Selami GÜREL

BEBEK YÜZLÜ ŞOVENLER
26.11.2022
1004

 Gençlik yıllarımda şu yaşadığımız dünyada “klasik politikacıların” neye göre, nasıl politika yaptıklarını anlayamaz, milyonlarca işçi herkesin gözü önünde kaçak çalıştırılıp, 12 kişi taşıması gereken minibüslere tüm trafik polislerinin gözleri önünde 40 kişi yüklenirken buna neden kimsenin müdahale etmediğine akıl erdiremezdim..

Halen akıl erdiremediğim yığınla şey var, ama yaş kemale ermeye başlayıp, dünyayı biraz daha “uzaktan” izlemeye başlayınca, bir şeyleri fark eder gibi oldum...

Meğer bildiğimiz klasik politikacılar dünyanın her yerinde, insanların bilgi ve bilinç düzeyini bir basamak daha yukarı taşımak için politika yapmıyor, tam aksine toplumun bağrında oluşabilecek daha ileri bilinç düzeyini sürekli engellemeye çalışıyorlarmış...

Örneğin, şu anda, adı bilinmeyen bilmem ne ülkesinin diktatörünün bile artık dikkate almak zorunda kaldığı “Çevre Bilinci” bu düzen politikacılarına rağmen gelişmiş...

“Kadın Hakları”, “Çocuk Hakları”, “Hayvan Hakları”, “Azınlık Hakları”, -bizim coğrafyamızda henüz konuşulmaya başlanması bile çok taze olan- “Askere Gitmeme Hakkı”, “Eşcinsel Olma Hakkı” da öyle...

Birileri, “yeter artık! Sokak köpeklerini, ceylanları, boz ayıları öldürmeyin” diyene, seslerini bayağı duyurana kadar, hiçbiri bunları dikkate bile almamış...

Tüm bunlar “yok kabul edilmiş”

Eğer insanlar 12 kişilik minibüse 40 kişi binmeye, 40 kişilik işyerindeki iki insandan biri olarak kaçak çalışmaya devam ediyor ve bunu “sessizce” kabulleniyorsa, onlar -sesleri çıkmadığından fark edilmiyor “yok“ kabul ediliyorlarmış.

Eminim hepinizin çevresinde böylesi yığınla aşina yüz vardır.

Benim, sesi ve yüzü, bana aşina olan başka tanıdıklarım da var...

Onlar 12 kişilik minibüsteki 40 yolcudan biri değil. Sigortasız çalışmıyorlar. İşleri de öyle zor sayılmaz... Zor olsa da, “mesaileri” ödenir genellikle... Hatta iyi ödenir...

Tıka basa dolu minibüslere, tek başlarına oturdukları -caddede minibüsle aynı alanı kaplayan- özel arabalarından bakarlar...

Bakarken, akılları, o minibüstekileri görmekten çok, ya o gün tahsil edemedikleri çekte, ya da yarın bilmem kimle yapacakları toplantıdadır...

Çok güzel yönleri vardır çoğunun... Kandan, cinayetten, hiç hoşlanmazlar mesela... Dünyada her sene silah için 1 trilyon dolar harcandığını duyduklarında öfkelenirler...

-Eğer konu Türkiye değilse- savaşa ve militarizme karşıdırlar... Afrika kıtası ya da adını bilmediğimiz bilmem ne ülkesindeki “bilmem ne kurtuluş hareketi” ne acayip sempati duyarlar...

Çocukları çok sever, Hayvanlara kıyamazlar. Doğa düşkünü olduklarını anlatmaya gerek yok...

Rakı sofrasında sohbetlerine doyamazsınız...

“İnsancıldırlar” yani...

Tek handikapları, “Hayatları tıkırındadır“, “evleri, arabaları, iyi kazandıkları işleri vardır”

O, “tadına doyamadığınız sohbet” ilerleyip, konu TC sınırlarının içine girdiğinde her şey bir birine karışır onlarla...

Biraz önce, “kana, yok edilen cana, silaha, onun kurumsal ifadesini bulduğu militarizme” etmedik laf bırakmayanlar, birden savaş, kan, yok edilen can taraftarı kesilirler...

 T.C. sınırları içinde tüm “kutsal” kavramlar kaybolmuştur...

 

Artık, savaşın iki tarafındakilerin de İNSAN olduğu onlar için mevzu bahis değildir...

Egemen olana “kafa tutanlar” Afrika’da, Asya’da anlaşılır olabilirken, burada “yok edilmesi” gerekenlerdir.

Üstelik bunu sadece kendi kendilerine ya da rakı sofralarında da söylemezler... Ellerine hangi araç geçerse, televizyonda, sokakta, büroda, kimi bulurlarsa, onlara da anlatırlar...

Bunlar, öyle az olmadıkları gibi, bayağı etkili ve yetkilidirler de. Büyük çoğunluğunun, savaştan, kandan, yok edilen candan -doğrudan- bir çıkarı da yoktur. Silah alıp satmazlar, uyuşturucu ticaretini bırak, genellikle, rakıdan başka uyuşturucu bile tanımazlar...

Ama egemen söylemlere karşı antenleri -nedense- acayip hassas olduğundan, onlara ters düşmeyi hiç göze almak istemezler...

Egemen olanlar savaş diyorsa, -tüm söylediklerini o anda unutup- onlar da takılı verirler savaş kervanının ardına... Örneğin, “yüz binlerce insanın vurularak tüketilemeyeceğini”, çok iyi bilirler... Her ölümün “toplumsal maliyetini” de. Bu sorunun köklerini de...

 Ama ne o “ölüme” karşı çıkarlar, ne de bunun toplumsal maliyetine...

Sesleri yoktur savaşa karşı...

Ve yok kabul edilirler böylece...

Sadece yok değil, birilerine destek vermiş kabul edilirler...

Hava böyle oluşunca...

Yani bizim “sevecen, bebek yüzlü şoven” arkadaşlarımız her gün dökülen kanda egemenden yana tutum aldıkça...

Bizim “günlük politikacılarımıza” da yol açılır... Bu kadar destek varken, “savaşa devam” kalır geriye... Ardından bizim “sevecen, bebek yüzlü arkadaşlarımız“, merak ederler, neden hala kan aktığını...

“SENSİN NEDENİ” desen... kafa yoracaklarına... Sana küserler... Akar gider kan...

Sen, Nazım’ın;

“Bu dünyada, bu zulüm senin sayende.

Ve hala açsak,

yorgunsak,

al kan içindeysek

(......)

Kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!” diyen şiirini mırıldanırken;

Onlar evlerine, -kapılarını açan kadınlarına gülümseyip, çocuklarını mıncıklayarak- yine o “bebek yüzleriyle” dönecekler...

“Onlar yüzünden sürer bu savaşlar” desem belki biraz ağır kaçacak.

Ama “onlar karşı çıksa, bu savaşları onlara rağmen sürdürmek hiç

kolay olmayacak” dersem, abartmış olmam.

Bakın çevrenize, ne kadar çoklar değil mi?

Ama hayale kapılmayın...

Sen, ben, biz -yani onların dışındakiler- kıpırdamadıkça, onların kıpırdamasını beklemeyin.

Hiç kıpırdamayacaklar...

Şimdilik yok kabul edin onları...

“Yoklar” çünkü.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar