Umur TALU

Aklını başına, vicdanı kalbine toplasan ya!
23.08.2025
160
Unutamadığım köpek dostum, kardeşim, evladım, sevgi dolu Gafi’nin anısına...

Henüz ilkokula başlamadan önce “iki travmam” olmuş olabilir: Biri, babamın ölümü olmalı; diğeri de babamın, henüz hayattayken, henüz ayaktayken beni götürmek zorunda kaldığı bir yer ve sebebi.

Bağlarbaşı’nda mahalledeki sokak köpeklerinden biri “Fındık”tı. Tabii kendisinin ya da anne babasının seçtiği bir isim değil. Mahalleli vermiş adını. Tayınını verdikleri gibi.

İşte bu Fındık’la, yemyeşil çayırlarda değilse de, bizim Setaret Sokak’ta zıplayıp oynarken onca zaman, bir gün elimi ısırdı. “Dı”lı anlatıyorum ya, tam “çocukluk travması” değil mi Hocam? Unutmamışım işte!

“Isırdı” dediysem de, elimde fındık fındık diş izleri. Zaman “kuduz”dan, geçmişe göre daha az, bugüne göre daha çok korkulduğu zamanlar. Daha beteri, zaman, “kuduz aşısı”nın “kuduz iğnesi” olarak neredeyse benim boyum kadar bir cüsseyle, sanırım 10-12 adet olarak karnınızda büyük bir acıyla tecelli ettiği zamanlar.

Yani iğne, köpeğin ısırmasından daha korkunç! “Esas haber” o!

Zaten Cağaloğlu’nda, yani Babıali’de gazeteci-yazar olan babam beni düzenli olarak o semte götürdü, aşı ya da devasa iğne için. Çünkü gazeteler orada ama “kuduz aşısı” da sadece orada. Karnıma iğneyi yiyorum, ardından da babamla yazdığı gazeteye ya da ahbabı olan gazetelere gidiyorum.

Kısacası, benim gazeteye, gazeteciliğe, eski basın semti Cağaloğlu’na ilk adımlarım “aşı”yla, “iğne”yle. Doğumdan değilse de karnımdan, damarımdan almışım bu aşıyı da. Nasıl yapmışlarsa iğne üstüne iğne, babamın ölümünden 14 yıl kadar, iğnenin saplanışından 16 yıl kadar sonra ben Babıali’ye, yani Cağaloğlu’na sokak sokak yerleştim.

Üniversite öğrenciliğimde Demiryolu Sendikası’nın ardından Cağaloğlu’nda Marmara Belediyeler Birliği’nde önce. Mezun olur olmaz da, Günaydın, Güneş, Cumhuriyet, Milliyet, Hürriyet, tekrar Milliyet… sokak sokak.

Belli ki “iki travma”yı atlatmak için neredeyse üstüne üstüne gitmişim. Babamın gazetecilik yaptığı, adım adım ölümüne gittiği, üstelik minicik çocuk karnıma devasa iğnelerin saplandığı yerde. Tek bir “gazete dozu”yla da yetinmeyerek, daha mesleğin ilk 10 yılında o sokaktan diğer sokaktaki gazeteye zıplayarak.

“İki travma” sanırım öyle atlatılmış: O diş izlerine, o iğne işkencesine rağmen, ne Fındık’a ne de sokaktaki diğer köpeklere düşman olarak, korkumla düşman kalarak… Ne de babamı adeta öldüren futbolculuğuna, gazeteciliğine diş bileyerek. “İki travma” hayatım, dostum, iç barışım olmuş herhalde.

Böyle diş izleri, düş izleri, iğne izleri, Cağaloğlu adımlarıyla size “hatıra” anlatıyorum ya, sadede geleyim: O Cağaloğlu’da Vilayet de vardı, yine var. Valilik yani. Makama yıllar sonra ilk kez bir gazeteci hakları yürüyüşünde Yaşar Kemal ve Sadullah Usumi’yle girmişliğim var. “Babıali”nin siyasi tarihi orada zaten.

İşte o Vilayet, o çocuğun bu yaşında, henüz yeni, “Sokak köpeklerini toplayın” diye ferman çıkardı. Neye göre toplanacak? Çok sayıda semtte, özellikle bazı bölgelerde ve sadece sokak köpeği oldukları için. Peşinen saldırgan, peşinen suçlu, peşinen mahkûm, hatta idamlık sayıldıkları için.

