek – kültürcülük (hepimiz Türk’üz, hepimiz Diyanet dinine inanırız), yani asimilasyon politikaları da önemli ölçüde Fransız modelinden esinlendi. Öte yandan Fransa ve Kıta Avrupası’ndan farklı olarak Türkiye’de milliyetçilik, emperyalist işgal ve parçalanmaya karşı verilen bağımsızlık mücadelesiyle özdeşleşerek olumlu bir anlam kazandı. Türkiye (çok şükür) Nazi işgali altında kalmadığı için milliyetçiliğin ırkçı – saldırgan yorumlarına karşı yeterli duyarlılık gelişmedi. Bilimsel düşünce melekelerinin gelişmemişliğinin; kumpas / komplo teorilerinin zihinleri zehirlemesinin; suçun şahsiliği anlayışının yerleşememiş olmasının da Türkiye’de nefret söyleminin yaygınlığında payı var.

Cumhuriyet Türkiyesi’nde nefret söyleminin en ağır tezahürlerinden payını almayan bir toplum kesimi yok. Öncelik sıralaması yapılmaksızın Kürtler, Aleviler, Yahudiler, Ermeniler, Rumlar, eşcinseller hepsi hedefte... Bugün, yani AKP iktidarının üçüncü döneminde nefret söyleminin en ağır tezahürlerine hedef yapılan kesim ise, inanç temelli bir sivil toplum hareketi olan Hizmet Hareketi. Ne acıdır ki, Hizmet’e yönelik nefret söyleminin bir numaralı suçluları da ülkenin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı.

Türkiye’de özgür ve çoğulcu demokrasinin yerleşmesini isteyen herkes, yurtta ve cihanda nefret söyleminin her türlüsüne karşı çıkmalı.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar