Zülfü DİCLELİ
Türkiye nur topu gibi yepyeni bir slogana kavuştu: “Her Şey Çok Güzel Olacak.” 31 Mart yerel seçim sonuçları belirginleşmeye başladığında muhalefet saflarında doğan bu sloganın insanlara umut ve enerji veren bir yanı var — o kadar ki, sonunda iktidar da bunu yarım ağız sahiplenmeye başladı.
Ancak umut kendi başına bir yol sunamaz. Onun için şimdi şu soru yanıtını bekliyor: Her şey nasıl çok güzel olabilir?
Bu ülke son 100 yıl içinde iki kere kendini yeniden kurgulamaya yöneldi. Önce “Batı uygarlığının bir parçası” olmaya çalıştık. Olmadı, ardından “İslam ülkesi” olmaya yöneldik. O da olmadı.
Bu iki büyük hayal bize çok pahalıya patladı.
Her iki seferinde de politik rejimimizi, ekonomik tercihlerimizi, yaşam kültürümüzü, uluslararası konumlanışımızı, hatta demografik yapımızı neredeyse kökten değiştirmeye zorlandık. Tarih anlatımız, her seferinde peşine düştüğümüz hayale uygun düşecek şekilde yeniden yazıldı.
Sonuçta pek bir yere varamadık, 100 sene sonra bugün gene varoluşsal bir kriz içindeyiz.
Şimdi bu krizden bir çıkış yolu bulabilmek için bu her iki “uygarlık yenileme” uğraşımızın değişmeyen, ortak yanları var mı, buna bakmakta yarar var.
Hata neredeydi?
Her iki seferinde de kıyafetlerimizi, yaşam tarzlarımızı değiştirerek ya da köprüler, yollar, barajlar yaparak “modern” bir ülkeye ulaşabiliriz sandık. İlk seferinde CHP önderliği, ikinci seferinde AKP önderliği hedefe ulaşmak için yeterli sayıldı.
Ancak her iki seferinde de demokrasi ve demokratik tartışma gerekli görülmedi. Tam tersine özgür düşünce ve eleştirinin, yurttaş katılımının devletin geleceği için bir tehdit oluşturduğuna inanıldı. Oysa,
“…sadece bilim ve teknoloji değil, sanat, müzik, edebiyat. Bunların tümünün insan düşüncesi ve insan duyarlılığı ile ilişkileri, felsefi düzeyde buluşan sentezleri var. Tümünü birleştiren bir ağ dokusu var. Bu, beynin çalışmasındaki tümel koordinasyona ve modern iletişim ağlarına benzeyen bir doku olmalı. Bunun adına da uygarlık deniyor. Biz gençliğimizde bu büyük entelektüel dokunun farkında olmadan yaşadık.
Düşünce özgürlüğü temel bir insani kavramdır. Biz ilk Cumhuriyet kuşakları özgürlük için savaşan bir toplumun içinde büyüdük… Fakat bu özgürlüğün temelde bir düşünce özgürlüğü olduğunun farkında değildik…”
Cumhuriyet döneminin temel eksikliğinin, mevcut olmaması diğer her şeyi – bugün de hâlâ – bozan, sakatlayan eksikliğin Doğan Kuban’ın 22 Mayıs 2015 Cumhuriyet kitap ilavesinde yer alan bu sözlerinden daha dolaysız ve içten bir ifadesini ben görmedim. Buna bir de antiemperyalist ya da ilerici veya devrimci olmak ile özgürlük arasında hiçbir dolaysız bağ olmadığını eklersek, Cumhuriyet tarihimizden çıkarılacak en önemli dersi formüle etmiş oluruz: Özgür eleştiri ve tartışma olmazsa kendi yolumuzu bulamayız.
***
Bugün yaşamakta olduğumuz varoluşsal kriz ülkedeki bütün “inşaatları” derinden sarsıyor. Ekonomik, siyasi, sosyal, kültürel yapılar art arda depremler yaşıyor. İnşa edilmiş tarihler de öyle! Şu ya da bu politik aktörün ya da akımın haklılığını, uygulamalarının doğruluğunu, görüş ve ahlak anlayışının geçerliliğini gerekçelendirecek şekilde seçilip alınmış geçmişle ilgili parçalardan oluşan tarih anlatıları çöküyor.
Tarihimiz bütün genişliği ve derinliğiyle tüm toplumun yaşadığı deneyimlerin tarihidir. Bütün bu acı deneyimleri dikkate almadan yeni bir ufka yönelemeyiz.
Son 100 yıllık tarihimizde yurttaşlar arasında ayrımcılık yapılmayan tek bir dönem yaşanmadı. “Mağdurların” olmadığı bir dönemi hiç görmedik. Bazen şu kesimdeki bazen bu kesimdeki insanlar “ikinci sınıf vatandaş” sayıldı. Buna karşı direnmeye çalışanlar olduğunda en sert şekillerde ezildi. İnsanlar kendi ülkelerinde yabancı yerine kondu, geri bırakıldı. Tarihimizin en önemli hakikati budur. Buna bütün zamanlar için son vermeden hiçbir şey güzel olamaz.
Hiçbirimiz şu ya da bu hükümetin kendi çıkarı için kullanacağı tarih makinesinin bir parçası olamayız, biz insanız. Her birimizin kabul görmesi gerekir. Her birimizin onuruna saygı gösterilmesi gerekir. Bütün canlıların onuruna saygı gösterilmesi gerekir. Bunun yolu ayrımsız her birimize haklarımızın tanınmasıdır, eşit haklı olarak kabul görmemizdir. Sözde değil, her uygulamada. Düşünce özgürlüğü ve düşüncelerimizi serbestçe açıklama, yayma hakkı, eksiksiz örgütlenme hakkımız olmalı. Katılım olanaklarımız olmalı, devlet her birimize bu olanakları sorumlulukla kullanabileceğimize güvenecek kadar saygı göstermelidir. Sadece adaletin egemenliğinin hüküm sürdüğü, her yurttaşın gönül rahatlığıyla “bu benim devletim” diyebileceği bir devletimiz olmalıdır. Ve çoğunluğun ancak azınlığın, arzu edilir değil’in ötesinde “kesin yanlış” demeyeceği şeyleri yapabildiği bir rejimimiz.
Hepimizi sağaltıcı olacak kilit soru şudur: Bir bütün oluşturan ama sadece bizim için yapılmamış bir dünyaya girmeyi elzem telakki ediyor muyuz? Orada hepimizin olacağını kabul edebiliyor muyuz? Özgürlük, eşitlik, kardeşlik, haysiyet – sadece bizim için değil herkes için olacak mı?
Bakın, asıl önemli mesele şuradadır: Bugün ülkemizin karşı karşıya bulunduğu derin sorunlara ne gibi çözümler bulunabileceği konusunda hiç kimsenin elinde geçerli formüller yok.
Cevap bekleyen en önemli birkaç soru mesela: Ekonomide 1980’lerden bu yana şu ya da bu ölçüde uygulanagelen neoliberal politikaların hâlâ sürdürülebileceğini ileri sürebilecek kimse var mı? Bende daha iyisi var diyebilecek birisi? Uluslararası politikada uzun yıllar yapmış olduğumuz gibi gene genel olarak Batılı ülkelerin yanında mı konumlanalım diyeceğiz? Yoksa Şanghay Beşlisi bizi bekliyor mu? Ya da? Gene eski parlamenter rejime geri mi dönelim, yoksa daha düzgün bir başkanlık rejimine mi geçelim? Bu konuda inandırıcı bir projemiz var mı? Ya Kürt sorununu ne yapacağız? 21’inci yüzyılda sözgelimi yapay zekâ teknolojilerine sahip olmayanları geçmişte sömürgelerin olduğundan daha beter koşulların beklediği her geçen gün daha çarpıcı şekillerde gözler önüne serilirken, biz daha bir çip bile üretemeyen bu ülkede teknoloji meselesini nasıl çözeceğiz? Ya bu soruların hepsini kökten değiştirecek şekilde derinleşen iklim değişikliği konusu, denizlerin hızlanan yükselişi, türlerin artan yok oluşu ne olacak?
* * *
Cevapları bilmiyoruz da onları nerede bulacağımızı, nerede arayacağımızı tam biliyor muyuz? Teori de mi? Batılı kurumların önerilerinde mi? Liderlerin kafasında mı? Geçmişe mi geri döneceğiz? Bize rol modeli olabilecek ülke mi arayacağız? Orada geleceğe umutla bakabilen birini bulabilecek miyiz?
Şu bir gerçek: Ekonomimiz de politikamız da yereldir. Bütün sorunlarımız yereldir. Çözümleri de ancak yerel olarak bulunabilir.
“Ekonomik analiz dediğimiz şeyi” diyordu Schumpeter, “tarih, istatistik ve ‘teori’, bu üçü oluşturur. Bu üç temel alanın en önemlisi bugünün olgularını da içeren ekonomik tarihtir.”
Kuşkusuz kapitalist ekonomi (ve aynı şekilde iklim) küresel olarak bağlantılı bir sistem, ancak onun getirdiği sonuçlar değişik zamanlarda ve mekânlarda çok farklı yaşanıyor; o nedenle bu sonuçlara farklı tarihlerde ve farklı coğrafyalarda çok farklı şekillerde karşı konulması gerekiyor.
Onun için kendi çözüm yollarımızı ancak kendimiz bulabiliriz. Geçerli çözüm, ancak geniş toplum kesimlerinin karşılıklı saygı ve eşit haklılık temelinde serbestçe tartışıp birlikte geliştirecekleri, birlikte uygulamayı deneyecekleri, sonra tekrar tartışıp iyileştirecekleri çözümler olabilir.
Bugün artık ancak toplum çapında çok geniş taşıyıcılara sahip görüş birlikleri, mutabakatlar oluşturabilirsek yol alabiliriz. Bunun için de herkesin herkesle konuşmaya, tartışmaya, birbirini anlamaya çalışmaya başlaması gerekir. Birbirimiz hakkında taşıdığımız kanaat karşılıklı gerçekliklerimizi deneyimlemiş olmaktan kaynaklanmıyor, reel değiller, büyük ölçüde ayrı ayrı durmamızda yarar görenler tarafından inşa edilmiş algılar. Birbirimizle konuşmaya başlarsak hem birbirimizi hem de kendi benliğimizi daha iyi tanımaya başlarız.
Hep belli bir ideolojik yaklaşımla önceden belirlenip şu veya bu şekilde bize yukarıdan dayatılan yolları denedik. Bir yere varamadık. Şimdi bir kere de aşağıdan birlikte bir şeyler inşa etmeyi deneyelim. O zaman hem kendi ülkemizin hem de başka ülkelerin tarihsel deneyim birikimi içinde bize esin kaynağı olabilecek çok çeşitli unsurlar da olduğunu görebiliriz.
Aramızdaki çelişkilerin antagonist çelişkilere dönüşmesini engellemek, bu çelişkilere rağmen mutabakatlar oluşturmak pekâlâ mümkün olabilir. Bunun yolu çıkarılacak parazitlere aldırmadan, engelleme çabalarına prim vermeden birlikte konuşmaya başlamaktan geçiyor. Toplumun her seçimde tekrar tekrar görüldüğü gibi yüzde 50 yüzde 50 bölünüp karşı karşıya kalmasını aşmanın, seçim sonuçlarına odaklanıp kalmanın ötesine geçmenin başka bir yolu yok.
Yazarlar
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel’e saldırı aydınlatıldı mı şimdi? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolDış politikada rasyonel zemin 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYATürkiye’nin Demokratikleşmesi ve Kürt Sorununun Çözümü: Ciddiyetin Tarihsel Zorunluluğu... 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURKomisyon Suriye’yi, Suriye İsrail’i, İsrail Trump’ı…. 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEYargı CHP’ye çalışıyor 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluHerkes sözünden sorumludur; 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBüyük Türkiye hayali böyle bir hayal miydi? 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilFanatizm ve inancın siyasallaşması 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’nin diğer dertleri… 10.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMesele CHP Değil! 8.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞCassandra Çığlığı* 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAAçlığı yönetemeyenler aç hayvanlarla uğraşıyor: Ülke yangın yeri 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRojava: Beklentiler, Gelişmeler, Olasılıklar 5.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKParti kapatma! Kayyum veya emanetçi ata yeter… 4.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezHangisi doğru? 3.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANBilge ve bilgin Mete Tunçay 19.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.12.2023
21.08.2020
5.06.2020
5.04.2020
21.01.2020
2.02.2019
21.11.2019
19.10.2019
13.10.2019
10.10.2019