Zaten iktidarın ve avucundaki devletin bu konudaki hayvan düşmanlığını biliyoruz da, yine de iğne yerim cız etti, artık çoktan mevta olmuş Babıali gazeteciliğim Vilayet’in az ötesinde öfkeden kudurdu!

Neden paşam? İstanbul’un ve memleketin en büyük travması “köpek korkusu” mu? Elinizde istatistikler filan vardır: Kaç emekli sürünüyor, kaç çocuk okula aç gidip aç gelecek, kaç veli tuvalet temizleyecek, kaç kadın kocaları, eski kocaları, nişanlıları ya da eski yavukluları, sevgilileri tarafından öldürüldü veya öldürülecek? Kaç çocuk uyuşturucuya, kaç genç çetelere katıldı katılacak, kaç işçi inşaattan düşecek?

Kaç köpek insanları ısırdı, kaç insan kaç insanı katletti ya da hayatını mahvetti, kahretti veya kahredip mahvedecek paşam?

Daha birkaç gün önce, Özbek asıllı Nigina’yı sokak ortasında satırla öldüren bir köpek miydi, yoksa birisine öfkeyle ve ne kadar yanlış biçimde söylediğimiz biçimde bir “köpek” miydi? İşte size sokak, işte satır, işte cinayet, işte hunharlık, işte vahşet. Bir sokak köpeği mi satırla öldürdü bir insanı, bir insan, “eski koca” sıfatlı bir insan-canavar mı bir insanı katletti?

Nigina’nın da elbette travmaları olmuştur. Kimi çocukluktan, kimi bu satırlının şiddetinden belki. Artık yok! Sizin, iktidarınızın, devletinizin esas travması bu olmalı, bunlar olmalı: Katledilen kadınlar, katledilen çocuklar, daha çocuk yaşta katledenler, aç çocuklar, aç yaşlılar, çoğalan işsiz gençler, satırla doğrananlar, doğranıp valizlere doldurulanlar, fıçılarda yakılanlar, henüz çocuk yaştaki Minguzziler’in bedenine saplananın aşı iğnesi değil, akran bıçağı olması mesela.

Çocukluk travmalarımız elbette olabilir. Bunu yersiz korkunuzu, yanlış hedeflere öfkenizi, yanlış yerlere toplanan endişelerinizi, derin kişisel umutsuzluk ve sıkışmışlıklarınızı muhakemeyle; devletin gösterdiği şaşılaştıran hedeflerden, geleneksel korku ve endişe inşalarından ve kendinizi hırpalamalardan uzaklaşarak aşabilir ya da belki baş edebilirsiniz.

Bir kadının öldürülme korkusu ve o korkusuyla da öldürülmesi, bir genç kızın “namus” kafesi, bir LGBTİQ+ bireyin yakılması, bir yaşlının açlığa ve ölüme terk edilmesi, bir çocuğun okulda ve evde açlıkla beslenmesi, bir işçinin ölümün kıyısında çalışıp ekmeği peşinde hayattan düşmesi, nice gencin katile dönüşmesi ya da şiddet içinde yuvarlanması, bu ülkede milyonlarca insanın ne geleceğinin ne bugünün olmasıdır asıl travma. Bir devlet ve iktidar mengenesinin hayatları sıkıştırması, kıymetsizleştirmesi, bilhassa kadınları ve çocukları bir kafese mahkûm etme seferberliğidir.

Asıl salgın, asıl kuduz, asıl kudurma, asıl travma bunlardır. Aşısı var mı, var. Kendi kalbinizde, kendi aklınızda, kendi muhakemenizde, kendi mücadele azminizde, kendi kendinize çekmekte değil, acıların kardeşliğine sarılmanızda, oradan umut ve mücadeleleri çoğaltabilmenizde.

“Sokak köpekleri” değil bu acıların müsebbibi. İnsanın insana, devletin ve her türlü muktedir ile zorbalığın insanlara ettikleri, bir köpeğin aklına bile gelmez. Büyük çoğunlukla, bir iyiliğin, merhametin, karşılıklı sevginin, belki bir köşede bakince kıvrılmanın peşindedir onlar.

Kırk yılda bir, evet, belki içlerinden biri, nadiren ısırabilir ama her gün her gün insanlara insanların verdiği kadar, böylesine kanlı, böylesine vahşi, böylesine merhametsiz acılar veremezler. Kendi acıları da umutları da hayata tutunma çabaları da onlara yeter zaten! Nice kendi halinde insan gibi.

Toplayacaksanız bir şey ille de aklınızı başınıza, vicdanınızı kalbinize toplayın!

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar